20 Ekim 2015 Salı

Lafu güzaf çilesi değil


Bizim Nail, Ümmi Sinan'dan üç dörtlük paylaşmış. Garibce de ona ilave dörtlükler dizmiş:

İkrar gerek bir ere
Göz açıp Didar göre
Sarraf gerek gevhere
Nadan bilesi değil

Bir pınarın başına
Bir testiyi koysalar
Kırk yıl anda durursa
Kendi dolası değil

Ümmi Sinan yol âyân,
Oluptur belli beyan,
Dervişlik yolu heman,
Tac u hırkası değil.
Ümmi Sinan

Aldı GARİBCE :

İlim matlup talibe
Hem erbabını bile
Talep yoksa nafile
Bu iş olası değil

Duydun mu fokur fokur
Talibim bina okur
Sanırsın kilim dokur
Saç baş yolası değil

Eğri büğrü yazanın
Orda burda tozanın
Dibi delik kazanın
Heyhat dolası değil

İlim nurdur günahsa perde
Dağlar aşıran azim nerde
Yoksa sende merhem derde
Ağarıp yüzün gülesi değil

********
Rahmet bürür de iner yağmur
Ruha inşirah kalbe surur
Ve huzur ancak anda bulur
Başka yerde bulası değil

Ömür dediğin ne tez geçer
Ecel şerbetin herkes içer
Hazır değilsen burda eğer
Münker Nekir gülesi değil

Hayatı çevirip kumara
İpliğin çıkarır pazara
Akibet girince mezara
Rabbin kimdir bilesi değil

Garibce verin gayra talkın
Salkımdadır hep neden aklın
Olmak istersen Hakka yakın
Lafu güzaf çilesi değil

18-20.10.2015

GARİBCE

7 Ekim 2015 Çarşamba

Dedim niye hala evlenmedin? Dedi ah be hocam!



Bugün danışmanı olduğum Yüksek Lisans öğrencisi ile tanıştım. İşi var, aşı var, boylu boslu üstelik de yakışıklı. Dedim yaş kaç. Dedi otuz. Çor çocuk? Dedi Hocam ben bekârım. Hayret dedim, senin gibi böyle yakışıklı biri bu yaşa kadar bekâr kalmış, bizim çevrede pek rastlanan bir şey değil diye takıldım. Hocam dedi, ben babamı küçükken kaybettim, şu anda anneme ve kardeşlerime ben bakıyorum. Öyle olunca da benim gibi biri kolayca evlenemiyor. Belli ki birkaç teşebbüs sırf bu yüzden akim kalmış.
Senin bakmakla yükümlü olduğun annen var, öyle ise ben seninle evlenemem. Hem ben istesem bile ailem istemez…
Aile algımız, yuva kurma töremiz belli ki çok değişmiş. İmdi bu anne kaybettiği kocasına mı yansın, kendine sebep evlenemeyen oğluna, uşağına mı yansın.
Allah buyuruyor ki “Siz kendinizi değiştirmedikçe, Allah sizi değiştirmez!” Siz ümmet olarak kendi değerlerinize sahip oldukça Allah sizi niye değiştirsin ki? Siz sapmadan Allah sizi saptırmaz. “Ne zaman ki saptılar, Allah da kalplerini saptırdı!” Bu hep böyledir. Siz direksiyonu dışa kırmadıkça Allah sizin arabanızı yoldan niye çıkarsın ki?
Diyelim ki baştan tedbir aldın, anne ya da baba kahrı çekmeyeceğin bir evlilik yaptın. Ama bir süre onlardan biri göçtü gitti geride anne ya da baba tek kaldı. İmdi bu yaşlılar ne olacak ve onlara kim bakacak? Baştan bakmayı kabullenemeyen sonradan başına geldiğinde kabullenebilir mi? Tam da huzuru bulmuşken, hayatın tadını çıkarıyorken yaşlı birinin ayak bağı olması, her işlerine karışan dırdırları çekilmez olan, bir takım garip tavırları bunamışlıklarına alamet kılınan bu insanların kahrı çekilir mi? Ee, o zaman bu insanların hali ne olacak? Ve sıra yarın bize geldiğinde  bu kez bizim durumumuz ne olacak?
İşte tam da burada huzur evleri imdada yetişiyor ve oraya yerleştirilen yaşlı ebeveynler için değilse de oraya yerleştiren evlatlar için gerçek anlamda huzur veriyor. İmdada yetişen huzur evleri, bozulan huzurun yeniden elde edilmesine, ya da hiç bozulmadan devamının sağlanmasına imkân sağlıyor. Öyle ise yaşasın huzur evleri ve iyi ki varsınız.
Giderek yaşlı nüfus hızla artıyor. Hal böyle iken huzur evlerine çok ihtiyaç duyulacağa benziyor.
Ne diyelim, Allah huzurumuzu bozmasın. Elden ayaktan koymasın.
Dua ile!
07.10.2015

GARİBCE 

3 Ekim 2015 Cumartesi

Sözün doğru olması yetmiyor; özün de doğru olması gerekiyor!


Bir zat anlatıyordu. Araba alıp satma işine başlamışlar. Ortağı durumunda olan biri, gelen bir müşteriye arabayı satmaya çalışıyor ve bir sürü asılsız övgüden sonra, “Abi sen al bu arabayı. Bu arabada ekmek var!” diyor ve bunu derken de hem vallahi hem billahi diye ne kadar yemin varsa hepsini ardı ardına sıralıyor. Müşteri gittikten sonra ortağına sitemle diyor ki: “Arkadaş yalan yere nasıl böyle yeminler edersin. Yemin öyle kolayca edilen bir şey mi? Allah’ın adını yalana alet etmek insanlığa, Müslümanlığa uyar mı?”. Ortağı olacak şahıs: “Arkadaş bizde yalan olmaz!” diyor ve arabanın bagajını açıp oradaki örtüyü kaydırıyor ve oraya koşmuş olduğu ekmeği göstererek “Bak!” diyor “işte ekmek”.
“Bunun üzerine o işten hemen ayrıldım!” diyor anlatan.
Doğru ne? Yalan ve eğri ne?
Sözün bizatihi kendisinin gerçekliğe uyuyor olması mı, yoksa karşıdaki insan üzerinde olan etkisi mi? belirleyici olan.
Sıffîn’de Muaviye taraftarları Hz. Ali  taraftarlarını Kur’an ile aldatmışlardı. Haricilerin “Allah’tan başka hüküm veren yoktur!” sözleri için Hz. Ali “Kelimetü hak ürîde bihâ’l-bâtıl = Bâtıla alet edilen hak bir söz!” nitelemesi yapmıştı.
“Baban evde mi?” diye soran kişi için, çocuğa babası bir daire çizdirip, elini de daire içine koydurup, “Babam burada yok!” dedirtmesi doğruya mı örnek oluyordu yoksa yalana mı?
Birisi elinde silahla diğerini kovalıyorken kaçanın saklandığı yeri gördün ve kovalayan sana onu görüp görmediğini sordu ve sende yalandan nefret ettiği için doğruyu söyledin ve adam buna sebep öldürüldü. Şimdi senin doğruyu söylemen acaba doğru oldu mu? Yalan söyleseydin de adamın hayatını kurtarmış olsaydın acaba yaptığın şey daha doğru mu olacaktı?
Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür. Görülüyor ki doğru olanı yapmak her zaman doğruyu söylemekle olmuyor. Sözün bizatihi doğru ya da eğri olması önemli değil, asıl önemli olan onun karşıdaki insan üzerindeki etkisi ve sonucu oluyor.
Tek başına sözün doğru olması yetmiyor, özün de doğru olması gerekiyor.
Kelamda senin ne dediğinden çok galiba karşıdakinin ne anladığı önemli oluyor.
Dua ile!
03.10.2015

GARİBCE 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...