28 Ocak 2016 Perşembe

Ha ham sofu ha ham armut!


Ha ham sofu İslam adına nasa etkisi
Ha ham armut boğazda, verilen tepkisi

Hayırlı işler mi basmaz asla kafası
Ama yazık boynunda İslam yaftası

Örneklik mi, sözde o biçimdir fiyaka
Lakin görüp bakan haline silker yaka

Keşke olsa yüzündeki kazan karası
Olacağına pak İslam’ın yüzkarası

Garibce illa ki ufukta temsil lazım
Temsil olmadan tebliğ olmaz cancağızım

Dua ile!
28.01.2016

GARİBCE 

26 Ocak 2016 Salı

Kar yağıyor kime rahmet kime zahmet!




Kar yağıyor dualar göğe ağıyor
Çocuk gözünde karla tatil yağıyor
Tek tük tezgah açmış pazarcı esnafı
Kuşlar gibi günlük rızkını arıyor

Kar yağıyor örtüyor hemen her yanı
Kuşlar çırpınıyor kurtarmaya anı
Ne içecek var ne bir lokma yiyecek
Görmez mi Allah onları kollayanı

Kar yağıyor oh evde kebap kestane
Neme soğuktan donan evsiz kaç tane
Kim verir bunun hesabını ya Deyyan
Bomboş dururken hem de binlerle hane

Kar yağıyor toprak oluyor pür neşe
İster ki bereket içine erişe
Bilemedim kime rahmet kime zahmet
Garibce aklım ermedi gitti bu işe

Dua ile!
26.01.2016

GARİBCE 

Karne Heyecanı




Çocuk büyüdü yeni bir eşik atladı
Bu yeni dünyasının okul idi adı

Annesi babası gayrı gölgede kaldı
Onların yerini şimdi öğretmen aldı

Her gün sırtında çantası okula gitti
Böylece günler geçti koca dönem bitti

Gün geldi ve bir heyecandır sardı onu
Aldı karnesin bunca yorgunluğun sonu

Baktı süzdü yukardan aşağı karneyi
Buldu notlarını hepsi de çok çok iyi

Kaldırdı karnesini sevinçten havaya
Diyerek ey millet bakın bakın buraya

Bakın işte karnem bugün benim günüm
Bir dönem yorgunluğuma sebep dünüm

Neşeyle koştu hemen aile ocağına
Atıldı karne elinde anne kucağına

Sevindi anne babası bağra bastılar
Karneyi görünsün diye duvara astılar

Gelenler gördü dediler yok bunda kırık
Hepsi de eylediler onu candan tebrik

Bir de tembel mi tembel bir öğrenci vardı
Karne dağıldı ya onu bir kaygı sardı

Kırıktı bütün notları ta baştan beri
Telafisi de yoktu gayrı bundan keri

Bir kabus çöktü üstüne, ne bahaneyle
Nasıl eve dönecekti ki bu karneyle

Gösteremedi onu kimseye sakladı
Çekildi bir köşeye sessizce ağladı

Ey insan sen de şimdi aynısın dünyada
Sana da verecekler bir karne ukbada

Hayır işlerde yorulmuşsan eğer burda
Sağından vereceklerdir karneni orda

Sallayıp da karneni gösterip işte diye
Gelin diyecek hâumukraû kitabiye
(hâumukraû kitabiye: İşte kitabım gelin okuyun!)

Solundan verilense  ah yandım diyecek
Bin bir kez dönmeyi dünyaya dileyecek

Pişmanlık diz boyu oldu nice ah etti
Lakin yok ki telafi  sınav çoktan bitti

Sırat kurulmuştu bile cehennem üstüne
Bileti kestiren gitsin dendi cennetine

Bil ki sırat kılıçtan keskin kıldan ince
Düşen cehenneme düşer ordan düşünce

Ehli cennete vardır hüsna ve ziyade (Hüsnâ: Güzellik, cennet. Ziyade: Cemalullaha mazhariyet)
Cennet şarabından içerler türlü bade

Ehli nara da denir tıkının zıkkımı
Üstüne de için hamimi şürbe’l-himi
(hamimi şürbe’l-himi: Suya kanmayan devenin kaynar suyu içişi gibi)

O gün adli ilahi ile hüküm oldu
Herkes ne ekti ise sade onu buldu

Eden bulur hayır şer karşılığını görür
Herkes kendi od’unu burdan kendi götürür (od: ateş)

Ne cennet umudu ne cehennem korkusu
Garibce saik olmalı cemal tutkusu

Dua ile!
25.01.2016
GARİBCE


24 Ocak 2016 Pazar

Koç’un ölümü ardından!



Bir kış günü mevsim, güneş açmış mı ne
Görünen bir alamet yoktu sanki hüzne

Ölüm bir gerçek her can tadacak onu
Ve değildir bilene her şeyin  sonu

Dediler Koç ölmüş ey dünya durma ağla
Holdingi vardı ardından karalar bağla

Dünya döndü gene aldırmadı bile
Dedi dedesi de göçmüştü vaktiyle

Ben bir değirmenim canda olmaz hakir
Vakitse yok bizde ayrım zengin fakir

Ben bir sınav arenasıyım bilen bilir
Soru faslında gör başa neler gelir

Kimi kimsesizdir kılar imam tek başına
Kiminin bir namaz bile düşmez naşına

Öbür yanda tekmil hazır olur ekabir
Ne var ki ikisini de bekler aynı kabir

Şaşalar debdebeli merasimler kalır burda
Sade iman ve salih amel eşlik eder orda

Bir de ardından sadaka-yi cariye varsa
Ve de bıraktığı ilim, gayra yarar sağlarsa

Bir de ardından varsa evladın hayırlısı
Dürülür defterin fayda vermez gayrısı

Kimsesizlikte işte ararsan  eğer örnek
Umuda yolculukta karaya vuran bebek

Ve birlikte  kıyıya vuran yüzlerle ceset
Ruhlar gibi bedenler de Allah’a emanet

Şimdi Allah’a ayan bize ise karanlık
Kimin ahireti öbüründen daha aydınlık

İman kimde bilinmez lakin amelleri
Hayrına şahit kılar ardından binleri

Allah Adem’e tüm esmasını öğretti
Tecellisine de kendini memur  etti

Kim daha çok esmayı indirdiyse yere
Cennet ona hazırlanıyordur habire

İş ver binlere tecelli etsin sende Rezzak
Bir de ihlas, gerisini sen Allah’a bırak

Ve esma tecelli edecek sende bende
Melekler anlayacak hilafeti o demde

Ya Rab sebkat eyle bize de rahmetin
Garibce kuluna da aç sırr-ı hikmetin

İnna lillah O’ndan geldik O’na döneriz
Cümle geçmişlerimize rahmet dileriz

Dua ile!
24.01.2016

GARİBCE 

Bozulmuş bağlara döndün mü gönül



Yiğitliğin elden gittiği yel gibi
Damağın tadı kaldı bal gibi
Hoyrat eli değmiş gonca gül gibi
Bozulmuş bağlara döndün mü gönül (Karacaoğlan)

Kendini büyük adam bilirdin
Böbürlenip alemde gezinirdin
Bakmazdın sansağına şişinirdin
Aldılar havanı söndün mü gönül

Zahmetsiz bekledin öyle rahmeti
Bilmedin sahip olduğun devleti
Kıskandın hep, gayra Haktan nimeti
Haset narıyla göğündün mü gönül

Benim sandın makam mevki bulunca
Gider sandın eskisi gibi yolunca
Dizin tutmaz gözün görmez olunca
Bin bir nedamet dövündün mü gönül

Garibce küllü fani hüve’l-bâkî
Dünya yalandır bel bağlayan şaki
Hayat bir serap mey sunsa da saki
Boş hayal ile övündün mü gönül

Dua ile!
24.01.2016

GARİBCE 

İncecikten bir kar yağar


İncecikten bir kar yağar
Tozar tatil tatil diye
Cümle nas ehl-i keyf olmuş
Azar tatil tatil diye

Dört mevsim kış ardından yaz
Zengin olana farkı az
Karın sefası beyaz
Gezer tatil tatil diye

Gelinlik giyer kış beyaz
Soğuğu yoksula ayaz
Garibce der insaf biraz
Bezer tatil tatil diye

Dua ile!
24.01.2016

GARİBCE 

22 Ocak 2016 Cuma

İstikamet özü Hakk’a tutmaktır!


Bugün cumadır, mübarek bir gün. Garibce olarak dün ve bugün itibariyle rahmet çisiltisi altına tuttuğumuz kabımıza bir iki not düştü. Sizlerle paylaşalım dedik:
“Öksüz ve köksüz kaldık”. Öksüz kaldık (mecliste isimleri zikredilen hocalardan Ömer Çam gibi) rol modellerimiz yok oldu. Köksüz kaldık mazi ile bağlarımız koparıldı. (Prof. Dr. Ahmet KOÇ)
“Karşılaştığımız engeller  bizleri hem eler hem biler!
Elenenlerden değil bilenenlerden olalım!” (Medeniyet Ü. Tıp Fak. Dekanı Prof. Dr. Mustafa Samastı)
Ve bugün Fakültemiz Tatbitat camiinde Ali Bardakoğlu hocamızı vaaz kürsüsünde dinledik. Sıratı müstakim üzere olmaktan bahsediyordu. Ez cümle Hz. Peygamber’in hadislerinden hareketle müminin dört şeye benzetildiğini anlattı:
1. Güzel koku satıcısı; bir şekilde herkesin kendisinden istifade ettiği kimse.
2. Temiz yiyen ve temiz üreten arı. (Mümin hem temiz olmalı, temiz /helal şeylerle beslenmeli ve insanlara yararlı işler yapmalı, üretken olmalı).
3. Rüzgara karşı eğilip onu sühuletle savdıktan sonra doğrulan bereket sembolü yeşil ekin.
4. Altın; ne ateşten etkilenir ne de kir pas tutar, hiçbir ortamda değerini yitirmez.
Hocanın dikkat çektiği aklımızda kalan bir diğer husus da şuydu: Namaz bizatihi amaç değil araçtır. Namazda okuduğumuz “ihdinassırâta’l-müstakîm” ile namazın kıyamı arasında bir bağlantı var (İstikamet ile  kıyam aynı kökten) Namazın rüknü aslîsi kıyamdır. Hocanın anlattıklarından buradaki kıyamdan ayakta durmak anlamı değil de, kişi özünü Hakka tutmak manası anlaşılmalıdır. Hak ile olmak, Allah ile hemhal olmak. İşte namazın özü budur. Bu bilinç halinde olunmalıdır. Namazımız yatıp kalkmadan ibaret kalmamalı bizi bu bilince ulaştırmalıdır…
İşte böyle. Kısa günün kârı.
Cumamız mübarek olsun.
Dua ile!
22.01.2016

GARİBCE 

21 Ocak 2016 Perşembe

Neden insanlar hep birbirlerini alt etmek için çalışırlar? Bu fıtri bir durum mudur?


İnsanlar şirin varlıklardır, sempatiktirler, sevecendirler, hoşturlar… Ama bunların yüzlerinde bir maske olup olmadığından hemen emin olmamak gerekir.
Hz. Ömer, bir kimse hakkında ismine ve simasına bakarak bir fikir edinebileceğimizi ancak gerçek kanaatin oluşması için “ille de insanın denenmesini…” belirtir.
Anadolu irfanı da bir kimseyi tanıdım diyebilmek için onunla yolculuk yapmayı, onunla  ortak olup iş yapmayı, komşuluk yapmayı gerekli görür.
Bu demektir ki insanların davranışlarını büyük ölçüde çıkar ilişkisi belirliyor.
Size karşı hep hoş görünen bir kimsenin gerçek yüzünü onun nasırına bastığınızda ya da çıkarına halel getirecek bir davranış içine girdiğinizde ancak öğrenebilirsiniz.
Kötü olmak da iyi olmak da insanın fıtratında belki eşit derecede var olan özellik olmalıdır. “Her doğan fıtrat üzere doğar” denilirken kastedilen insan olarak yetkinlik değil, aksine sadece ve sadece yatkınlıktır. Bu yatkınlık iyiye olduğu kadar kötüye de olabilir.
İnsanın özünde iyilik duyguları olduğu gibi kötülük meyli de vardır.  Yaratılıştan bahsedilirken el-A'raf 7/152’de şeytanın Allah’ın doğru yolu üzerine oturacağını ve onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından sollarından geleceğini ve bunun sonucunda onların çoğunun şükreden kullardan olmayacaklarını ifade ediyor.
Şeytan insana hariçten gelen iğvalar olabileceği gibi Nâs suresinde ifade edildiği gibi insanın içinden gelen iğvalar/ vesveseler şeklinde de olabilir. Bunlar insan içinde bulunan nefsani arzular, şehvetler,  kaprisler, saplantılar, kuruntular… gibi kötücül dürtülerdir. İnsan Rabbanî bir terbiye (eğitim) yoluyla fıtrî olan yatkınlığını iyi tarafa doğru ağdırmadıkça, pekâlâ belki de kolayca kötüye doğru da meyledebilir. Bu itibarla insanların yaratılış itibariyle iyi ya da kötü olduğunu söylemek doğru değildir ve koyu bir kadercilik inancını gerekli kılar. Özünde kötü olan bir kimsenin,  yapabileceği kendi elinde bir şey yoktur. Keza öyle birine başkalarının da yapabileceği bir şey yoktur. Bu itibarla nerede görülürse bir tekme de biz vurmalıyız gibi bir anlayışı besler.
Öbür taraftan yaratılış itibariyle özünde iyi insan da yoktur. Belki  iyi işler yapan insan, kötü işler yapan insan vardır. Hep iyi şeyler yapan bir kimsenin bazen kötü bir iş işlemesi, her zaman kötü şeyler yapan kimsenin bazen de iyi bir iş yapması mümkündür. Değerlendirme işte yapılan bu işler itibariyle olmalıdır.
Hesap gününde de insanlar tartılmayacak; onların imanları ve amel-i salihleri tartılacaktır. İyi amelleri kötü amellerinden ağır basanlar (ashabu’l-yemîn) cennete gidecek, öyle olmayanlar da cehenneme sürüleceklerdir. Allah’ın geçerli olan sünnetullahı böyledir.
Hal böyle olunca bizim sorumlu insanlar olarak hiç kimseden ümidimizi kesmememiz gerekir. Keza hiç kimseye karşı da yanlış yapmaz diye kefil olmamız uygun değildir.
Dua ile!
21.01.2016

GARİBCE 

20 Ocak 2016 Çarşamba

Lokman Hakîm’den Öğütler



Lokman Hakîm’den Öğütler (Lokman 31/12-33)

Allah Lokman Hakîme bilgelik verdi
“Allah’a şükredesin” diye emrederdi

Kim şükrederse, kendisi için şükreder
Kim de inkâr ederse, Allah’a ne eder

O ganidir ihtiyacı yoktur hiç bir şeye
Sadece lâyık olan Allah’tır övgüye

Hani Lokman, oğluna öğüt vermişti
 “Yavrucuğum! Allah’a şirk koşma” demişti

Çünkü şirk, gerçekten büyük bir zulümdür
Sıfırlayan her şeyi, şirk üzere ölümdür

Allah’a ve ana-babana şükret... dedi
Yalnız O’nadır çünkü nihaî avdet dedi

Ana-babana iyi davran dedi insana
Her daim sahip çıkmasını emretti ona

Zorluk üstüne zorlukla anan taşıdı seni
Tam iki yılını aldı seni sütten kesmesi

Şirk içinde olsalar da ata hakkı için
Dünya işlerinde oğul onlarla iyi geçin

Ama asıl sen hep hak ve hakikati gözle
Sen sade O’na yönelenlerin yolunu izle.

Üzerinde hakkı olan, olsa da baba ana
Sonuçta, dönüş olacaktır yalnızca O’na

Yaptıklarımızı bir bir verecektir haber
Hesaba çekmeye Habîr olan Allah yeter

 “Yavrum! dedi Lokman O kadiri mutlak
Mümkün mü hesap vermekten kaçınmak

Hayır şer ne varsa konur teraziye hepsi
Velev olsa bile tek bir hardal tanesi

Gizli kapaklı bir şey kalır sanma sakın
 İçinde olsa da işlediğin bir kayanın

Ya da bulunsa bilmem hangi göklerde
Ya da yedi kat yerin ta derinliklerinde

Ne eder eder, yüce kudret esbabı yetirir
İyi kötü her ne ise Allah önüne getirir

Bilir kim bize yârdir kimler ağyardır
Allah latiftir, ‘her şeyden haberdar’dır

 “Yavrucuğum! Namazı kıl; eyleme gaflet
Kötülüğe karşı dur, iyiliği emret,

Başıboş bırakma dizgin vur iradene
Sabreyle bu uğurda başına gelene

Öyle kolay değildir bilesin bu işler
Bunlar gerçekten büyük azim ister.”

Yavrucuğum “İnsanlara karşı şişinme,
 Yeryüzünde böbürlenerek gezinme.

Kendini beğenip böbürlenen had bilmez
Böyle birini kulu da Allah da sevmez.”

 “Yürüyüşünde orta yolu tut, alçalt sesini.
Bil ki eşek sesidir seslerin en çirkini

Rabbinize karşı verin hakkını saygının
Ve de hesap günü dehşetinden sakının

O günde ne baba oğula verebilir fayda
Ne oğul ödeme yapabilir baba adına

Allah’ın va’di gerçek, yücedir hakikat
Sakın aldatmasın şu yaldızlı hayat!

Dua ile!
19.01.2016

GARİBCE 

19 Ocak 2016 Salı

Hakim bey boşa beni yetim kalayım Babamdan kalma yetim aylığı alayım


“Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), yetim aylıklarındaki usulsüzlüklerin peşini bırakmıyor. Denetimlerde, Türkiye genelinde 22 bin kadının devletten yetim maaşı alabilmek için anlaşmalı olarak boşandığı ancak ‘evliliklerinin devam ettiği’ belirlendi. İzmir’de ise bu iddiaya ilişkin 7 bin ihbar geldi, 3 bini incelendi ve bin 700 çiftin bu şekilde resmi olarak boşandığı saptandı. SGK denetmenleri, polis eşliğinde boşanan kadınların kapısını çaldı. Eve giren ekipler erkek ayakkabısı, vitrin ve masa üzerinde bulunan fotoğraflara bakarak, evde kocanın yaşayıp yaşamadığını belirlemeye çalıştı. Bu yönde bilgiye ulaşılması durumunda çift hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Maaşları kesilerek, ödenenlerin de geri alınması için dava açıldı.
Anlaşmalı boşanmaları ihbar edenlerin çoğunun ise maaşları düşen anne ve kız kardeşler olduğu ortaya çıktı. Eşinden ayrılan bir kadın yetim aylığı aldığında, annesi ve kız kardeşlerinin aldığı maaşlarda da düşüş oluyor. Maaşı düşen anne ve kardeşler ‘Alo 170’i arayıp ihbarda bulunuyor. İhbarcılar, kocanın eve ne zaman geldiğini ve hangi saatlerde çalıştığını da bildirerek, yakalanması için yardımcı oluyor.” (Milliyet)
Bu haberin geçtiği yer Türkiye ve burası Müslümanların ülkesi. Müslümanlıkta ahlak nihaî gayedir. Hukuk ve benzeri kurumlar da olabildiğince bu gayeyi gerçekleştirmeyi amaçlayacak şekilde düzenlenir.
Gelelim bizim fıkhımıza.
Bizim fıkhımız a’dan z’ye her şeyi düzenlemekle bilinir. Evlilik ve boşanma ile ilgili bölüm ise son derece geniş ele alınır ve çoğu kez de hemen ibadetlerin arkasında düzenlenir, ona bir tür kutsiyet verilmek istenir. Çünkü sonuçta evlilik misak-ı galiz ile yapılan bir akit sonucu hayatı birlikte yaşamaktır. Haliyle, rıza, irade ve bu iradenin dil ile ifadesi ve de sosyal bir kurum olması hasebiyle –veli, şahitler, ilan, tescil gibi toplumsal yönü önem arz eder.
Fıkhımız, teşekkül dönemi toplum ve aile yapısını dikkate alarak –her alanda olduğu gibi- evlilik hukukunu adalet esası üzerine tesis eder. Yükümlülükleri dikkate alarak karşılığında da o kadar hak belirler. Hem kadının hem de erkeğin durumu böyledir; Kadının (erkek kadar değil) kendi yükümlülüğü kadar hakkı vardır, erkeğin de keza yükümlülüğü kadar hakkı vardır. Bu ilkeden hareketle evliliğin her türlü umurundan ve nafaka yükümlülüğünden sorumlu olan erkeği ailenin reisi/ kavvam olarak tayin eder ve dolayısıyla aile içi düzenin korunmasında ve gerektiği halde nikâh bağının çözülmesinde yegâne yetkili kavvam olması hasebiyle erkeği belirler.
Zaman geçer derelerden sular akar ama her şey gene aynı kalır. Yani adalet ilkesi gereği belirlenen hükümlere zemin teşkil eden olgunun aynı olup olmadığına bakılmaksızın  hep mevcut hükümlerde ısrar edilir ve günümüze gelinir.
İmdi evlilik müessesesinin kuruluşunda ve sürdürülmesinde kadın ve erkeğin yetki ve sorumlulukları mevcut fiili duruma bakılarak yenilenmez.
Mademki erkek kavvamdır, öyle ise boşama yetkisi de onun elindedir. Ancak koca boşayabilir ya da onun tevkil ettiği kimseler ya da tefviz-i talak söz konusu olmuşsa yani evlenilirken kadın boşama hakkını kendisinin de kullanabilmesini şart koşmuş ve koca da bunu kabul etmişse o takdirde kadın da bu yetkiyi kullanabilir.
Bu durumda mahkeme de kim oluyormuş.
Mahkeme varsın boşasın, biz birbirimizi boşamadıktan sonra başta Allah’a verdiğimiz o misak-ı galize bağlı olduğumuz sürece birlikte karı koca olmaya devam eder ve bu şekilde rahmetli babamızdan kalan dul ve yetim aylığı ile de gül gibi yaşarız. (Ah bir de bizi çekemeyip şikâyet eden şu annem ile kız kardeşim de olmasa!)
Ha dersen ki Mahkemenin boşaması fıkha göre de boşama olur. O takdirde onun verdiği hüküm üç talaktan birini götürür, geriye kalan iki talak hakkımızla da –gerekirse imam nikahıyla- biz bu işi yine kotarırız.
Bizim Hanefi fıkhında istihsan diye bir şey vardır.
Önce mesele genel olarak ele alınır ve fıkıhtaki yerleşik kurallara göre değerlendirilir. Varılan sonuç adalet kıstasına vurulup, verilmek istenen hükmün sağlıklı olup olmadığı, adalet ilkesini zedeleyip zedelemediği, genel ahlaka uygun olup olmadığı, insanların yaygın ihtiyacını karşılayıp karşılamadığı gibi açılardan irdelenir ve onun yerindeliğine kani olunmazsa o takdirde yeniden ele alınıp başka açılardan değerlendirilir ve yerleşik kurallara muhalif de olsa adalet ilkesine uygun farklı bir sonuca ulaşılır. Fıkhımızı bir süreç olarak hep hayatta ve canlı tutan önemli özelliklerinden biri de işte bu istihsan ilkesidir.
Geline ey ehl-i diyanet ve ilahiyat! Resmî olarak yapılmayan evlilikleri fıkhımıza göre de geçerli görmeyelim, keza mahkemelerin boşama kararlarını da fıkhımıza göre geçerli boşama sayalım. Fıkhımızın ahlaksızlıklara kılıf edilmesine müsaade etmeyelim.
Garibce de olsa istihsan bunu gerektirir diyelim.
Dua ile!
19.01.2016
GARİBCE 

18 Ocak 2016 Pazartesi

Ecit mecit feysbuk çıktı şimdi neyleyim



Eker biçerdim ekmeğim de vardı aşım da
Aşk bacayı sarardı daha ergen yaşımda
Güzel arardım hep naz eden çeşme başında
Çeşmeler evlere taşındı şimdi neyleyim

Mektup çevre yollamaya elbir arardım
Işmar için yâre ıraktan ayna tutardım
Seviyor mu diye gece düşe yatardım
Ecit mecit feysbuk çıktı  şimdi neyleyim

Köyüm vardı terk eyledim göçtüm şehire
Aş buldum lakin acıdı döndü zehire
Kalabalık girdabı yutuyor habire
Değerler bir bir aşındı şimdi neyleyim

Çıkarken dedim gurbeti fazla uzatmam
İstanbul’u mu yârim asla mesken tutmam
Sabah akşam vird ederim adın unutmam
Gitti vefa özüm yandı şimdi neyleyim

Karnım tok sırtım pek lakin yok ağzım tadı
Derdim daüssıla oldu aklımda yadı
Zikrim oldu inan düşmez dilimden adı
Garibce hadde dayandı şimdi neyleyim

Dua ile!
18.01.2016

GARİBCE

17 Ocak 2016 Pazar

Mücahidin müteahhit olması!


Bir takım insanlar bir zamanlar İslam yolunda mücahede etmek üzere yola çıkmışlar. Kendilerine mücahid demişler, baş koydukları yolda canla başla çalışmışlar.
Kimi aynı zamanda muhacir de olmuş; inandığı davası uğruna terk-i diyar eylemiş, varını yoğunu hep arkasında bırakmış. Hem de bir daha dönmemecesine.
Sabırla yola devam etmişler, yoldaki engelleri kaldırmışlar, engebeyi düzeltmişler, zaman olmuş kendilerine  imkansız denilen yerlerden yeni yollar açmışlar ve sonunda belli bir yere gelmişler.
İmdi bu geldikleri yerde ilk başladıkları gibi kalmaları isteniyor.
Bu talep doğrudur ve yerinde bir taleptir. Ama ahlaki yönden olmak kaydı ile. Diyelim ki iktidarı ele geçirmişse bile tevazuu elden bırakmamak, kibir gibi bir sıfata sahip olmamak, isar yani başkalarını kendi özüne tercih etmek, emin olmak, liyakati esas almak, özünde, sözünde ve fiilinde doğru olmak, hep doğrularla olmak, istikamet üzere olmak, vefalı olmak, merhametli olmak, işleri danışma ile olmak… gibi özelliklere sahip olma açısından gene ilk başladığı gibi hatta bunca hayat tecrübesinin sonunda daha bir olgun olmak gibi sahip olduğu önceki özellik ve hallerini korumak.
Yok, öyle değil de birtakım makam ve mevkilere gelmek, bir takım ihalelere girmek ve  almak ve bunun sonunda haliyle maddi anlamda zengin olmak kastediliyor ve bunun yerilen bir şey olması işaret ediliyorsa, bu eleştirinin yeri yoktur. Bunun İslam adına yapılmasının bizim asrı saadetimizde de örneği yoktur.
Muhacir ve mücahid olup da maddi yönden sıfırdan başlayıp çok zengin olan nice sahabilerimiz vardır. Abdur­rahman bin Avf gibi. O kısa zamanda bir defada yedi yüz deveyi yükleriyle birlikte Allah yolunda ba­ğışlayacak dereceye gelmişti. Abdurrahman bin Avf, vefatından önce, servetinden Bedir şehitlerinin yakınlarına 400’er dinar verilmesini vasiyet etmişti. Bedir şehitleri ise yüz kişi idi...
Hz. Osman ve daha pek çok sahabe de öyle idi.
Abdurrahman b. Avf, bu zengin haliyle sahabenin ileri gelenlerinden biriydi ve Hz. Ömer’in şehadeti ardından halife seçimine atadığı şura üyelerinden ve halife adaylarından biri idi.
Hz. Osman da bilindiği gibi dört halifenin üçüncüsü idi.
İmdi iktidara gelmiş bir kesimin, siz vaktiyle mücahid idiniz, müteahhitlik ile ne işiniz var şeklinde bir eleştiri, (eğer müteahihitlik ülke zenginliğinden pay almak anlamında ise) bırakın biz eskisi gibi yemeye devam edelim demeye gelmiyor mu?
Ya da Cem Karaca’nın türküsünde olduğu gibi “Sen işçisin işçi kal!”
Eleştiri mücahitler müteahhit oldu diye değil de, müteahhitler haksız ihaleler aldılar, işlerinin hakkını vermediler,  temel atıp kaçıp gittiler, başlattılar ama bitirmediler, çimentosunu, demirini çaldılar o yüzden yaptıkları binalar yıkıldı… gibi ahlakî yönden olsaydı ve hakikaten de dedikleri, olguya uygun düşseydi o takdirde yapılan eleştirilerin bir anlamı olurdu.
Bu haliyle hiç inandırıcı değil.
Liyakat olduktan gayrı mücahitler neden müteahhit olmasınlar.
Hakkını verdikten sonra  Müslümanlar neden zengin olmasınlar.
İslam cihadı ille de savaş ile olacak değildir. Yeri gelir ümmet için çok muhataralı bir proje üstleniciliği ile de en ala cihad edilebilir. Yeter ki Hak yolda, Hakka ve halka hizmet için ve hakkını vererek olsun. Belirleyici olan liyakat ve istikamet olsun.
Bu tür eleştiriler Garibce için dahi gına getirmiştir. O yüzden hiç âdeti olmadığı halde böyle bir yazıyı yazma gereği duymuştur.
Dua ile!
17.01.2016
GARİBCE 

16 Ocak 2016 Cumartesi

Aldırma sen, döner gene çarkı felek, umurunda mı sahile vurmuş Aylan bebek



Koptu bir kızılca kıyamet
Habersizdi gene koca ümmet

Ve çatırdadı gök kubbe
Kâbus olup çöktü üstümüze
Döküldü yıldızlar yere
Çakıldılar artarda habire
Tutuştu alev aldı özler
Kurudu hayat veren çeşmeler
Unuttu ağlamasını dondu gözler
Ve şaştı yola düştü hayaller
Bilmeden önlerinde nice engeller
Umut fakirin ekmeğidir dediler
Ve o ekmeği yediler.
Bilmediler ölüm kusar
Hayat membaı olan denizler
Işık sönmüştü ufukta yoktu bir ipilti
Zulmeti zalam her yana çökmüştü
Tükendi umut beklentiler nafile
Uçuşan düşler çoktan vurmuştu bile sahile
Hiçbir şey yokmuş gibi dönüyor gene çarkı felek
Umurunda mı karaya vurmuş Aylan bebek

Karada ve denizde bozgun aldı yürüdü
Asumanı tutan ahlar insanlığı bürüdü

Sebep neydi ey adl-i ilahi bunca zulme
Neden biganedir insanlık bunca ölüme
Kah gökten yağıyor ölüm kah bitiyor yerden
Yetmedi şimdi karaya vuruyor denizden
Vicdanlar susmuş, insaniyetlik seyre duruyor
Kanla besleniyor Tağutlar  zalim ha bire vuruyor
Allah korkusu yok hepsi çıkar peşinde
Herkes pek bir mahir kazanmada işinde
Bizden değilse yedi milyar kıran girsindi
Girsin ki efendi biraz daha semirsindi

Ey hayır elinde olan hem Şâfi hem Kâfi
Meded kıl bizde hayır kalmadı gayrı
Ne irfanımız kaldı ne vicdanımız
Oluk oluk akar oldu hep bizim  kanımız
Sen bizim yarımız ol uyandır bizi
Halk eyle yeniden birbirimize sevgimizi
Ölmeye değil yaşamaya ayar olalım
Ölmek gerekse eğer bin dirilmek için ölelim
Varlığımızın anlamı olsun daim her solukta
Ölümümüzse şehadet olsun insanlığa  ufukta
İsa Mesih soluğu kıl dirilsin özlerimiz
Hakkı kaldırsın eller hakkı arasın gözlerimiz
Sevsin birbirini canlar candan içeri
Hak yola baş koysun yerinde her biri
Alkışlamasın zulmü arka çıkmasın zalime
İlke: Unsur ehake zalimen ev mazlume
Ya Rab Garibce avazım duy medet eyle
Halimiz ıslah, akıbetimiz selamet eyle

Dua ile!
15.01.2016

GARİBCE 

14 Ocak 2016 Perşembe

Sen bize cennetin yolusun anne



Hangi esmanın tecellisisin sen anne
Vedud ve Latîf mi söyle Rahman Rahim mi
Şefkat nasıl tecessüm eder böylesine
Sen aşk ve sevginin sessiz dilisin anne


Sokmazsın yad eli aş pişen ocağına
Ağyar yanaşamazdı bile bucağına
Lakin ben kızsan da koşarım kucağına
Ruhumu okşayan şefkat elisin anne

Kim çeker çileyi sencileyin dünyada
Kaygımız görürsün hatta bile rüyada
Ektiğin tohumlar yemiş verir ukbada
Daha dünyada sen cennet gülüsün Anne

Hangi koku alabilir kokun yerini
Kadrin bilmeyen boylar cehennem dibini
Tazimle GARİBCE kazanırsak sevgini
Biz çocuklarına cennet yolusun anne

Dua ile!
14.01.2016
GARİBCE


Huzurun kucağında



Ömür alaca bir kilim doku ha doku
Bî misli bahadır gözlerden akan uyku

Bilemedim hangisi büyüktür nimetin
Sükunu mu gecenin sağlığı mı devletin

Uyanıp hemen taze günün şafağında
Çalışıp kazanmak mıdır gün ışığında

Ve de helal kazanç alın teri göz nuru
Bahayla alınır mı başarının gururu

Hayır işlerle geçirmişsin uzun bir gün
Huzurlusun lakin düşmüşsün pek bir yorgun

Ve kapanmış gözler huzurun kucağında
Üzerini bir melek örtmüş ocağında

Öyle tatlı bir dünya ki cennettir sanki
Cennetin nüvesi bu huzurdur inan ki

Öyle asude ki yoktur zihinde takıntı
Ne de kalbi kemiren bir vicdan azabı

İşte oğul hayat diye ben buna derim
Yorgun düşerim evet belki kan terlerim

Buna sebep bilsen olmaz asla kederim
Karşılığında derin bir uyku çekerim

Nimetse illa çalışır bedel öderim
Böyle hayatı ben bin kez tercih ederim

Garibce der beden yorgun yatar dinç kalkar
Kalpte huzur yoksa yaşamak neye yarar

Dua ile!
14.01.2016

GARİBCE 

12 Ocak 2016 Salı

Bana değmeyen yılan bin yaşarsa!



Bana değmeyen yılan bin yaşasın dersin
Ejderha olur sonunda bil, sen de gidersin

Bigâne kalıp da bana dokunmaz sanma
Ne lanetli bir terör ki beslenir kanla

Dehşet saçıp korku salma zaten gayesi
Korkudan devşirir terör kaos meyvesi

Öyle olur sonunda korku duyar herkes
Alamaz olur hiç kimse rahat bir nefes

Bu halet uzun sürmez yılgınlık doğurur
Nihai amacı da  terörün işte budur

Yavuz hırsız misalidir bu bela, ey oğul
Akıl verirler ne istiyorsa ver kurtul

Lakin maksat üzüm değil kendi de bilmez
Getir dersin gelmez, bırak gitsin gitmez

Hangi elin maşasıdır tutan el kimin
Kimdir kovanımıza çomak sokan hain

Balımız vardı da yemedik mi birlikte
Azığımızı bölüşmedik mi seferberlikte

Kız aldık kız verdik hep olduk akraba
Bu millet birbirine hıyanet etmez asla

İmdi ey kardeşim halimiz böyle iken
Nasıl çivi  olunur, mihver çiviyi söken

Kime hizmettir bu nasıl bir şaşkınlıktır
Yapılan sade yangına odun taşımaktır

Bu yangın tutunca her yanı kalmaz ocak
Kimse yurt bulamaz ardından yaşayacak

Bilmeliyiz sırtımızdan vuran elleri
Vuran eller ardından ganimet derenleri

Asıl sorumluluk sizde ey üst kattakiler
Keyfe keder delerse gemiyi alttakiler

Vatan bir gemi onunla oluruz payidar
Batınca da alt üst cümlemiz birlikte batar

Nemelazım demez insan bırak İslam’ı
Birlikte bulabiliriz ancak selamı

Ha bir de insan dediğin almalı ibret
Tarihe nice karalar çaldı ihanet

Bir delikte iki kez sokulmak mümine uymaz
Ahmak olandır ancak  hamakatine doymaz

Yekparedir bir baş ve onlarla uzuvlar
Taş değse tırnağa acısın yürek duyar

Biz Türküz, Kürdüz, Arabız, Lazız, Çerkeziz
Lakin cümlemiz Halil İbrahim milletiyiz

Birlikte vardık birlikte hayat buluruz
Sen yoksan ben yoksam o yoksa biz de yokuz

Garibce yanar şu masum canlara ah eder

Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner

Dua ile!
12.01.2016
GARİBCE


10 Ocak 2016 Pazar

Ölüm bize yakındır



Garibce der ölüm bize elbet yakın
Lakin boşa korkmayasın ondan sakın

Ölüm değilse yokluğa giden kapı
Yoktur o zaman korkmanın anlamı

Dünya kocamış çıkmış olmaktan beşik
Ölüm, olmalı yeni dünyaya eşik

Öyle ise ölümden bu korku niye
Çün olur ölüm, hesaba davetiye

Eşikten atlayınca dolup da saat
Dünya üzre kurulur öteki hayat

Allah hakîmdir yaratır mı boş yere
Ölümden yokluk murat olmaz bir kere

Hiç harap etmek için yapar mı bani
Yok etmek çün yaratır mı Allah yani

Ekilen tohumlar devşirilir orda
Ya cennette alınır soluk ya narda

Ekmişsen güzel tohumlar bin bir zahmet
Bulursun meyvesin orda olur rahmet

Ya sağdan ya soldan verirler kitabın
Bulursun her şeyi sağlarsın hesabın

Ya  karnesi iyi çocuk gibi neşeyle
Sallarsın bakın işte karnem diye

Süslenmiştir yedi uçmak seni bekler
Cümle erbab-ı haşr anda sana imrer

Kötü ise amelin vah ki vah haline
Keşke toprak olsaydım dersin nafile

Ancak ateş temizler nice cürüm var
Günah kirlerin ancak cehennem paklar

Elbet maverası da var bilmesek de
Hüsnâ ve ziyadeden gayrı ermesek de

Ya Rab sevdir bize ölümü rahminle
Lütfü ihsanınla eyle muamele

Ölüm gelende hazır bulsun özümüz
Cennet muştusuyla aydın et gözümüz

Dua ile!
09.01.2016

GARİBCE 

6 Ocak 2016 Çarşamba

Cennetten çıktı bir Kitap Ardısıra bir kötek



Dünkü kahve muhabbetimizde iki dadaş hafız çocukluk özlemlerine gittiler. Aman ne özlem aman ne özlem! Hepsi de dayak üzerine. Birisi babasından okumuş, öbürü köyün efesinden. Baba kendine özgü falaka yapmış, bir ucundan annesine tutturur bir ucundan ağabeyine, ayaklarının altına yer misin yemez misin. Bütün keramet dayakta bilinir, ne kadar dayak yenirse o kadar iyi hafız olunurmuş. Belli ki yedikleri dayaklardan çatlamadık yerleri kalmamış. Ben de düşünürdüm ki bu çatlaklık nerden gelir?
Öbürü anlatır: Der ki: Efe, “Ben gelene kadar ezberini tamam edeceksin! dedi gitti.  Ben oturdum, için için ağlıyordum. Evde bir de misafir vardı. Bana baktı, buğulu gözlerim dolu dolu:  “Ağlama uşağım ağlama! Büyüyünce unutursun.” dedi ve asıl şu hakimane sözü söyledi. 
“Cennetten çıktı bir Kitap
Ardısıra bir kötek
Olmasaydı o kötek
Okunmazdı o kitap!”
Ha ben de muhtemelen o yıllar İmam Hatip birinci sınıfta idim ve on bir yaşındaydım.  İngilizce yazılı imtihanında dersin hocası olan hocamdan epey bir hırpalandıktan sonra boynumun köküne yediğim balyoz gibi yumrukla altıma işemiştim. Kime gidecektim. Okulun müdürü oydu.
İşte bir dönemin eğitim anlayışı.

Dua ile!
06.01.2016

GARİBCE

5 Ocak 2016 Salı

Kaybettik güveni bulamaz olduk

  
Nasıl oldu Ya Rab savrulduk neden
Birbirimize güvenemez olduk
İçimize kurt düşmüş biz bilmeden
Ardımız kimseye dönemez olduk

Mümindik mümin olan güven veren
Nebimiz emindi bir ömür süren
Korkar oldu nedense bizi gören
Kimseye biz güven veremez olduk

Komşuluk mu, kalmadı uçtu gitti
Dostluklar daha başlamadan bitti
Yalnızlık artık canımıza yetti
Lakin alt kata bile inemez olduk

Gel hayatı bir gör sen İstanbul’da
Güven kalmadı ne sağda ne solda
Hava sırılsıklam kalsak da yolda
El arabasına binemez olduk

Atladık geri kafalı çağları
Talan ettik de kent yaptık bağları
Biz yarattık dedik küçük dağları
Kaprisimiz asla yenemez olduk

Koptu tutamaklar kalmadı gayrı
Koptuk aileden bile düştük ayrı
Varlığımızın gayrı kalmadı hayrı
Özge kokumuz yok sinemez olduk

Gıpta eder olduk cümle kafire
Yan çizdik fesat ürettik habire
Kabardı ayranımız hem boş yere
Tutuştu öfkemiz sönemez olduk

Dünya geniş lakin içimiz dardı
Yalan dolan her bir yanımız sardı
Ta elest bezminde ahdimiz vardı
Sadakati bir kez denemez olduk

Evde herkes ayrı bir âlem oldu
Sandı devayı yalnızlıkta buldu
Geceyi şaşırdık gündüz kayboldu
Yatağa erkenden tünemez olduk

Garibce ah eder yanar dövünür
Aldanır nicedir içi göğünür
Buna sebep özde iyilik ölür
İşte buna biz dayanamaz olduk

Dua ile!
05.01.2016
GARİBCE

4 Ocak 2016 Pazartesi

Salih Tuğ Hoca İle Dersimizin Hitamuhû Misk Oldu!



Salih Tuğ Hoca İle Dersimizin Hitamuhû Misk Oldu!

Fıkhu’s-sîre adlı bir Yüksek Lisans dersim var. Bu ders bana Hayrettin Hocam’dan miras kaldı. Daha doğrusu  hocanın halefi bu derste ben oldum. Şimdiye dek çok güzel geçti, sanırım. Lakin hocalar seçmeli olunca bizim sayı dibe vurdu. Yirmi kişiden ancak üç beş kişi seçiyor.  Genelde bereketli geçmesine rağmen sebebi nedir bilemiyorum.  Yalnız belki ipucu olabilir diye bu dersle ilgili bir hatıramı paylaşayım. Birinde ilk derste  beş altı öğrenci gelmişti. Ben de saf saf derslere devama önem verdiğimi ve bu ders için de Hamidullah Hocanın İslam Peygamberi adlı  değerli eserinin –ki dersimiz açısından kanaatimce en önemli eserdir- biraz insaf ile ikinci cildini okumanın başarı için ön şart olduğunu falan söyledim ve her halde  bunu da ciddi ciddi söyledim. Meğer o ilk hafta öğrencinin hoca değiştirme hakkı varmış. Bir hafta sonra listeye baktık ki onların bir kısmı da belli ki bizim tavrımıza sebep kaçmış. Ne yapalım, öğrenci psikolojisi, belki onlar da haklı. Birçoğu zaten öylesine götürürken üzerine bir sürü yük binmesini istemez zahir. Neyse ki biz bu dersi öğrenci yirmi kadar iken de tek bir öğrenci olduğunda da şimdiye kadar kesintisiz yaptık.
Gayret bizden, bereketi Allah’tandır.
Bu yıl dört öğrenci ile götürdük. İşte bu dersimizin sonuncusunu hitamuhû misk kabilinden olsun diye Serhademe Kurucu Dekanımız Salih Tuğ hocamızla odamızda yaptık. Hocamız lütuf buyurdu yeni çıkarmış olduğu tercüme kitabını da bize hediye etti. Öğrencilerimiz sevgili emekli hocamızı bu vesile ile yakından tanımış oldular. Diğer derslerden de birkaç öğrencinin katılımı ile küçük bir halka oluşturduk ve hocamızı halelemiş olduk. O ışıktı biz de hale yani.  
Neden Salih Hoca derseniz, birincisi Salih Hoca Salih hoca olduğu için. İkincisi onu kendimize hep yakın bulduğumuz için. Üçüncüsü yolumuzu yol edindiği ve bunun fikrî planda çilesini çektiği için. Bir ömür boyu süren idareciliğinde herkesçe ve her kesimce sevilen bir adam olduğu için. Ve tabii ki bizim dersimizle özel alakası da  Hamidullah Hoca’nın Türkiye’de tanınmasında büyük katkısı olduğu ve İslam Peygamberi’ni  Türkçemize kazandırdığı için. Ve bir başka sebep de yukarılarda olduğu halde aşağılarda neler olup bittiğini –ki GARİBCE de buna dahildir- kolaçan ettiği ve ilgilendiği için.
İşte böyle. Sonuçta bizi aynı yolun yolcusu üç kuşak olarak aynı masa etrafında bir araya getiren Rabbimize hamd ettik. Bizi hocamızla daha nice böyle derslerde buluşturmasını, bizi kendilerine hayrulhalef kılmasını Lütf-ı İlahîden diledik. Amin!
Hocamız iki saate yakın bize hayat tecrübesinden kesitler sundu. Ta başından başladı ve günümüze getirdi.
İşte sizinle de paylaşmak istediğim birkaç not.
Rol model çok önemli. Mühim olan iyi örneklerin peşinden gitilmesi. Annem babam benim için çok iyi örnektiler. (Serhademe S. Tuğ)
İlk (Kur'an) hocam Arap hoca adlı mülahham yaşlı bir hanımdı.
Mahmut Bayram ile iki yıl metin üzerinden uygulamalı Arapça okuduk. İkinci (Arapça) hocam Hamidullah'tı. Ben ona basit hikayeler yazardım. Hoca onları düzeltirdi. (Serhademe S. Tuğ)
[Garibce bunca yıl Arapça hocalığı tecrübesinden sonra der ki: Dili öğrenecekseniz gramer ezberleyerek değil, metin üzerinden çözümlemeler yaparak ve en zor olanı da bizzat kendiniz yazmaya çabalayarak öğreneceksiniz. Boşuna kendinizi oyalamayın. Denize girmeden yüzme pratiği olmaz. Bir de bizim oralarda derler ki: Kıç ıslanmadan balık tutulmazmış.]
Yirmi kuruş büyük para. Güzel okuyor olmalıyım ki beni mevlide götürdüler. Çıkarken cebime yirmi kuruş koşmuşlar. Bu benim ilk kazancımdı.
İlk Arapça hocam babamdı. En kötüsüydü. Nasara'yı ezberletemedi. Cızırtılı bir radyom vardı. Ben ondan arar bir Arapça yayın yapan bir istasyon bulurdum. Onu devamlı dinlerdin. Öyle bir hale geldim ki anlamaya başladım ve baba şöyle şöyle olmuş derdim. Nerden biliyorsun derdi. Ben de bak radyo söylüyor derdim. Babam tabi anlamazdı. (Serhademe S. Tuğ)
[Ey talebe-i kiram, sizin eliniz altındaki imkanları bir düşünün. Sizin cızırtılı radyonuz olmayabilir ama öyle imkanlara sahipsiniz ki hem görsel hem duysal hem yazısal, üçü bir arada yani].
Tramvaya asılmak yasak. Bilet üç kuruş on para. Kafamıza bilet kasası yemişliğimiz vardır. (Serhademe S. Tuğ)
[Nasibe bakın ki biz de köye kamyon gelecek de onun arkasından asılacağız. Demek ki neymiş. Çocuk çocukmuş, şehirlisi de köylüsü de...
Tabii bir de bisikletle asılmak varmış yokuşları çıkarken. Garibce'nin bisikleti hiç olmadı. O yüzden hala binmesini beceremez. Gerçi çıplak eşeğe de çok iyi binemezdi ya!]
Süveyş savaşı sebebiyle Ezher'e gidemedim.
Garibce: Buna sebep geriye doğru bir tahassürünüz oldu mu?
Hayır. Akıcı bir dilden başka bir katkısı olmazdı. Ordan görgü alamazdım. (Serhademe S. Tuğ)
[Bu tespit GARİBCE nazarında fevkalade önemli!]
Zeki Velidi Togan'ın kurduğu İslam Araştırmaları Enstitüsü'nde Muhammed Hamidullah mukaveleli hoca olarak her sene üç ay ders verirdi. Derslerine İmam Hatipten Hayrettin Karaman, Saim Yeprem, Fuat Sezgin… de katılırdı. (Serhademe S. Tuğ)
[Demek ki neymiş: Adam olacak talebe hoca seçişinden belli olurmuş.]
Hamidullah Hoca burada kaldığı üç ay içinde denk geldiğinde kurban keserdi. Ben onun kurban memuru idim. (Serhademe S. Tuğ)
Babam bana takılırdı, sen Hocan (Hamidullah) gibi az yemiyor, çok konuşuyorsun. (Serhademe S. Tuğ)
Avrupa'da bir konferansta Halil Günenç hoca dil bilmediği için beraber olduğu Hamidullah hocanın istediği yemeğin aynısı diye işaret etmiş, tabi aç kalmış.
Yaşayanlarımıza uzun ömür ölenlerimize rahmet olsun.
Hoca çok önemli bir uygulamaya da değindi: Hamidullah hocanın babası Halilullah  Haydarabad müftüsü imiş ve insanların güvenini kazanmış mutemet bir kimse olduğu için zekat paraları kendisinde toplanırmış. Hoca bir fon oluşturmuş ve  bu zekat paralarını “İkraz” yani borç olarak kullandırma yoluna gidermiş. Yani alan kişi belli bir süre sonra zekat fonundan aldığı ödünç parayı geri iade edermiş. Bu önemli bir uygulama. Biz ille de “temlik” şartıdır diye bu gibi uygulamaların yolunu açmamışız. O yüzden de bizde zekat bir iş imkanı oluşturma yerine günlük öğün kurtarma şeklinde devam etmiş.
Evet, işte böyle.
Bu vesile ile Salih hocamıza sağlık ve afiyet içinde hayırlı uzun ömürler diliyorum
Dua ile!
04.01.2016
GARİBCE

Yavrucuğum gel dinle yüce Kur'an’ı: el-İsra'dan öğütler




Yavrucuğum gel dinle yüce Kur'an’ı
Lütufla Rabbim indirdi sana burhanı

Bil ki bu dünya imtihandır amaç değil
Orda devşirirsin burada ektiğin bil

Dünya isteyene Allah verir dünyalık
Ahret isteyene orda verir karşılık

Sakın ha tanrın olmasın Allah’tan gayrı
Tagutların sana hiç olmaz asla hayrı

Tamam, bütün yollar doğru Allah’a çıkar
Lakin akıbet orda ya cennettir ya nar

Yavrucuğum ana babana eyle rahmet
Rahmet olur ebeveyn yolundaki zahmet

Şefkatle bak yüzlerine söyle tatlı dille
Demeyesin onlara bak sakın öf bile

Sonra arş titrer ahdan çöker de gök kubbe
Altında kalırsın netsen gayrı nafile

Huzur hakkı onların lakin öz evinde
Sevgiye doysunlar torun sevip dizinde

Huzur evleri belki veriyordur huzur
Onu onlar değil oraya koyan bulur

Ve gafil sanır kendisin oh rahatladı
Bilmez ki nerden nasıl çıkar ata ahı

Sen gel şefkatle bürü siper et sineni
Nasıl onlar büyüttüyse vaktinde seni

Elbet bilir Allah içinizden ne geçer
Siz ger onları Allah da sizi esirger

Yavrucuğum ver yakınlara da hakkını
Düşkünün, yolda kalmışın sen ol yakını

Allah vermişse sana korkma sen de harca
Lakin her ne nimet olsa saçıp savurma

Bilesin ki israf tebzir şeytan işidir
Saçıp savuran, ‘şeytan’ın kardeşidir

Şükrü bilmeyen nimete karşı olur kör
Şeytandır Rabbine karşı olan nankör

Eğer ki yetişemezsen her bir talebe
Hiç olmazsa gönül alan tatlı söz söyle

Cimri olma asıp da elini boynuna
Büsbütün de açıp saçılma ha boyuna

İnfakta ölçü gerek, hazır bitmez sanma
Yoksa düşersin bak acınacak duruma

Rızkı veren Allah’tır sen sarıl esbaba
Sakın yük olmayasın aman dost ahbaba

Öldürmeyin çocukları ha açlığa neden
Onlara da size de Allah‘tır rızkı veren

Yaklaşmayın zinaya aman fili şeni
Ocak yıkar harap eder gülü gülşeni

Bataktır fuhuş oluk oluk pislik akar
Karıştırdıkça kokusu ayyuka çıkar

İşte buna sebep uzak dur, yaklaşma bile
İsm-i Settar tecellisiyle sen de setreyle

Yavrucuğum sakın kıymayın masum cana
Kasd-ı can cinayettir bütün insanlığa

Yavrucuğum bak bir de yetim malı vardır
Gözetmeyip de aşıran ateş tıkınır

Cancağzım ya ahde vefaya ne demeli
Kişi verdiği sözle ölçülür bilmeli

En büyük ahdi biz ezelde Allah’a verdik
Elest bezminde inan ki biz Kalu bela dedik

An o ahde ömrü billah vefa zamanı
Ve elbet verdiğimiz her sözü tutmalı

Yavrucuğum İslamlığımızda ölçüt ahlak
Doğru terazi adaleti remzeder mutlak

Sapma adaletten aman ha ölçüp tartarken
Ve her ne ise, hakkını ver alıp satarken

İşin yap ihsan ile olur olmaz deşme
Bilgi sahibi değilsen ardına düşme

Çünkü göz olsun, kalp olsun ve de olsun kulak
Hepsinden de sahibi sorumlu olacak

Cancağzım kibirle yürüme böbürle öyle
Kibir neyime bunca zaf u aczile söyle

Cümle fil-i şeniden kaçıp ta uzaklara
Huzuru sen gel Hakk’a yakınlıkta ara

GARİBCE acı söyler bil ki şefkattendir
Bunlar Rabbinden sana inen hikmettendir

Dua ile!
03.01.2016
GARİBCE

Not: Bu manzume el-İsra 17/18- 39 ayetlerinden ilhamla oluşturulmuştur.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...