27 Nisan 2016 Çarşamba

Eh ne yapalım ? Kendi tercihi!


Nasrettin Hoca eşeği ile bir yere gidiyormuş. Yolda giderken eşeği başlamış eşek tersi koklamaya… Hayvan ısrarlı bir halde koklar durur, arada da bir dudaklarını bir tuhaf ederek başını  yukarı kaldırır adeta mest olmuş edayla kokusunu habire içine içine çekermiş.
Hoca hemen hayvanın yem torbasını almış ve o koklamakta olduğu eşek tersini torbasına bir güzel doldurmuş ve sonra da boynuna asmış.
“-Aman Hoca ne yapıyorsun?” diyenlere de?
“-Eh ne yapalım? Kendi tercihi!” demiş.
Öyle ya kendi tercihi…
Bu sözü ve benzer tepkiyi artık daha çok duyar olduk.
Çocuk yanlış yapıyor… Bırak yapsın… Kendi tercihi deniyor.
Talebe yanlış yapıyor. Kendi tercihi…
Vatandaş yanlış yapıyor… Kendi tercihi.
Öyle olunca da olmuyor.
Acaba bir insan olarak buna, bu şekilde bir tepkisizliğe hakkımız var mı?
Bile bile ölüme gidene eh ne yapalım kendi tercihi demeli miyiz.
Kendini zehirleyen gençlere eh ne yapalım kendi tercihleri diyebilir miyiz.
Yoksa kendimizden olduğu kadar tüm insanlığın gidişatından ve insanların yapıp ettiklerinden de  imkanımız nispetinde sorumlumuyuz.
Müslümanlık, “Bana ne? Kendi tercihi, Ne haltı varsa görsün!” şeklindeki bir yaklaşımı pek tasvip etmez gibime geliyor. Hele “emr-i bi’l-naruf ve’n-nehy ani’l-münker” gibi bir müessesesi varken. Bu o kadar önemli bir ilke ki Mutezile mesela bunu beş esaslarından biri kabul etmiştir.
Eline beline diline sahip olmak en büyük erdemdir, tamam. Ama eliyle, diliyle, kalbiyle düzeltmek de aynı şekilde erdem değil midir?
İnsanlık, hele hele de Müslümanlık zor vesselam!
Dua ile!
27.04.2016

GARİBCE


23 Nisan 2016 Cumartesi

Su gibi aziz olasız!



Su hayat olduğundan mı, aslımız su olduğundan mı suyu hep aziz bilmişizdir.
Su saftır, berraktır. Böylesi bir safiyete ne de çok ihtiyacımız vardır. O da bulanır elbet, lakin çok geçmez durulur ve eski halini alır.  İçine ne kadar hırhış, pislik vb. boca edilse bir süre sonra onların hepsini dibine çökertir ve özündeki o saf ve berrak şeklini gene alır. Nasıl necisü’l-ayn varsa ve onun temizlenmesi mümkün değilse onun tam da zıddı olarak su tâhiri’ül-ayndır ve hem de mutahhirdir. Tâhirdir, tahûrdur; temizdir, temizleyicidir. Sevgili Peygamberimiz: “Hiçbir şey suyu özünde necis kılamaz!”[1] buyurmuştur. Elbette içine başka nesneler ve özellikle de necis/pis şeyler karıştığında tadını, kokusunu ve rengini değiştirecek hale getirdiğinde temiz ve temizleyici özelliğini kaybeder. Ancak bu geçici bir durumdur. Çünkü pislik onun özüne sirayet edemez. O bir şekilde temizlenip yeniden eski halini alır. Bunun için buharlaşması gerekiyorsa ona dahi kodlanmışlığı vardır.
Çakıldan/kumdan süzülme, tortuyu dibine çökeltme, hafiflerini üzerinden akıtma gibi bir çok tabii arınma yolu yanında bugün kullanılan teknolojiler sayesinde atık sular rahatlıkla yeniden kullanılabilir hale getirilebilmektedir.
İşte suyun azizliği budur.
Keşke insanımız da böyle olsa. Aslımız gibi biz de su gibi aziz olsak. Özümüz itibariyle kirlenmesek. Bize bulaşan pislikleri üzerimizden kolayca atabilsek. Kendi özümüzü arıtabildiğimiz gibi başkalarının arınmasına da katkıda bulunabilsek.
Saf ve duru olsak. Başkaları bizi kendi özlerine ayna yapsalar.
Bir yudum hayat olsak; nice hayatın gailelerinden boğulmak üzere olanlar  o tek yudumluk katkımızla hayata yeniden tutunsalar.
Su gibi akıcı olsak; illa ki yatağımızı, Hak ve hakikate açılan yolumuzu bulabilsek.
Su gibi kandırıcı olsak. Bize bakanlar, bizi dinleyenler kana kana ab-ı hayat içiyormuş gibi yüzümüzden, sözümüzden haz alsalar, iliklerine kadar kansalar.
Hayatı çekilmez olanlar bizimle hayat bulsalar ve sonunda bize de nice canlar “Su gibi aziz olasız!” deseler.
Su gibi, ciğerimizin başını buz gibi edecek bir içim su gibi, tek bir yudum su gibi ve hatta ahir nefeste dudağımızı ıslatacak bir damla su gibi aziz olasız!
Dua ile!
23.04. 2016
GARİBCE




[1] سنن ابن ماجه ت الأرنؤوط 1/ 327  عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، قَالَ: انْتَهَيْنَا إِلَى غَدِيرٍ فَإِذَا فِيهِ جِيفَةُ حِمَارٍ، قَالَ: فَكَفَفْنَا عَنْهُ حَتَّى انْتَهَى إِلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - فَقَالَ: "إِنَّ الْمَاءَ لَا يُنَجِّسُهُ شَيْءٌ"، فَاسْتَقَيْنَا وَأَرْوَيْنَا وَحَمَلْنَا.
521 -  عَنْ أَبِي أُمَامَةَ الْبَاهِلِيِّ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ -: "الْمَاءَ لَا يُنَجِّسُهُ شَيْءٌ إِلَّا مَا غَلَبَ عَلَى رِيحِهِ وَطَعْمِهِ وَلَوْنِهِ"

19 Nisan 2016 Salı

Bir sevda ardına düşer giderim



Ben bir garibceyim hayat salında
Ceviz yemek neme erik dalında
Gözüm yok dünyanın yağı balında
Bir sevda ardına düşer giderim

Bir yol tuttum ağardı saçım başım
Artık kemale erdi zahir yaşım
Bitiririm bir türlü bitmez işim
Bir gün olur ben de çeker giderim

Garibce der zinhar ne oldum deme
Büyük lokma ye büyük laf etme
Haset etme çalış gayra kin gütme
Son söz hakkın helal et der giderim

Dua ile!
19.04.2016

GARİBCE 

18 Nisan 2016 Pazartesi

Güvenimizi kaybettik



Neden yüzün abus olur sen beni görünce
Neden güvenemem sana ben ardım dönünce

Hani mümindik mümin nasa güven verendi
Vasat ümmet çün ilmek ilmek huzur örendi

Ne oldu da özümüzden kaçtı gitti güven
Ortada pek çaresiz kaldık dizini döven

Ah nettim de ne yaptım öyle biçare kaldım
Bedel ödemeden boşa hülyalara daldım

Sonunda bir fatura kondu ki önümüze
Daha bakamaz olduk aynada yüzümüze

Eline beline diline sahip olmadan
Nasıl güven hüküm sürerdi ki bre nadan

Yalancı hazların peşinde hevaya daldık
Ham bir hayal âlemine dizginleri saldık

Hep böyle sürer sanmıştık heyhat  olmadı bak
Bir fitne ateşi sardı da uyandık ancak

Bedel ödüyoruz şimdi kaos salma saldı
Ne sende bana ne bende sana güven kaldı

“Fitne katilden beter” buyruğuna ver kulak
Garibce sonumuzu hayra tebdil etsin Hak

Dua ile!
18.04.2016

GARİBCE

17 Nisan 2016 Pazar

Settar katında affa yüzün olmaz mı




Neden öğürürsün arkadaş konuşmak varken
Ağzından çıkan tatlı hoş bir sözün olmaz mı
Kaba sabalık dediğin insanlığa arken
Dostça yüzümüze bakan bir gözün olmaz mı


Neden okşamazsın yetim başı yok mu elin
Açmaz mı gönül bahçende tek bir gonca  gülün
Neden karartırsın cilasın ayine-i dilin
Hakkı yansıtan dupduru bir özün olmaz mı

Neden başka yerde aran Garibce huzuru
Bulursun anı ancak özün olanda duru
Ne olurdu örtseydin işlediğim kusuru
Anda Settar katında affa yüzün olmaz mı

Dua ile!
17.04.2016

GARİBCE

16 Nisan 2016 Cumartesi

Karın gurultusun sen söz mü sandın





Allah “sözü dinle” der söz ağızdan çıkar
Mide geğirtisin nadan sen söz mü sandın
Bil ki söz anlam taşır özden öze akar
Karın gurultusun nadan sen söz mü sandın

Söz vardır yüreklendirir ocaklar yakar
Söz vardır zulme teşnedir bucaklar yıkar
Söz vardır akrep olur nice masum sokar
Savaş gürültüsün nadan sen söz mü sandın

Arif dediğin sözün hem demin bilmeli
Söz duyulanda karşıda yüzler gülmeli
Kemter dilim seni dilim dilim dilmeli
Eşek anırtısın nadan sen söz mü sandın

Garibce dinle sözü uy en güzeline
Sahip ol her nerdeysen eline beline
Salma gem vur kem sözlü yılan diline
Esed bağırtısın nadan sen söz mü sandın

Dua ile!
16.04.2016

GARİBCE

gayrı tarın şevki yok



gül hazîn, sümbül perîşan, bâğ-ı zârın şevki yok,
dertnâk olmuş hezârın nağmenkârın şevki yok.
başka bir hâletle çağlar cûy-i bârın şevki yok.
âh eder inler nesîm-i bî-karârın şevki yok.
geldi ammâ neyleyim sensiz bahârın şevki yok.
(recaizade mahmut ekrem)

----oOo----

Açtın yolu ey rehber düzüp kervanı gittin
Yolunda olsa da sensiz çaryarın şevki yok

Uzak düştük heyhat  kesilti rahmet esintin
Yıkıldı mülk-i adl cümle diyarın şevki yok

Sen mekarim-i ahlakı itmama gelmiştin
Esnaf eksik tartar oldu pazarın şevki yok

Neden kimse itkan ile yapmaz oldu işin
Neden kamu hep bana der aharın şevki yok

Garibce çok söyledin boşa nice ah ettin
Bozulmuş tümden ayar gayrı tarın şevki yok

---oOo---
Anınca adını sekinet iner   Ey Resul
Yadın yoksa vuslatta bile yarın şevki yok

Değilse siretin bize üsve-yi hasene
İçi dışı abad olsa da dârın şevki yok
---oOo---

İntisabım sanadır yolun ise yolumdur

Sensizlikle ey Nebi iftiharın şevki yok

 

Yolunda yol alıp akıbet Hakk’a varmayan

Dünyada olsa da hoş iştiharın şevki yok

 

İkra’ buyurdu davetin tebliğ ettin gittin

Issız kaldı Hıra bak gayrı gârın şevki yok

 01.07.2022

Dua ile!
16.04.2016
GARİBCE

Çaryar: Cihar yar-ı güzin: Dört halife
Mekarim-i ahlak: Ahlakî güzellikler, erdemler
İtkan: İşi sağlam, kaliteli yapmak

Tar: Azeri sazı


14 Nisan 2016 Perşembe

Ocakta uşak mı kaldı bre oğul!


Efendim, malum asırlar boyu bir yaşam biçimimiz vardı. Hem üretim hem güvenlik gibi saiklerle hep bir arada yan yana sırt sırt yaşardık. Kızımızı gelin verirdik, ellere giderdi. Ardından nice hasretlik türküleri söylerdik. Oğlumuza gelin getirirdik, içimizde erirdi.  Sonra bunların birkaç çocuğu oldu da artık ayrılmak ve yeni bir yuva kurmak dilerlerse hemen yanıbaşımıza bir oda ekleyiverir ve onu oraya  ayırırdık. Evlerimizin yapımı için üç duvar yeterdi. Dördüncüsü zaten hazır olurdu. Mevcut büyük evin en dış duvarı üzerine hatıl başları konur, yeni üç duvarla da bu iş bitiverirdi.
İmdi böyle bir yuvada doğan ve büyüyen çocuklar, dedesinin, ninesinin kucağında, amcaoğulları ile hep birlikte yek vücut gibi büyürlerdi.  Benzetme gerekirse  patates ocağı gibi olurdu. Bir, iki olur iki de Allah ne verdi ise o kadar çoğalırdı. Ama ne kadar çoğalsalar da hepsi aynı ocağın içinde birlik halinde olurlardı. Aile hem üretim hem de tüketim birliği idi. Ailenin bir reisi olurdu ve reis sahip olduğu temsil yetkisiyle aile bireyleri üzerinde bir takım haklara da sahip olurdu; velayet yetkisi ve buna dayalı olarak tedip ve terbiye ve hatta bazen teczie (cezalandırma) şeklinde bir takım tasarruflarda bulunabilirdi.
Böyle bir aile yapısı içinde söz gelimi çocuğun babası olmüşse velayet yetkisinin dizinde büyüdüğü dedesine, onun yokluğunda beşiğini sallamış, nicedir sırtında gezdirmiş ağabeyine ya da hep gölgesini üzerinde, müzaharetini ardında hissettiği amcasına  geçmiş olması hiç yadırganmazdı ve bu  mahza adalet ve hikmetin ta kendisi olarak görülürdü.
İmdi gelelim bizim yaşamakta olduğumuz hayatımıza. Sanayileşme ve ona bağlı olarak kentleşme ve göç olgusu bizi birbirimizden koparmış ve aileyi tam anlamıyla savurmuş ve un ufak etmiştir.  Hani mısır patlatmak için mısırı tavaya koyarsın da karıştırmaya başlarsın, belli bir süre sonra patlayan tavayı terkedip sıçrayabildiği kadar uzaklara gider ve geride bir şey kalmaz ya aynen öyle. Artık ne üretim birliği kaldı ve hatta ne de tüketim. Çekirdek ailelerde artık yemekler de ya dışarıda yeniliyor ya da herkes kendi başına bu işi hallediyor.
Herkes iş buabildiği ve karnını doyurduğu yere gidiyor. Aile bireyleri artık ülke içinde bile değil dünyanın dört bucağına dağılıyor, her biri bir yerde oluyor. Çocuklar dedelerini, ninelerini tanımıyor, amcalar yeğenler bir birini bilmiyor, kuzenler birbirlerini hiç görmemiş oluyorlar. İşte böyle bir durumda babası ölen çocuğa en yakın duran kimse, bütün varlığı ile kendisini ona adamış olan anne olması gerekiyor.
İmdi böyle bir ortamda anneye Hıdane hakkı tanıyıp da velayet hakkından hiç söz etmemek bizzat yaşadığımız kendi gerçekliğimizde pek karşılık bulmuyor.
Allah adaleti emrediyor.
Fıkhımız adalet esası üzerine kuruludur diyoruz.
Ama elbisesini yenilersek bu işi kotarırız sanıyoruz. Oysa ihtiyaç olan, yeni elbise yanında uygun yeni yaşam alanları ve koşulları da oluşturmak gibi gözüküyor.
Dua ile!
14.04.2016

GARİBCE 



3 Nisan 2016 Pazar

Bi de tuttuğun yol yanlışsa var ya!


Öğrenci bu ya bazen olur bir bilgi ardına nicedir yola düşer, bazen olur elinde eteğinde ne varsa döker alır başını gider.
Az önce sınıfta hoca masasında terkedilmiş bir el-Edeb nâm öğrenci kitabı gördüm. Arap edebiyatına dair üçüncü düzeyde olan bu kitaba şöyle bir baktım, kitapta okunan yerlerin her tarafı notlarla dolu. Bu arada hemen bir iki not gözüme ilişiverdi. Belli ki hoca önemine binaen bazı şeyleri anlatmış, o da usta bir avcı gibi o bilgileri kitabının yanına hemencecik kaydetmiş. Öyle ya avı yakaladın yakaladın yoksa uçar gider. Bilgi de öyle. İlla ki kaydedeceksin.
Fakat av diye tuttuğun bilgiler de gerçekten av olacak, öyle çarık çürük türden olmayacak.
Bu gayretli (!) talib- ilmin daha ilk üç beş sayfa içinde gözüme ilişen hatalı yazılmış notlarına bakın:
Necib Mahbuz  Doğrusu : Mahfuz
Şurubîlik: Şu‘ûbîlik = Arap milliyetçiliğine karşı gelişen bir hareket.
النقْطْ = edebi eleştiri: Tı ile değil dal harfiyle olacak.
 الاستدرَد  = Ara cümle:  الاستطراد olacak. Konu ile ilgisi olmadığı halde yeri gelmişken verilen bilgiler için kullanılan bir tabir; ek, ara cümle demektir.
المعنى ببطن الشائر = Şâ‘ir tabi ki ayın ile olacaktır.
Talebenin gayretini ve bu notları görünce hoca olarak bizlerin talebenin ilk kez duyacağını tahmin ettiğimiz isim, terim vb. gibi kelime ya da cümleleri illa ki yazarak onların gözlerine de hitap eder şekilde vermemiz gerektiğini bir kez daha tecrübe etmiş oldum.
Tuttuğun not yanlış ise hal böyle. Ya bir de tututğun yol yanlışsa o zaman vah ki vah!
Sizce de öyle mi?
Dua ile!
03.04.2016

GARİBCE 

1 Nisan 2016 Cuma

Bir de derler ki bizim talebeler şöyle böyle!


Bir de derler ki bizim talebeler şöyle böyle!
Elbette bizim talebeler içinde de şöyle böyle olanlar vardır ve olacaktır da. Bu kadar öğrenci içinden hoşunuza gitmeyecek tiplerin çıkması normal görülmeli. Fakat bizim talebelerin içinde öyleleri de var ki ben hoca olarak onlara gıpta etmekteyim.
Daha demin iki öğrenci geldi. Malum vize haftası ve fotokopi bürosu şu anda oğul vermekte olan arı kovanı gibi. Notlar uçuşuyor, notların ardına düşülüyor, iz sürülüyor vs. İşte böyle bir hengâme içinde bu ikisi bir not bulmuşlar, ama ne not. Bir kere hem ders zormuş hem de dersin hocası daha bir zormuş. Notu tutan da Allah için çok güzel tutmuş. Özet ama ne özet!
İmdi “Hocam bizim bu notu kullanmamız caiz midir?” deyu sormasınlar mı?
-“Allah Allah  ne varmış bunda?!” dedim.
-“Hocam olur mu? Emek var emek…!” dediler. “Üstelik izni de yok, eğer olsaydı paylaşılmak üzere fotokopi servisine verirdi. Teamül öyle çünkü. Bu, belli ki bilgisayardan kendisi için çıkış almak için oraya yüklemiş ve fakat orada da unutmuş. Şimdi biz onun bu notunu alırsak haksızlık olmaz mı?!”
Sonra fazla uzun olmamak kaydı ile biraz daha konuştuk. Sonunda -“Eee ne yapacaksınız şimdi?” dedim.
-“Galiba kullanmayacağız hocam!” dediler. Ben de onların bu güzel hallerini takdir ettim. “İstefti kalbek velev eftâke’l-müftûn!” denilmiş, dedim. Fetva şöyle ya da böyle bulunabilir, hikmet müminin yitik malıdır denir, kedinin yiyeceği yavrusunu küle beleyip de fareye benzeterek yemesi gibi illa ki her şeye bir bahane bulunabilir. Ama aslolan kalbin/ vicdanın tepkisidir, onun sesine kulak verilmelidir.
Bu not hocanın kendine has olmak üzere özel olarak hazırlamış olduğu bir not değil, öğrencisinin eline geçmesini istemediği bir doküman değil vb. Hani o yüzden şöyle ya da böyle denilebilir ama işin içine girilip de biraz daha derinden bakıldığı zaman görünen şey sanki farklı olacak gibi duruyor. Velev ki bu notlar izinli bile olsa.
Şöyle ki: Hoca falanca ders için filan filan kitapların okunmasını dersin geçilebilmesi için diyelim ki şart koşuyor. Bundan maksadı muhtemelen şudur. Talebe bu kitapları  uzun bir zamana yayarak, sindire sindire  okusun, her bir kitabın diline, üslubuna, müellifin düşünce biçimine, yapılan tahlillere vb. vakıf olsun. Bütün bunlardan onda bir tortu kalsın. Sonra bu tortular biriksin biriksin ve o öğrencinin müktesebatını oluştursun, dolunca da tahliye borusundan dışarı atmaya başlasın, hoca olsun.
İmdi talebe ne yapıyor: İçlerinden bir iki kişinin emek verip çıkardığı özeti okumakla yetiniyor. Hatta kimileri o özetin de özetini çıkarıyorlar. O kadar  ki eğer bu notlarda bir yanlışlık, ya da şifreleme, veyahut da hata varsa bunlar aynısıyla verilen cevaplara da yansıyor. Cevap kâğıtları sanki birbirlerinden kopya çekmişler gibi bir intiba veriyor. Hâlbuki öyle değil, sadece hepsinin kaynağı bir.
İmdi talebe özetin özetini  ya da daha iyimser bir şekilde diyelim ki özeti okursa ve bu hep böyle devam ederse, o dersten geçse bile kendi dağarcığında tortu namına hiçbir şey kalmayacak ve  lüzumlu görülen o ders tam anlamıyla boşa çıkmış olacak.
Eğer özet işi böyle bir neticeyi doğuruyorsa o zaman gerçek erdem sahibi bir öğrenci izinli de olsa başkalarının notuyla değil, kitabın tamamını okuyarak ve kendi notunu kendisi çıkararak okumalı derim. Öyle olursa hem okuma alışkanlığı kazanır ve hem de çok geçmeden okumanın hazzına varırız.
Bu vesile ile cümle öğrencilerimize başarılar diliyorum.
Dua ile!
01.04.2016

GARİBCE

İyilik ahlaktır!

Dediler ey nebi iyilik nedir
Haktan buyruk olsun sen  bize bildir

Dedi nebi canlar kurban olası
Ahlaktır her şeyin dinde alası

Ha doğuya dönmüşmüşsün yüzünü
Ha batıya, Sen Hakka tut özünü

İyilik imandır kalpte yer eder
Hep oradan filizlenir erdemler

İyilik vermektir tutkuyla malı
Malda yoksulun da hakkı olmalı

Açsa yakınların, öksüz canların
Ne hayrı olur yığın yığın malların

Ne zaman verdin cana, can yongasın
Kazandın o an  dünya sınangasın

İyilik Allah’la olmaktır oğul
Miracı sen gel de namazında bul

Zikri daim olsa da hep hedefin
Bari beşin hakkın vererek yetin

İyilik zekattır, arınmaktır zekat
Sen bir ver bak Allah artırır kat kat
İyilik bezmi eleste vefadır
Vefa gönle safa ruha şifadır

İyilik sabırdır kalanda  zorda
İmdad etmektir her kalana darda

İyilik sadakattır başta  elbet
Hemi istikamettir ilelebet

Felah budur ey Garibce gör gayrı
Takvasız bir hayatın olmaz hayrı

Dua ile!
01.04.2016
GARİBCE

Not: Bu manzume el-Bakara 2/177 ayetinden mülhem olarak yazılmıştır.

{لَيْسَ البِرَّ أَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ المَشْرِقِ وَالمَغْرِبِ، وَلَكِنَّ البِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَاليَوْمِ الآخِرِ وَالمَلاَئِكَةِ وَالكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى المَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي القُرْبَى وَاليَتَامَى وَالمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ، وَالسَّائِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ، وَأَقَامَ الصَّلاَةَ، وَآتَى الزَّكَاةَ، وَالمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُوا، وَالصَّابِرِينَ فِي البَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحِينَ البَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ المُتَّقُونَ} [البقرة: 177]


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...