26 Haziran 2012 Salı

Garibce'den Selam Olsun



Garibce 2012 Mezunlarına "Yunus'tan size selam getirdim" diye okuduğu manzumeyi sizlerle paylaşıyor:

 
SELAM OLSUN


Fakülteden mezun olduk

Kalanlara selam olsun

Bizim için hem hayır dua

Kılanlara selam olsun



Sahip olup belimize

Hak söyletip dilimize


Bakıp bakıp halimize

Dolanlara selam olsun

 
Çıkıp da hizmet yoluna

Bu yola hem baş konula

Fedayı can hak uğruna

Edenlere selam olsun

 
İlmi irfandır canımız

Takva damarda kanımız

Meclislerde dört yanımız

Saranlara selam olsun

 
Diplomamız elimizde

Hem tevekkül kalbimizde

Hakkı üstün özümüzde

Tutanlara selam olsun

 
Fakülteye gelen gider

Kimi hoca kimi önder

Bizim halimizden haber

Soranlara selam olsun

 
Rabbim asan eyle işimiz

Helalinden olsun aşımız

Yeter gayri gönder eşimiz

Bulanlara selam olsun

 
Garibce’dir söyler sözü

Özün yakar firkat közü

Bu sofrada olsun tuzu

Tadanlara selam olsun

 19.06.2012 GARİBCE





Prof. Dr. Mehmet ERDOĞAN
















Erdoğan cübbesini öğrencisine giydirmiş, üzerindeki yükün paylaşılmasından duyduğu sevinçle gülüyor.

25 Haziran 2012 Pazartesi

Kazdal Camii'nde Bir Hizmet




Dün bir koşturmaca ile geçti. Bizim torunun programı vardı. Hanımı onlara bıraktım ve yeğenimin oğlunun söz yüzüklerini taktım. Dua ettim. Meşhur duamı gene okudum. Bir türlü ezberleyemediğimden ancak okuyarak idare ediyorum.

Oradan Salim Hocamızın anma amaçlı Kuran okuma ve dua merasimine katıldım. Kazdal camiinde yapıldı. Yakınları ve sevenleri katıldılar, hocaefendiler konuştular, Kur’an okudular. Allah bütün geçmişlerimize rahmet eylesin.

İcadiye’deki Kazdal Camii küçük, sade, şirin bir camii. Bizim Süleyman da şu anda oranın imamı. Teknoloji çok iyi kullanılmış, mihrapta olup bitenler canlı yayınla çok sayıda monitörden izlenebiliyor.

Beni en çok sevindiren girişteki özürlüler için konulmuş olan asansör oldu. Az önce torunumun programından çıkarken arabasındaki küçük kardeşini Ümraniye’deki Belediyenin tesisinden indirirken bir hayli zorlanmıştık. Rampa sadece girişte var. Merdivenler de çok dik; ayağım kaydı, neredeyse bebek elimizde hep birlikte düşecektik.

Onu da görünce burada camiin böyle bir hizmet sunması çok hoşuma gitti. Sizlerle paylaşmak istedim. Akıl edip himmet edenleri tebrik etmek lâzım.

Rahmet ile!

25.06.2012

GARİBCE




24 Haziran 2012 Pazar

Ve nihayet mezuniyet!


Ve nihayet mezuniyet!

Sonunda beklenen heyecan dolu gün geldi ve bir mutlu son daha yaşandı.
Açılışta bir kızımız çok güzel bir konuşma yaptı. Çok güzel bir Türkçesi ve edası vardı. Hemen ardından beni çağırdılar. Ben adet hilafına bir mezun cübbesiyle sahneye çıktım ve konuşmamı bitirdikten sonra sırtımdaki ilmi temsil eden cübbenin bize verdiği sorumluluğu artık yeni mezunlarımızla da paylaşmak istediğimizi remzedecek biçimde talebelerimizden birine giydirdim. Benim için bu yaptığım anlamlı bir şeydi ve ilkti. İnşallah yerini bulmuştur.
Sonra program devam etti. Program birinci ve ikinci öğretim olmak üzere iki ayrı salonda ve eş zamanlı  yapıldığı için her ikisini de tam olarak izleyemedim.
Bir öğrencinin çok güzel şiir okuduğu söyleniyordu.
Musiki icrası ve hatıra gösterileri vardı.
Ve sonunda diplomaların dağıtılması ve keplerin havaya atılmasıyla mutlu sona ulaşıldı.
Öğrencilerimizi, ailelerini, onları yetiştiren hocalarını ve kurumlarımıza destek veren herkesi  tebrik ediyorum.
Allah hayırlı eylesin.

24.06.2012
GARİBCE




















23 Haziran 2012 Cumartesi

Mezuniyete çeyrek var!





Bugün öğrencilerimizin mezuniyet geceleri var!

Aylar öncesinden benden de bir konuşma yapmamı istediler. Daha önceki gecelerde de konuşmalar yaptığım olmuştu. Büyük bir heyecan, kendi öz kızlarımı gelin ederken duyduğum heyecanlara benzeyen türden bir heyecan. Allah bizi bu gibi güzel duygulardan yoksun etmesin. 

Bir defasında talebelerimizin mezuniyet gecesinde hoca olarak sadece ben vardım. O gece hepsine diplomalarını ben vermiştim. Beyaz günlerin kara gecelerinden biriydi. İdare ayrı bir yerde talebeler ayrı bir yerdeydi. Üzerimizde dolaşan karabasanların baskısı, kâbus gibi gecelerimize bile çöküyordu. Sıkıntısını talebe hoca hep birlikte çekiyorduk.

Daha sonraki günlerde de konuşma yaptım. Hele birinde Yunus’un dertli dolabını Dertli Talip diye uyarlamış ve bizzat kendi çektiğim Hama’nın meşhur su dolaplarının videosu eşliğinde sunmuştum; bir yandan dolap inlemişti, bir yandan ben türkümü (şiirimi yani) söylemiştim. Çok güzel olmuştu. Gelin giden genç kızın hem ağlarım hem giderim demesi gibi biz de duygulanmış hem ağlamış hem gülmüştük.

Bugün de inşallah konuşacağım. Ama ne konuşacağımı henüz bilmiyorum:

Bir hikâye vardır: Adamın biri bir konuşma yapacakmış, heyecana yenik düşmüş. Demiş ki: “Ben buraya çıkmadan önce ne söyleyeceğimi bir ben biliyordum bir de Allah. Şimdi ise sadece Allah biliyor!”

O hesap bakalım neler çıkacak bahtımıza.

Önceden belli olma yerine orada hemen söz verilse ve doğaçlama konuşulsa belki daha iyi olur. Neden diyeceksiniz. Çünkü insanların beklentisi büyük olmaz. Ne çıkarsa bahtımıza derler savarlar.

Söyle şimdi ben ne yapayım.

En iyisi özümü Hakk’a ısmarlayayım!

Gecemiz şimdiden mübarek olsun!



23.06.2012

GARİBCE

2007 Mezuniyet Gecesinden Hatıralar

















Bir ömür ne ki!?




Yüz akıyla verilen nasıl hesap ama!


“ Vaktiyle, malı mülkü çok bir ağa varmış. Ağanın kendisi köyde yaşar, yoz (kısır) hayvanlarını da yaylada çobana teslim edermiş, onlara o bakarmış. Ağa tam yüz yoz koyundan oluşan sürüsü için yeni bir çoban tutması lâzım gelmiş.
Ağanın yeni bir çoban aradığını duyan işsizler, akın akın gelip ağanın hayvanlarını gütmeye talip olmuşlar. Ağa, gelenlerin içinden birini seçip yoz sürüsünü ona teslim etmiş. Kendisi köyde tarla takkalarının başında uğraşırmış. Aradan altı ay geçmiş ve sürünün teslim zamanı gelmiş.

Ağa çifti çubuğu ile uğraşırken uzaktan bir adam bir elinde bir deri, diğerinde bir bakraç belirmiş. Yaklaşınca onun yoz sürüsünü teslim ettiği çobanı olduğunu anlamış. Selam kelamdan sonra

"-Hele çoban de hele, ne var ne yok, sen burada sürü nerede?! demiş ve çobandan hesap istemiş.
“Sormayın ağam, sormayın!” diye başlamış çoban: “Yağmur yağdı gök çatladı, yetmiş ikisinin ödü patladı. Önden gitti baş toklu, arkasına düştü beş toklu. Onunu verdim kasaba, onunu da katma hesaba. Kurt kaptı geçende birisini, aha da getirdim derisini… Daha da sorma gerisini” deyip elindeki deriyi ağanın önüne atmış, diğer elindeki  bir bakraç yoğurdu da ağaya uzatmış ve: “İşte demiş, ağamıza sürüden bu kaldı!”.

Hesap tamı tamına ortada, açık yok.

Ağa, çobanın bu tavrı karşısında öfkeden diyecek bir şey bulamamış, sadece uzatılan bakracı alıp hiçbir şey demeden içindeki yoğurdu tepesinden aşağı boca etmiş. Yüzü yoğurtla bembeyaz olan çoban, hiç istifini bozmamış, pişkin bir tavırla ve sırıta sırıta ağaya büyük bir başarı ortaya koymuş birinin edasıyla:

“Nasıl ama ağam, görüyorsun ya hesabını tam verenin yüzü işte böyle ak olur!" demiş.

Sayıyız nimetler gibi ömür de bize bir emanet. Sayısını bilen biliyor. Yarın mahşer günü “Gel de şu ömrünün bir hesabını ver hele!” dediklerinde çobanın hesabı vermedeki mahareti kadar maharetimiz olacak mı? Yalancıktan da olsa yüzümüzün akıyla hesabı verebilecek miyiz?

Günün 8-10 saati yatakta uykuda geçti Ya Rabbi! Geri kalanı mutfakta, tuvalette, sokakta. Adımlamadık sokak bırakmadık, saymadık kaldırım taşı koymadık, nerede bir curcuna, nerede bir temaşa vardı biz oradaydık. Seyirliklere çıktık, etrafı seyrettik. Sinemaya, tiyatroya gittik. Hayatımızı oynayanlara güldük. Dizilere diz bağladık, iki göz iki çeşme ağladık. Ağlanacak halimize güldük, gülünecek yerde ağladık. Ne zaman güleceğimizi de otomatiğe bağlamışlardı, bu yüzden fazla sıkıntı da yaşamadık.

Arada bir ses duyuyorduk felaha çağıran, fakat huzurumuzu bozuyordu bir de fazla bağırıyorlardı, kulak tıkadık. Hatta şikâyetçi bile olduk. Zaten manası da anlaşılmıyordu.  Tercüme edenler bile “Haydin Felaha!  Haydin Felaha!” dedirtmişlerdi. Kurtuluş olsaydı, neresiydi bilirdik, atlardık bir dolmuşa nasıl olsa varırdık. Ama felah neresi, nasıl gidilir, nasıl edilir bilemedik ki!

Hem ömür dediğin nedir ki, doğduk yumuktu gözümüz açtık ve sonunda kapandı ölmüş olduk. Hepsi bir göz kırpma kadar olan bir ömrün hesabı da mı olurmuş.

Dediler Hay’dan gelip Hû’ya gidiyorsunuz. Hay kim di Hû neresiydi onu da ayıramadık. Biz bu lâfı da hem har vurup harman savurmak gibi anladık. Yalandan gelen dolana gider diye yorduk.

Hem dünya hayatı dediğin bir yolcunun bir ağaç altında konaklaması gibi bir şey dediler. Ne zaman indik, ne zaman konakladık, ne zaman süre bitti farkında olamadık.

Sözün özü, bizim hesap verecek gücümüz, geçerli olacak bir mazeretimiz, yok. Senden bizi bağışlamanı isteyecek yüzümüz de.

Ama bir şey biliyoruz ki sen Rabsin, esirgeyensin bağışlayan. Almadan verensin, affedicisin, affı seversin, bizi de affedersin.

Eli boş gelinmez boş gelinen yere

Boş gelmedik Ya Rab biz suç getirdik

Dağlar çekemezken bu ağır yükü

Sırtta iki büklüm pek güç getirdik.

Bildiğimiz bir şey varsa işte bu aczimiz.

Ko, yıkalım yükü devlet kapına.

Gerisini artık Hak getire!



23.06.2012

GARİBCE


Sarıkaya Köyü Toroslar Yayla

22 Haziran 2012 Cuma

Bir mezuniyet uğruna ya Rab ne kıyafetler geçiyor!



Efendim bilmeyenler bilsin bizim ilahiyat fakültesi –diğerleri de farklı değil- kızlar fakültesine döndü. Yüzde seksen oranında kızlar artık baskın grubu oluşturuyor ve erkekler bir köşede kümelenmiş ve birbirlerine sıkı sıkıya yakınlaşmış bir vaziyette azınlığı oluşturuyorlar. Hatta bazı sınıflarda erkeklerin sayısı bir iki bile olabiliyor. Evvelki sene benim bir sınıfımda sadece bir erkek öğrenci vardı ve onu da ben kovdum, dedim “Sen git, benim öteki sınıfa devam et! Burada tek başına ne sen rahat edebilirsin ne de biz!..”
·         Benim tecrübelerim gösteriyor ki hoca ve öğrenciler olarak en rahat olduğumuz sınıflar sadece erkeklerin olduğu sınıflar. Ondan sonra sadece kızların bulunduğu sınıflar. Ondan sonra erkeklerin kalabalık olduğu sınıflar, en sonra da kızların kalabalık olduğu sınıflar.
·         Bu tamamen psikolojik rahatlık anlamında kendi tecrübeme dayalı bir sınıflama. Erkeklerin az olduğu sınıflarda, kızlar daha rahat davranabilirken erkek öğrencilerin zorluk çektiği ve hatta tahtaya kalkarken normalin üzerinde heyecan yaptıkları gözleniyor. Buna mukabil kızların çoğunluğu daha rahat gibi gözüküyorlar.
·         Her ne ise iş böyle olunca ve kızların, kahir ekseriyeti teşkil ettiği bir mezuniyet gecesi yaklaşınca rivayet odur ki günler öncesi hazırlık sırasında çok tatlı olaylar oluyormuş.
·         Kızlar bir büyük azimle alış veriş seferine çıkıyorlar ve bir kıyafet uğruna ya Rab ne tabanlar eskitiyor, ne yollar arşınlıyorlarmış. Koca İstanbul sanki yeniden fethedilmeyi bekliyormuşçasına Fatih’ten başlayıp, Ümraniye’den çıkıyorlar, en umulmaz yerlerde mola verip, yeni ufuklara yelken açıyorlarmış. En güzel kıyafeti bulma umut gemilerini karalardan aşırıp, huzur limanlarında dinginleşiyorlarmış. Aldıkları tahsilin etkisiyle kimi usulü Fatih’te düzmeye çalışırken Furu’u Ümraniye’ye bırakıyormuş. Usûl mü öncelikli, furû mu tartışması işbu kıyafet seferinde de çok büyük önem arz ediyormuş. Efendim usulde herkes aşağı yukarı müşterek, oysa şeytan ayrıntılarda gizliymiş, Usul açısından herkesin giyeceği sonunda  bir alt giysiye bir de üst giysiye indirgenebilirmiş. Ama onların modelleri, desenleri, çizgileri ve benim daha isimlerini bile bilmediğim ayrıntıları işte kişiliği ortaya çıkaran, zevk ve estetiği ifade eden asıl bunlarmış.
·         Pişti olmak da varmış işin ucunda. O da ne demekse.
·         Kimi de bu azim meselenin usûl ve furû kavram çifti yerine asîl-yedek kavramları açısından ele alınması gereğini dillendiriyor, asîlin asaleti tamamlanmadan yedekle iştigalin ehem-mühim skalasında hata olacağını vurguluyormuş.
·         En iyi tanıyanlardan olarak zaman zaman babaların “kızım merak ediyorum acaba senin alacağın elbise dikildi mi?" şeklinde ki olası çıkışları işin vahametini ortaya koymada dikkate alınması gereken önemli bir tespit olarak karşımızda duruyormuş.
·         Rivayete göre mağazacılar da havlu atmışlar bu işten. “Aha bir keklik geliyor yolmaya!” kabilinden eski bildik tavırlarını göstermez olmuşlar. Zira  onlar  da bıkmış öğrencilerden.  Bir tanesi diyormuş ki “Şu mezuniyet midir nedir kaldırılsın da kızlar da kurtulsun bu sıkıntıdan biz de; zira iki haftadır kızlar mezuniyet kıyafeti almaya ölü gibi geliyorlar” Halbuki kendilerine lâzım olan diriler. Ölülerden ne çıkar, soysa bile eline bir kefen geçer. Üstelik cebi de yok.
·         Oysa o mağazacılar bilmezler ki bu gelenler kim bilir hangi mağazada ve hangi butikte ağırlıklarını bıraktılar ve son bir çabayla kendilerinin ağına düştüler.
·         Bu iş o kadar uzamış ki tam sekiz saatte bir kıyafeti tamamlayanlar, arta kalan vakitlerini  tebrikleri kabul  kuyruğunda geçiriyorlarmış. Tam üç gündür  İstanbul’u baştan bir başa gezip de  bir krem, yazlık, diz boyunda, astarsız, ucuz ceket bulamayanlar sıkışan vaktin baskısı altında bu stresten nasıl çıkacaklarını kara kara düşünüyorlarmış. Çağdaş riyazet yollarından biri olarak ehl-i tasavvufun bu tecrübelerini dikkate almamaları bir eksiklik olabilirmiş.
        
·         Aslında Garibce’ye uğrasalar eminim onlar için de mutlaka bir çözüm bulabilirdi. Hele bizim akıllı geline gitselerdi. Çözüm zaten çoktan hazırdı: Atın bütün aldıklarınızı… Giyin şimdi bulduklarınızı…
·         Sizi çok, ama çoook seviyoruz. Üniversiteyi bitirmiş ve şimdi ev hanımı olan kızlarım ve onların anneleri olan eşim hanımefendi de aynen sizin gibi. Demek bu aldığınız tahsille ilgili değil. Cemal isminin tecelligâhı olan kadın olmakla ilgili.
·         Belli ki tahsiliniz buna sadece edebî bir boyut katmış.
·         Hepinizi tebrik ediyorum.
·         Başarınızla birlikte mutlu olun!
22.06.2012
GARİBCE

Not: Yazımızda Feys'teki öğrencilerimizin muhabbetlerinden yapılan alıntıların telif hakkı, yarın mezuniyet gecesinde (inş) ödenmeye çalışılacaktır.


21 Haziran 2012 Perşembe

Ömerlerin Ardından




Tarihte iki Ömer var: Biri adaletle özdeşleşmiş Hz. Koca Ömer. Öteki mezalime son veren ikinci Hz. Ömer: Ömer b. Abdülaziz: Aralarında da dede torun ilişkisi var. Sahabî olmamasına rağmen ikinci Ömer de isminin yanında sahabeye ait saygı ifadesi olan (Radıyallahu anhu) duasıyla anılır.

Ömer bin Abdülaziz,  Emevî halifelerinin sekizincisi ve Mervân’ın torunudur. 60 (M. 679’da Medine’de doğmuş, 720’de (Hicri 101?) daha 40 yaşlarında iken Halep’te vefat etmiştir.

Yaygın rivayete göre Ömer bin Abdülaziz ikinci Halife Hz.Ömer’in torunudur. Buna göre Hz. Ömer, annesinin ısrarına rağmen süte su kattırmayan genç kızı oğlu Asım ile evlendirir ve bu evlilikten çiftin Leyla adını verdikleri bir kızları olur. İşte Ömer bin Hattab'in torunu Leyla Ömer bin Abdülaziz’in annesidir. Aralarında böyle bir akrabalık ilişkisi vardır.

Araplar Müslüman olmuş İranlılara, Türklere genel olarak “Mevâlî” diyorlar. Azad edilmiş köle anlamına gelen bir kelimenin Arap olmayan Müslümanlar için kullanılması Arapların onlara olan yaklaşımlarının bir ipucunu vermelidir. Keza onlar Arap olmayan herkese de “Acem” derler. Hayvanlar için de aynı kökten kelimeyi kullanırlar. “Cinayetü’l-acmâ cubârun” = (Hayvanların verdiği zarar hederdir) sözünde olduğu gibi. Ortak nokta ise her ikisinin de dilsiz oluşu olmalıdır. Hayvanın dili yok tamam, ama Arap olmayanlara ne demeli? Onların da Arap açısından dili yok, her ne kadar bir takım sesler çıkarıyorlarsa da bu koyunun melemesi, atın kişnemesi gibi bir şey olmalı. Kendisi anlamadığı için yok sayma gibi bir tavır gözüküyor. Her ne ise bu tavrın daha sonraları ortaya çıkacak bir tür Arap karşıtlığı olan “Şuubiye” hareketinin zemin bulması ve yeşermesinde önemli etkisi olmalıdır.

Haccac gibi zalimlikleri ile ün salmış emevî halifeleri Müslüman olan yerlilerden esasen gayrimüslim oldukları için bir tür askerlikten muafiyet vergisi gibi görülen cizyeyi almaya devam ediyorlardı. Çünkü Müslüman olmaları halinde onlardan alınmakta olan cizye düşürülürse vergi gelirlerinde ciddi oranda azalma olmaktaydı. Allah göstermesin (!) toplu ihtidalar olabilir ve ciddî vergi kaybı yaşanabilirdi. Bu valiler insanların yerlerini terk edip başka yerlere göç etmelerine de izin vermiyorlardı. O yüzden yerli halk idareye karşı kin ve nefret duygularıyla doluydu. Yerli halkların Haccâc’a karşı İbn Eş’as ayaklanmasına destek vermelerinin saiki de muhtemelen buydu.  Mısır, Horasan gibi eyaletlerde de durum aynı idi. 

Ömer b. Abdulaziz halife olunca bu türden mezalime son verdi ve valilerine her türlü mezalimin kaldırılması ve Müslüman olanlardan cizye vergisinin düşürülmesi talimatını gönderdi:  Özellikle Mısır valisi Hayyan b. Şureyh’e yazdığı mektupta “Müslüman olan ehl-i zimmetten cizye vergisini kaldır. Çünkü Allah “Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir” (et-Tevbe 9/5) … buyuruyor” diye yazdı.

Buna rağmen Vali, “Bu durumun gelirlerde ciddî bir azalmaya sebebiyet verdiğini dolayısıyla emri olursa bunlardan cizyenin eskiden olduğu gibi Müslüman olduktan sonra da alınmasının sürdürülmesi” talebinde bulundu. Ömer b. Abdulaziz ona gönderdiği sert cevapta, bu tavrı yüzünden kendisini cezalandıracağından da bahisle şu tarihi sözünü söyledi:

“Senin gibilerin aklı batsın.  Sen Müslüman olanlardan cizyeyi kaldır. Unutma ki Allah, peygamberi Hz. Muhammed’i insanları doğru yola iletsin (Hâdî) diye gönderdi, vergi toplasın (Câbî) diye değil!”

فإن الله إنما بعث محمداً صلى الله عليه وسلم هادياً ولم يبعثه جابياً،

(Bu sözle ilgili bir not: Bir zamanlar büyük usta, televizyon programında çocukların Sünnet edilmesi konusunu işliyordu. Düşüncesine destek olmak üzere  Ömer b. Abdülaziz’in bu sözünü kullandı ve şöyle dedi: “Allah Hz. Peygamber’i hidayetçi gönderdi sünnetçi değil!”

Ne alâka! Ama üstadı doğru çıkarmak için “Câbî”nin böyle bir manası olduğunu da belki sözlüklere eklerler.)

Bu büyük zatın kabri, Halep'e seksen kilometre mesafede bulunan Maarratün-Numan mevkiindedir. Deyr-i Seman denilen oldukça tenha bir yerde ve hayatındaki mütevazılığı ısrarla sürdürürcesine sade bir hali vardır. Nice şatafatlı kabir ziyaretim olmuştur. Unutamadıklarımdan biri de Ömer b. Abdülaziz’in kabridir.

Başucunda otururken de, içimdeki heybeti beni kendinden uzak etmedi,  onu kendime çok yakın hissettim.

Allah rahmet eylesin!

Arkalarından üçüncü, dördüncü, beşinci… Ömerleri eksik etmesin!

Yer gök adaletle kâimdir.

Adaletimiz bol olsun!



21.06.2012

GARİBCE














Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...