20 Mayıs 2015 Çarşamba

Serhademe Salih Tuğ Talebelerle Kendi Adı Verilen Amfide Buluştu


Bugün İlahiyat Fakültemizde, yeni binamızın MC 219 nolu amfisine  serhadememiz kurucu dekan Salih Tuğ hocamızın adının verilmesi münasebetiyle bir etkinlik vardı. Hoca, adının verildiği salonda talebelerimizle buluşturulacak ve yeni öğrencilerin de hocamızı tanımasına imkân verilmiş olacaktı.
Girdiğim sınıfa “Hoca ile hiç yüz yüze gelmeyen kim var?” diye sordum ve çoğu Fransa’dan gelme öğrencileri Hocanın konuşmasını dinlemek üzere salona gönderdim. Çünkü bence o öğrenciler açısından bu bir fırsattı. Benim şu anda Hamidullah Hoca’yı tanımış olmam ve ondan feyz almış olmam benim açımdan ne kadar önemli bir bahtiyarlık ise, bu öğrenciler için de Allah hayırlı uzun ömür versin Salih hoca yarın öyle olacaktı.
Sonra ben de dersi hızla bitirdim ve son dönemin son dersi olması münasebetiyle kapanışı da yaparak öğrencilerimle Hoca’nın sohbetine yetişmek üzere salona gittim.
Memnuniyet verici bir durum olarak salonun iyice dolu olduğunu gördüm. Bu sevindirici idi.
Sonra arkalarda oturduğum yerde Hoca’yı dinledim. Artık sona yaklaşmışlardı. Lakin yine de talebe-yi ulum için paylaşılmasını arzu ettiğim önemli mesajları vardı:
Bunlardan biri tahsil için ön şartın ilgi ve alaka,  sevgi ve merak olduğu idi. Kendisinin latife yollu doktora yapmakta olan öğrencilerine eğer sevgi ve merakınız yoksa boşa yer işgal etmeyin hemen şimdi gidin de yerinize heveslileri gelsin demesi önemli bir mesajdı.
Ceplerimizde taşıdığımız On liralık kâğıt paraların üstünde resmi ve formülü bulunan Ordinaryüs Prof. Cahit ARF’ın matematikteki bu uluslararası başarısını neye borçlu olduğu sorulunca verdiği cevabın “sevgi ve merak” oluşuna gönderme yapmıştı.
Bir ikincisi özellik de bizim alanda ilim tahsilinin hasbi olması gerektiği, karşılığında dünyevi anlamda bir çıkar gözetmenin söz konusu olmadığı, ilmi dünyevi çıkar, şan ve şöhret için kullanmaya kalkanların  dünyada bile akıbetlerinin hoş olmadığı tarzındaki tespiti idi.
Bir üçüncüsü kendisi de eski bir sporcu olan hocanın sağlıklı kalmak için spora düzenli bir şekilde devam edilmesini sağlık vermesi.
Bir dördüncüsü hocalarının ortak bir özelliği olarak hicret vurgusu oldu. Ordinaryüs Prof. olan Zeki Velidi Togan Başkırdistan’dan  İstanbul’a hicret etmek zorunda kalmıştı.
Şu anda uluslar arası haklı bir şöhrete sahip olan Prof. Dr. Fuat Sezgin, 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sırasında üniversiteden uzaklaştırılan ve 147'likler diye bilinen akademisyenler arasındaydı. Almanya’ya giderek Carl Brockelmann’ın Geschichte der arabischen (GAL) adıyla başlattığı işi ileri taşımış 7./14. yüzyıldan itibaren gelişen Arap-İslam edebiyatı tarihine dair 13 ciltlik çalışmasını (Geschichte des Arabischen Schrifttums (GAS) Prof. Sezgin, bu çalışmalarıyla  Suudi Arabistan Kral Faysal Vakfı’nın İslami bilimler ödülünü 1978 yılında ilk alan kişi olmuştu.
Prof.Dr. Fuat Sezgin, Arap-İslam Bilimleri Enstitüsü için hazırladığı bilimsel araç ve gereçlerin benzerlerini yaptırarak, 25 Mayıs 2008 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı İstanbul İslam, Bilim ve Teknoloji Müzesi'nin açılmasında öncü rol oynamıştır.
Üçüncü isim olarak da benim de hocam olması sebebiyle anılmasından haklı bir sevinç duyduğum Hamidullah’ın memleketi Haydarabad’tan sürülüp Fransa’da vatansız olarak yaşamaya mecbur edilmesi ve burada pek çok uluslararası düzeyde çalışmaya imza atması, İslam’ın Avrupa’da tanınması konusunda önemli hizmetler görmesi.
Hicret ile hicran aynı kökten geliyor, illa ki ayrılık ve ucunda bir acı her daim  var oluyor. Gurbet de öyle. İşte o acılardır ki, kendi haline bırakılacak olsa kokuşacak olan ham deriyi tuz ve şapın pişirmesi gibi ilim talibinin hamlıklarını gideriyor ve onu pişirip olgunlaştırıyor.
Bitirirken Uğur Derman’ın dinleyicilerine “Çok güzel dinliyorsunuz, ama hiç kimse not almıyor!” şeklindeki sözüyle genç talebelerimize olan tarizi vardı. Buna karşı Garibce gibi kimileri sıraların altından çıkardıkları defterlerini sallayarak cevap verdiler. Akıllı telefonların devrede olduğu söylendi.
Bir arkadaşımızın da hocanın hatıralarının kitaplaşmış şeklini görme arzu ve temennisi vardı ve Dekan tarafından bu hatıratın adı da hemen oracıkta konulmuştu: Salihnâme.
Dua ile!
20.05.2015

GARİBCE


5 Mayıs 2015 Salı

Topal hidayet yarı yolda koydu!


Büyük İslâm bilginlerinden Kurtubî, hidayeti iki kısma ayırır[1]: Birincisi, açıklama, yol gösterme hidayeti. Bu konuda Kur’ân inanan inanmayan herkes için aynı konumdadır. Nitekim “Ve likülli kavmin hâdî = Her toplumun bir yol göstericisi vardır”[2]; “Ve inneke letehdî… = Şüphesiz sen dosdoğru yolu göstermektesin”[3] gibi âyetlerde hidayet kelimesi bu anlamda kullanılmıştır.
Hidayetin ikinci kısmı ise amaca ulaştırma, başarıya erdirme hidayetidir. “İnneke lâ tehdî men ahbebte… = Sen sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah, dilediğini doğru yola eriştirir”[4] âyetinde de bu ikinci anlamda kullanılmıştır.
Kurtubî merhumun bu ayrım ve izahı yerindedir. Ancak onun sözünü ettiği her iki  kısım da hidayetin ikinci ayağı olan teşri ile ilgilidir. Hidayetin birinci ayağını ise asıl olan tekvin oluşturur. O da Allah’ın biz insanları yaratırken iyiye, güzele, doğruya ve yararlıya yatkın, bunları ayır edebilecek donanımlara sahip kılınışımızdır. Yüce Allah biz insanları asıl yaratırken hidayet etmiş bulunmaktadır. Bugün biz Müslümanların sıkıntısı işte hidayetin bu ilk ayağını ıskalayarak her şeyi teşride başka bir ifade ile tekvine tutulan ayna mahiyetindeki indirilmiş kutsal kitaplarda arıyor oluşumuzdur. Oysa ki bu kitaplar tekvine yazılan kulanım kılavuzu gibidirler. Tekvin ıskalanarak, yok sayılarak teşri bizi hidayet edemez. Ciğeri çaylağa kaptırmamız halinde elimizdeki yahni tarifi ile karnımızı doyuramayız.
Tekvin ve teşri dengesini  illa ki kurmamız gerekiyor.
Dua ile!
05.05.2015
GARİBCE



[1]              Kurtubî, I, 160; Elmalılı, I, 167. el-Isbahanî, hidayetin ayrıca iki şeklinden daha bahseder (bk. Müfredât, 538).
[2]              Ra‘d 13/7  وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ   
[3]              Şûrâ 42/52.  وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
[4]              Kasas 28/56.  إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ

1 Mayıs 2015 Cuma

Torosların Ehmeti


Ahmet Fırat, Torosların Ehmeti, ALFA, İstanbul 2015.

Oğlak çobanlığından gecikmiş bir öğrenciliğe ve ardından öğretmenliğe oradan savcılığa, hâkimliğe, müfettişliğe, genel müdürlük ve nihayet Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına uzanan bir yolda benim sevgili ve saygılı Ahmet Abimin bu kitabını da kendisi gibi çok sevdim.
Yokluğu ve yoksulluğu bilirdim sanırdım. Ahır sekisini de… Başarının engellerini de. Belli ki Ahmet abim bu sarp yokuşları bir bir aşmış ve “dağ ne kadar yüksek de olsa yol onun üzerinden aşar gider” özdeyişi fehvasınca kendi çizgisinde varılabilecek yere kadar varmış.
İki gün önce misafiriydim. “Abi!” dedim, “hani emekli de oldun, seni bu seçimlere sebep aramadılar mı?” Onun talepkâr olmayacağını bilirim. “Yok!” dedi ve ben hayıflandım. İçi bal dolu kovanın etrafını eşek arılarının sarması kadar tabii bir şey yok. Ama arıbeyi, etrafına üşüşenleri değil, kovanı koruyacak ve ileriye taşıyacak olanları ille de bulmalı diye düşünürüm.
Fazileti, safiyeti, samimiyeti ile bende hayranlık uyandıran bu değerli abimin kadrini takdir etmemek hakşinaslık olmaz. Nitekim  dost ve arkadaşları da öyle yapmış ve hakkında hep güzel şeyler söylemişler.
Ahmet abim “sabır ve sebatın meyvesi”dir. Torosların Ehmeti ile gireceğiniz bir yolculuk esnasında Müftü Mehmet Arslan abimin de dediği gibi “Yer yer bir öykünün hazzını alır veya kendinizi de içine alan bir hatırayı yad etmenin duygusallığına gömülürsünüz. Bazen bir masal okumanın çocuksu neşesini duyarken bazen de gerçeklerin soğuk çehresiyle irkilirsiniz. Bir ahlaki erdeme uymanın önemine şahit olurken, fıkra gibi gerçeklerle veya gerçek olan fıkralarla yüz yüze gelirsiniz. Hayatın pek çok yönü ile ilgili olayları Torosların Ehmeti’nin yalın, sade, çoğu kez de beliğ anlatımı ile adeta yaşarsınız.”
Torosların Ehmeti,  “Var Olmak Kavgası”nın ete kemiğe bürünüp de görünür olması, hayata tutunması, hayat bulması ve etrafına hayat vermesi öyküsüdür. Bu haliyle Torosların Ehmeti, bağrı yanık Anadolu’nun saf ve kıt imkanlı  çocukları için gerçek anlamda bir ufuk insandır, rol modeldir. Bu itibarla yavrularımızın onu tanımaya ihtiyacı vardır.
Torosların Ehmeti, daha Öğretmen Okuluna başladığı senenin ilk yılında birlikte başladığı ve fakat belki de evlenmeyi akıllarına koydukları için onun gibi okumayı düşünmeyen birçok kişinin yeniden okumaya heveslenmesine sebep olmuştu.
İşte onlardan biri ve benim de abim olan Müftü Hüseyin Erdoğan’ın nitelemesiyle “yıllardır  sanki kadermiş gibi üzerine abanan fakru zaruret ve cehaletle budanan Anadolu çınarının kök sürgünlerinden bir fidanın varlık dünyasına boy atmasıydı” Torosların Ehmeti.
“O, yürürken ayağına diken, otururken kıçına firez batanların gerçek hikayelerine” tutulan bir ayna olmuştu.
Torosların Ehmeti’nde gelecek zamanın doğum sancıları da vardı. Ve toplumun her kesimine hitap ederek başarının, birilerinin sırtına kene gibi yapışarak ya da omzuna basarak değil dişle tırnakla nasıl kazanıldığını gösteriyordu.
Ayrıca Torosların Ehmeti, Aslan Avşarbey’in değerlendirmesiyle “Avşar-Türkmen kültürü ve diline ait örnek ve bilgiler ile de ayrı bir renk katmış ve bu alanda bir referans kaynak ortaya çıkmıştı. Anılarını yazmak isteyenler için çok güzel bir örnek” olmuştu.
"İnsanı değerli ve şerefli kılan, bir yerde olması değil, bir şey olmasıdır." diyen Torosların Ehmeti’ni okuyunca daha bir seveceğiz ve hayranlık duyacağız.
Son derece sade, akıcı ve edebi bir üslup eminim ki okurken bizi yormayacak. Biz okudukça o bize daha çok şey verecek.
Malum marifet iltifata tabidir.
Torosların Ehmeti Ahmet abime bu vesile ile müteşekkirim. Ömrü uzun olsun. Daha nice hayırlı eserler vermeye muvaffak olmasını dilerim.
Dua ile!
01.05.2015
GARİBCE





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...