28 Ağustos 2015 Cuma

1991 M.Ü. İlahiyat mezunlarımızla kahvaltı!


Sosyal medya işe de yarıyor. Eski mezunlarımız Hüseyin Özcan, Hasan Ali Gökdemir gibi  öncü arkadaşların girişimi ile bir olup bugün için Fakültemizde birlikte kahvaltı yapmaya karar vermişler. 170 kadar öğrenciden kırk kadarı bir araya gelmişler.
Önce sözü bize verdiler ve sonra da sırayla kimi uzun kimi kısa yapıp ettiklerini ve medeni hallerini anlattılar. İçlerinde dede olan henüz bir kişi vardı. O da talebe iken evlenmişmiş. Erken evlenen döl alır hesabı…
Bu öğrencilerimiz birbirlerinden ve bizden ayrıldıklarında hepsi de daha yirmili yaşların başındaydılar. Aradan 25 sene geçmiş ve karşılaştıklarında kimse  diğerini bıraktığı hal üzere bulamamış. Bunu anlatan espri şöyle idi: Yedi bayan öğrenciden katılan dört hanım Fakülteye girdiklerinde, saçı sakalı ağarmış, kafaları dazlamış  bir takım yaşlı yaşlı adamlar görmüşler. Bu amcalar da kim, bizim arkadaşlarımız nerede diye kendilerini istikbal edenlere sormuşlar.  Rivayete göre o amcalar da: Şurada duran teyzeler de kim acaba diyesi imiş.
Toplantı bitiminde Yümnü Sezen hocaya rastladık ve hemen onun etrafını çevrelediler. Hoca onlara bakarak: Yahu yaşlandığımızı mı göstermek istiyorsunuz? türünden takılıyordu.
Şaka bir tarafa ruhlar belki kocamıyor ama bedenlerimiz yaşlanıyor. Bu dünkü talebelerimiz de haliyle yaşlanmış, kiminin saçları ağarmış, kiminin  kafası açılmış. Önden açılmış ise cefadan, üstten ise sefadan, arkadan ise hanım dırdırından olurmuş. Ben, babamız Adem’in kafasını göğe sürtmesinden miras kalmış diye biliyordum. Demek daha öğrenecek çok şey var.
Bu değerli mezunlarımız iyi de ettiler ve sırayla hepsi de kendisini anlattı. Özlemlerini dile getirdiler. Mekan olarak her şeyin değiştiğinden değişmeyen tek şeyin binanın önünde yalnız başına ayakta durmaya çalışan –ki o da kurumaya yüz tutmuş- tek bir ağaç olduğunu söylediler. Bu hasbihal ve anlattıklarından beni çok bahtiyar eden birkaç hususu paylaşmak isterim:
Bu eski mezunlarımızın birçoğu vaktiyle İlahiyat fakültemize gönülsüz gelmiş ama zamanla hepsi de memnun olmuş ve aidiyetleriyle iftihar etmişler. Hayata yeniden başlama imkanları olsa yine bu Fakültede okuyacaklarını söylediler.
Hemen hepsi özellikle Marmara İlahiyat'ın gittikleri yerde itibarlarını artırdığında hem fikirdiler.
Aralarında ticaretle vb. uğraşanlar olsa da büyük çoğunluğu eğitime gönül vermiş ve idari görevlerde bulunmuşlar, sorumluluk almışlar. Belli ki eğitimimize önemli katkıları olmuş ve olmaktadır.
Çoğunun çocukları da kendi yollarında eğitim görüyorlarmış. Bu da haliyle sevindirici bir durum.
Zamana mekana ve kişiye göre değişmeyen mutlak gerçekliğe sahip çıkma ve adanmışlığa vurgu yaptılar.
Hanım mezunlarımızdan da bunca yaptığımız hizmetlere rağmen daha iyilerini yapmaya mecbur olduğumuzu ifade eden oldu.
Bir bayan mezunumuz da Garibce’yi takip ettiğini ve  arkadaşların da takip etmelerini arzuladığını söyledi. Hitamuhu misk oldu.
Bu arada Ziya Yılmazer hocamızın da “Bizi de tümden unutmayın, arada çaya çorbaya da çağırın!” diye takılması da yerindeydi.
Bir mezunumuzun da tespit ettiği gibi kırkından sonra  tanışıklıklar ne kadar olsa da eski dostluklar gibi olmuyor. İnsanların birbirlerine isimleriyle hitap etmesi ve yanlarında tabii davranabilmesi, birbirlerine takılabilmesi gibi güzel bir şey var mı? Eski arkadaşlıklar işte böyle bir şey, tadına doyum olmuyor.  Boşuna dememişler her şeyin yenisi dostun eskisi makbuldür diye.
Bu etkinliğin diğer mezunlarımıza da örnek olması dileği ile.
28.08.2015

GARİBCE 



Kardeşinizin ayağı kaydı mı?



Rivayete göre Hz. Ömer Şam ahalisinden güçlü kuvvetli bir adamı soruşturdu. Kendisine denildi ki: O, kendisini şaraba verdi. Hz. Ömer, kâtibine:
“Yaz!” dedi: “Ömer’den Falancaya. Selam üzerine olsun. Ben kendisinden başka ilah olmayan Allah’a olan hamdimi sana iletiyorum. Bismillahirrahmanirrahim. Hâ mîm! …”[i]  İleyhi’l-masîre kadar yazdırdı. Ve mektubu mühürledi. Ulağına: “Onu illaki ayık olarak bulduğun zaman kendisine ver!” diye de tembih etti. Sonra da yanında bulunanlara onun tevbe etmesi için dua etmelerini istedi.
O kişi kendisine mektup gelince onu okumaya ve şöyle demeye başladı: “Allah Teala beni mağfiret edeceğine dair vaadde bulunmuş ve azabı ile de uyarmış!”. Bunu tekrarladı durdu da sonra ağladı. Sonra içinde olduğu durumdan kendisini kurtardı, içkiden uzaklaştı ve güzelce tevbe etti. Durumu Hz. Ömer’e ulaşınca:
“İşte böyle yapın! Kardeşinizin ayağının kaydığını gördüğünüz zaman onu düzeltin ve onun ayağa kalkması için çaba gösterin, onun tevbe etmesi için Allah’a dua edin! Ona karşı şeytanlara müzahir olmayın!”.
Ey Koca Ömer! Senin irfanına ne çok muhtacız.
Bize kalsaydı bir tekme de biz atardık.
Büyüklüğünle yolumuza hep ışık oldun.
Fıkhın fıkhımız, heybetin sevgimiz oldu.
Dua ile!
28.08.2015
GARİBCE



[i] 1. Hâ, Mîm. 2. Bu kitap; ‘mutlak izzet ve ilim sahibi’ (‘Alîm Azîz) Allah tarafından indirilmektedir. 3. Günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, cezası sert, lûtfu bol... ki O’ndan başka tanrı yoktur... Yalnız O’nadır ayrıca, nihaî dönüş! [el-Mümin 40/1-3]

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Ne namaz ama!



Bir kimse nebiz çukuruna düşse, tabaklanmış köpek derisi içerisinde oradan çıksa, niyet etmese, namaza  tekbir yerine  onun Türkçe yahut Hintçe tercümesiyle  başlasa, kıraat yerine  sadece Müdhammetân’ın tercümesini okuyuverse, sonra rükuu terk etse ve tavuk yem toplar gibi  iki kez başını yere koyu koyuverse, aralarında oturma olmasa, teşehhüdü okumasa, sonra namazının sonunda selam verme yerine bile bile yellense… bu namaz olur. Bu kadarlık kısım namazın vacibi (farzı) için yeterlidir. Gerisi ise adab ve sünendir (yani vıttırı vızzık). [el-Menhûl, s. 614]
-Allah! Allah!  Bak sen hele! Bunu kim diyesi imiş?
-Mezhebinin fesadı belli olan Ebu Hanife.
-Deme ya?! Peki, ona bunu kim isnad ediyormuş?
-Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî et-Tûsî (ö. 505)
-Haydi ya!
Boşa dememişler: La yü’hazü mezheb min mezheb:
Bir mezhebin görüşü başka bir mezhepten alınmaz.
Ulema beyninde elbet olur hilaf
Lakin bize düşen illaki el-insaf

Dua ile!
24.08.2015

GARİBCE
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...