30 Mart 2017 Perşembe

Dedim kandil nedir?


Garibce’ye sordum:
Dedim kandil nedir?
Dedi iki hecedir.
Dedim regaib nedir?
Dedi üç hecedir.
Haydaa!
Dedim din midir?
Dedi yok yok.
Dedim bunca hüsnü kabul var
Her yerde kandiller yanar
Esnaf simit satar
Dedi örfümdür.
Dedim hem bahanesidir sılanın.
Hal hatır soranın.
Dedi bak bu iyidir.
Dedim İslamlık nedir?
Dedi uzun ince yoldur
Hem kıldan incedir
Hem kılıçtan keskincedir.
Dedim onda yol alan var mı?
Dedi çok çok!
Dedim değil mi ki amaç verimdir.
Dedi yolda devinimdir.
Dedim bir gece sağanak yetmez mi?
Dedi yok yok.
Dedim bana aklın nedir?
Dedi yolda olmaktır.
Dedim o kolay? Yok mu dahası?
Ödemeye yol bahası.
Dedi yolda yol almaktır.
Ha dedi, bir de,
Doğadan ibret almayan ahmaktır.
Dedi bir ekinin olsa,
Azar azar sürekli yağış alsa…
Bir de aylar boyu kurak olsa,
Ama bir gün gelse sel seli alsa…
Dedi söyle hangisi?
Bak da söyle hale.
Amellerin en hayırlısı
Edvemüha ve in kalle.[1]
Bütün günlerimiz mübarek ola!
İnsan arif ola, anın kıymetin bile!
Siz de kalın sevgiyle!
30.03.2017
GARİBCE




[1] Yapılan işlerin en hayırlısı az da olsa devamlı olandır. (Hadis)

Duygu bir iklimdir, orada pek çok çiçek hep birden açar.

Duygu bir iklimdir, orada pek çok çiçek hep birden açar.

Duygu bir iklimdir, orada pek çok çiçek hep birden açar.
Geçenlerde  duygu dolu bir şiirinin iklimine bizim Zübeyir’in de yorumu ile dalıvermesi üzerine Garibce’nin dilinden dökülüveren bir cümleydi bu. Sonra da orada arılar vızılar, çiçekleri birbirine aşılar diye bir ilave ile kuşcağızın kanatlarında alem-i sanala uçuruvermişti.
Evet, duygu dünyamız aslında ucu bucağı olmayan bir iklim. Eğer aklımız bizi sorumlu kılmışsa, duygularımız da bizi inceltip adam etmişti.
Duygu ikliminde insanların çabucak birbirinden etkilenip aynı havaya girmeleri çok kolay. Ya bir de aşılama gerçekleşmişse. Bunun için ya esen bir yel, ya üzerimizde vızır vızır kanat çırpan bir arı yeterli. Asıl itibariyle kendi geçimi derdinde ama farkında olmadan bizden öncekilerden aldıklarını bize bırakan, bizden aldıklarını da ötekilere götüren arı öyle etkin bir işlev görür ki bunları görüp bilip de yaratanına, bu vahyi ona ilka edene şükretmemek en büyük nankörlük olur.
Geçim derdi dedim de aklıma geldi. Öykülerin Büyüsü’nde  “Ben Hızır Oldum” başlıklı yazıda ayrıntılı olarak  anlattığım gibi hiç tanımadığımız yetmişlik aksakal bir ihtiyarın sırf biz okuyoruz diye biz ergenlerin elimizi  eteğimizi öpmesi sahnesinde başta İbrahim Eken hoca olmak üzere çok duygulanmıştık da o piri fani çıktıktan sonra bile bir süre kendimize gelememiştik. Sonra hoca kendisini toparlamış ve “Çocuklar! Biz kendimiz için çalışırız, başkalarının duasını alırız!” demiş ve havayı yatıştırmaya çalışmıştı.
O adını sanını bilmediğimiz aksakal adamın bir arı gibi vızıldayarak üzerimizde şöyle bir dolaşıvermesi bizi taa nerelere götürüvermişti. Hem de başımızda güngörmüş, aklı duygusuna galip bir hoca ile birlikte.
Biz kendimiz için çalışırız. Belki karnımızı doyurmak için, belki kendimizi bulmak için, belki bir sevda uğruna, belki de kim bilir nam için, şan ve şöhret için. Öyle bile olsa kendine vahyedilen arı gibi değil de eşek arısı gibi üzerimize korku salanlar, gök gürültüsü gibi bazen ödümüzü patlatanlar bile bizi tersinden bir etki ile duygu  iklimine götürebiliyor. Çünkü biz insanız. Bizi yaratan tek boyutlu, akıl adamı olarak değil, çift kanatlı yaratmış. Hem aklı hem de kalbi olan, hem tefekkür, tedebbür ve buna bağlı olarak bir tedbir dünyası olan, hem de kalbi, oradan coşan gözlerinden taşan, bağrında yangın, burunda sızı olan bir gönül dünyası. Uçmaklara uçacaksa işte bu iki kanadı ile uçacaktı. Kalıbın içi kalp ile doldurulacaktı. Berzahları aşmak, sıratı geçmek, vuslata ermek ancak bu iki kanat ile gerçekleşecekti.
Birini diğerine heba etmeden, işler denge ile götürülecekti vesselam.
Başaranlara selam olsun!
Dua ile!
30.03.2017
GARİBCE 


28 Mart 2017 Salı

Gurbet nedir? Bilir misin?


Gurbet nedir? Sen bilir misin?
Acı mı?  Haber verir misin?
Bir konursu mu var bak hele
Yoksa göyünen ciğer misin?

Gurbet  sılanın, ne dağları
Ne viran olmuş bağları
Daussıladır sarar yüreği
Çözülür anda diz bağları

Gurbet ne kağnı cızlaması
Ne kırın saçta bazlaması
Aha şurada bak bir düğüm
Gurbet bir burun sızlaması

Ah yandı yüreğim ne yandı
Bıçak ta kemiğe dayandı
Medet dedim ey Rahman Rahim
İki çeşme birden boşandı

Garibce’sin, gurbet eldesin
Derdi olan derdin söylesin
Sen acı patlıcan ol hele
Yel çalmaz, kırağı neylesin

Dua ile!
28.03.2017
GARİBCE


27 Mart 2017 Pazartesi

Halk içinde şart-ı meveddet



Ta göklerden yüce Allah buyurdu[1]
Resulü zîşânı bize duyurdu

Her kim imanı özünde kök salsa
Bir de daim hayır işleri olsa

Kaynaşınca anda amel ü iman
Kollar gayrı onu ol yüce Rahman

Her kim ki meveddet-i Rahman bürür
Gönüllerde ona bir sevgi yürür

Allah hak söyler başına tac eyle
Hem resulün yolunu minhac eyle

Garibce olsun dersen halkta sevgin
Gerek iman ve amel-i salihin

Dua ile!
27.03.2017
GARİBCE





[1] اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُداًّ ﴿٩٦﴾ 
“İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara gelince, rahmân onlar için (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem 19/96).

26 Mart 2017 Pazar

Hülasayı hayat: Bir ömür dediğin!


Daha ötesini bilmiyoruz.
Ama doğduk, kutlu soluktan bir nefha taşıyorduk. Emekledik, ayağa kalktık. Uzunca bir çocukluk dönemi yaşadık. Derken birden bahar nefesiyle bedenimize cansuyu yürüdü, bir anda büyüyüverdik. Boy attık, taze dal sürgün gibi uzayıverdik. Sesimiz kalınlaştı, tanınamaz olduk. Kabımız büyüdü ama içini dolduramaz olduk. Aklımız arkada kalmıştı. Akıllıların yapmayacağı hareketler yaptık. Cins-i latiflerin salınması azıcık aklımızı başımızdan alacak kadardık. “Çok sallanma güzelim Cahilim aklım gider” diye türküler yaktık. Ne kadar hoyrat davranışımız varsa hepsini ergenliğimize saydılar, cahildir dediler, olgunca karşıladılar. Öylece fazla yara bere almadan o dönemi de yırttık. Uzun bir istikrar dönemi ile ne yaptıysak yaptık. Ve ardından inişe geçtik. Kemerleri bağlayın diye anonslar duyuldu. Bunca zamanın biriken yorgunluğu bedenimizi yormuştu. Yılların imzasını atmadığı yerimiz kalmamıştı. Alında yazı mı, belde ağrı mı, dizde sızı mı… Bu yılların envayı çeşit izi vardı. Vaktiyle  arkada kalan o aklımız fikrimiz  bu kez öne geçmişti, bir zamanlar akıl bedene yetişemiyordu, şimdi istihfafla önünden gittiği akla uyamayan bu kez bedenimiz olmuştu. Bu güngörmüşlükle ne kadar çok yapacak işimiz vardı, ömrümüzle bedelini ödediğimiz ne tecrübelerimiz olmuştu,  bu haliyle aklımız nelere eriyordu. Ne var ki artık her şeye ayak sürüyen bir bedenimiz vardı. Son anons da işte yapılıyordu. Herkes otursun, kemerler bağlansın, ışıklar sönsün, çalışan bütün aygıtlar durdurulsun… deniyordu. Belli ki artık bu köhnemiş bedende ruh için de uçuş bitmişti, vakit konma vaktiydi.
Öyle anlaşılıyor ki ruh, tende mahpus halde kaldığı sürece sıkılıyordu. Kâh yetişemiyor arkada kalıyor, kâh önden çekmeye çalışıyor ama arkasında sürüklenen bir beden olduğunu görünce de iyice daralıyordu.
Bu hep böyle gitmezdi. Gitmedi de.
İşte kondu! Artık cümle yolcular özgürdü. Kim bilir kimler nerelere gidecekti!?
Dua ile!
26.03.2017

GARİBCE



24 Mart 2017 Cuma

Evlilikte kültürel farklılıklar: Bardağı taşıran son damla!



Dün bir jüri vesilesiyle hocalarımızla bir arada idik. Adaya sorulan sorular arasında gayri Müslimlerle evlilik de vardı. Malum Hz. Ömer özellikle yönetici konumunda olan Müslümanların gayri müslim kadınlarla evlenmesini –kitâbi olması halinde caiz olmasına rağmen- pek hoş karşılamamıştı.
Öyle ya bunca kara kuru Müslüman kadını varken herkes alımlı, bakımlı kadınlara heveslenirse akıbetimiz ne olurdu? Laf arasında sevgili hemşerim İsmail Cebeci Muhammed Savaş hocadan bir hikmetli ve de tecrübeyle söylenmişe benzer bir söz aktardı. Garibce olarak da hemen biz jüri akabinde paylaşıverdik.
An İsmail Cebeci an Muhammed Savaş hafızahullah ennehû kâle:
Men lem yetezevvec min milletihi mâte bi 'ılletihî
Garibce olarak biz de kendi meşrebimizce tercüme ettik ve bir de yorum ekledik:
Kim evlenmezse kendi milletinden
Ölmeyi göze alsın illetinden
Yorum da şöyle:
Bu hikmeti gel sen iyi anla
Farklılıklar olur hem de yığınla
Olmasa da sebep ayrılığa
Namzettir olmaya her biri
Bardağı taşıran son damla!

Kaderdir, yazgıdır diyeceğimiz bir şey yok.
Ama yine de bize düşeni yerine getirmede dikkatli olmak gereği var.
Ayrı ayrı dinlerden olanları bırakın aynı milletten ama memleketleri farklı olanların evlenmelerinde bile sorunlar çıkıyor. Olmuşa bir şey diyemeyiz ama olacak olanlarla ilgili konuşacaksak –“Aman çocuklar, eşlerinizi kendi kültür havzanızdan seçin!” falan demeliyiz, öğütlerimizi öyle vermeliyiz.
Efendim, kültür farklılıkları türünden şeyler evliliklerin olmasına ya da mevcut evliliklerin yıkılmasına sebep olabilir mi? Elbette bu gibi şeyler tek başına yeterli bir sebep değildir, ama bunların her biri bardağı taşırma potansiyelini haiz son damla olabiliyor. Yani ufak tefek ayrılıklar, zevkler, renkler, tercihler, alışkanlıklar konusundaki farklılıklar… zamanla üst üste birikiyor birikiyor, en sonunda da basit bir mesele yüzünden bardak taşıyor.
Bu gerçeklikten bakarak bizim fıkıh diyor ki evlilikte kefaet yani denklik de şart olmalı. Oysa Allah herkes eşit diyordu. Eşit eşit olmaya ama aynı kültür havzasının çocukları birbirine daha bir eşit oluyor galiba!
Dozunu kaçırmadan! Ama tekrar edelim ki yazgı daha ortaya çıkmadan. Yol alınmadan. Ama belli bir yol alınmış ve dönüşü devamdan daha çok zarar verici hal almışsa o zaman da sayfanın öbür yüzünden okuruz:
“İgteribû velâ tudvû!” Uzak evlilikler yapın, nesliniz cılız olmasın, gürbüz olsun!
Dua ile!
24.03.2017

GARİBCE  

16 Mart 2017 Perşembe

Ali Murat Daryal Hoca da Hakka Yürüdü


Fakültemiz emekli hocalarından Ali Murat Daryal vefat etmiştir. Kendine has bir kişiliği ve tavrı olan hocamıza Allah’tan rahmet diliyorum. Bu vesile ile vaktiyle ilk kez kendisinden duyduğum ve sıcağı sıcağına da akşam evde kayda geçtiğim bir yazımı rahmete vesile olması amacıyla teberrüken yayınlıyorum.

İÇİMİZDEN KOPARILAN İYİLİK

Bugün vakıf genel kurul toplantısı vardı. Harabat ehlinden nice defineler saklı Ali Murat Daryal hoca birkaç hikâye anlattı. Bunlardan birini ben de sizinle paylaşayım istedim.
Bir Arap şeyhi uzun bir yolculuğa çıkmış. Azığını almış ve atıyla çöle dalmış. Bir vahaya varmış ve atından inmiş, elini yüzünü yıkamış, bir ağacın gölgesine oturmuş, hem biraz dinlenmek ve hem de karnını doyurmak istemiş. Bir de bakmış yaşlı bir adam, bir ağaca sırtını dayamış, iki büklüm oturuyor. Çaresizliği her halinden belli. Arap şeyhi azığını çıkarmış ve yemeden önce adama seslenmiş,
-Buyur bey amca, gel beraber karnımızı doyuralım, demiş. Yaşlı adam çok açmış tabiî. Buna rağmen:
-Yok evlat olur mu? Sen buyur? Benim senin azığında ne hakkım olabilir ki? Hem bir kişinin azığı iki kişiyi aç bırakır, demiş. Arap şeyhi:
-Bey amca, biz burada yiyelim, karnımızı doyuralım, sen orada aç kal, bu insanlığa sığar mı? Haydi, gel buyur hele, demiş. Neyse ısrar üzerine yaşlı adam biraz da çekinerek gelmiş ve sofraya oturmuş, azığı beraberce yemişler. Arap şeyhi ihtiyar adamın da yolcu olduğunu öğrenince,
-O zaman buyur bey amca birlikte gidelim. Gel hele sen benim atıma bin, sen yaşlısın, bak yolculuk da seni iyice bitkin hale getirmiş, bu halde nasıl yürüyebileceksin. Bir süre sonra ben yorulduğum zaman da sen inersin, ben binerim, böyle böyle gideceğimiz yere varırız… demiş. Yaşlı adam gene mahcup bir vaziyette
-Olmaz evladım, hiç olur mu? Senin bineğinde benim ne hakkım olabilir? Senin kendi atına binmen varken, hiç yaya yürümen olur mu? Sen bin ve beni kendi kaderime terk et, yolun açık olsun, demiş. Yiğit Arap şeyhi,
-Olur mu be bey amca, insanlık öldü mü? Ben şimdi şu genç ve güçlü halimde atıma binip gideceğim, seni burada ıssız çölde bırakacağım, bu sıcakta bu yolu yaya kat etmene razı olacağım, hiç olacak şey mi, insanlık öldü mü, mürüvvet nerede kaldı. Haydi, ısrarı bırak da ata bin demiş. Adam da binmiş.
Çöl sıcağı, güneş sanki tepelerine inmiş, beyinlerini kaynatıyor, yerden adeta yalım fışkırıyor, uzaklar serap gibi gözüküyormuş. Yaşlı adam önde, yiğit Arap şeyhi arkada düşmüşler yola, çok gitmeden adım adım araları açılmaya başlamış ve sonunda adam atı mahmuzlayarak dörtnala kaçmaya başlamış. Yiğit delikanlı bir süre arkasından koşmuşsa da kesilmiş kalmış ve iki eli yanına düşmüş, çaresiz bir halde durarak yaşlı adamın arkasından şöyle seslenmiş:
-Açtın, çölde azığımı seninle paylaştım. Yanmadım. Yorgun argın ve bitkindin atıma seni bindirdim. Şimdi ise sen atımı aldın kaçıyorsun. Bindiğin atım benim yanımda ne kadar değerliydi, onu sen bilemezsin. Ama ona da yanmadım. Şu çölde azıksız, bineksiz bıraktın beni, ölümün artık beni beklediğini biliyorum. Buna rağmen öleceğime, kurda kuşa yem olacağıma da yanmıyorum. Ama ey ihtiyar bil ki sen giderken, içimde ne kadar güzellik, ne kadar iyilik varsa hepsini söküp beraberinde götürüyorsun, işte ben buna yanıyorum.
İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşayanlar bilir. Soğuk ve yağışlı kış günleri, bunaltıcı sıcaklıkta yaz günleri duraklarda bekleyen yığınlarla insanlar, kimi ıslanmış, kimi tir tir titriyor, kiminin elinde ıslanmamak için siper olarak kullanmaya çalıştığı telleri kopuk, yamuk ucuz şemsiyeler, kimi ısınmak için ellerine üflüyor, yerinde sayarak hareket ediyor…, yaz günleri sıcaktan kimi bayılıyor, kimi ayılıyor… manzara böyle iken, önlerinden saniye başına bomboş araçlar geçiyor ama hiç kimse orada bekleyenlere ilgi duymuyor, bekleyenler de zaten umut bağlamıyor.
Neden acaba? Hiç düşündük mü? İçimizde gerçekten iyilik namına ne varsa hepsi sökülüp atıldı mı? Yoksa üç beş kendini bilmez, kendilerine iyilik yapanlara sapladıkları bıçaklarla, sıktıkları kurşunlarla bütün insanlığın içindeki güzellikleri yok etmeyi başarabildiler mi dersiniz?
Eğer öyle olduysa vay insan olarak başımıza gelenlere!
Dua ile!
16.03.2017

GARİBCE 



12 Mart 2017 Pazar

Amel-i sâlihtir ilmin meyvesi

"Amel-i sâlihtir[1] ilmin meyvesi"
Ve felahtır[2] kulluğumuz gayesi
Yoksa amel eğer neylersin ilmi
Yükten gayrı nedir bunca çilesi

Sifirler[3] taşıyan nice eşekler var
Gözü kürnek[4]te kancık eşek arar
İçinde ne var fikri akla zarar
Enam[5] ne ki “Bel hüm adal”dir[6] payesi

Gaflet içre, sanır hep böyle gider
Bilmez mühlet bellidir bir gün biter
Ne bir tevbe bilir ne haya eder
Utanmaz bir yüzdür bütün sermayesi

Nar-ı cahim[7] almış satıp da özün
Şehvet bürümüş doyma bilmez  gözün
Tevvab[8] olan Rahman’a dönmez yüzün
Sığınağıdır şeytan himayesi

Satar varsa ger çıkar dinini
Şeytan bile yenemez bil fendini
Garibce’m uğraşıp yorma kendini
Sütü bozuk olana netsin mayesi

Dua ile!
12.03.2017
GARİBCE



[1] Amel-i salih: İhlas ile yapılmış yararlı hayır işleri; kamuya ait görevleri yerine getirmek, yolu olmayan yere yol, suyu olmayan yere çeşme, tuvaleti olmayan yere tuvalet yaptırmak gibi.
[2] Takvaya dayalı bir hayat sonucu kulun umduğuna nail olması korktuğundan da emin olmasıdır.
[3] Sifir ç. Esfâr: Tomar tomar kitaplar.
[4] Hayvanların eğleştiği, kürnediği… yer.
[5] Enâm: Hayvanlar
[6] Bel hüm adal: Hayvanlardan daha aşağılık, sapık.
[7] Cehennem ateşi
[8] Tevbeleri kabul eden Allah.

5 Mart 2017 Pazar

Bugün Garibce’nin Doğum Günüymüş!


Yaşlanmadan hiç gocunmadım. Onun bir lütuf olduğunu ve her geçen gün insanların saygısını biraz daha fazla –hak etmesek bile- sırf ağaran saça sakala bakarak kazandığımızı gördüm. Henüz elden ayaktan da düşmediğimiz için –ki erzel-i ömüre düşmekten Allah’a sığınırım- bitmişliğin, tükenmişliğin ne demek olduğunu şimdiye dek tecrübe etmedik. Ettirmez de İnşallah. Ruha gelince onun bu yorgun bedende zaman zaman sıkıntıları olsa da  daha yaşını göstermedi.
Bazen diyorlar, Hocam şimdi genç olsaydınız? –Len git oğlum/ kızım? İşin mi yok, ben yerimden ve yaşımdan memnunum. Ben buraya gelene dek neler çektim, neler yaşadım, onları ben bir daha göze alamam! diye de takılırım.  Çocukken hep büyümek istedik. Genç olduk olgunlaşmayı bekledik. Olgunlaştık ama hâlâ beklentilerimiz bitmedi. Olduk mu? Bakıyorum, bazen öyle ham armut gibi onun bunun boğazına duruyoruz ki?! Belli ki olmamışız. Olacak gibi de gözükmüyor? Herhalde öyle öyle derken, bir şeyler beklerken gidivereceğiz. Nicelerinin gittiği gibi. Yaşlılar sıra sıra, gençler ara sıra derlermiş. Her iki ölçüte göre de sıradayız, nasıl olsa!
Allah akıbetimizi hayır eylesin!
Efendim, ben bu doğum günü kutlamalarına hâlâ alışamadım. Önceleri çok direndim. Hâlâ da kutlamıyorum. Bir iki istisnası olabilir tabii. Ama kendisini kendim gibi gördüğüm dost ve arkadaşlarımın doğum gününü kutlamıyorum. Ama trende bakıyorum. Artık doğum günlerini kutlamak çok çoook önem kazanmışa benziyor. Herkesin ortak neşe ve sevinç günlerimiz olan bayram kutlamalarına bu kadar önem vermiyoruz.
Sözde benim doğum günüm de bugünmüş. Bu gün olsa olsa rahmetli babam Garib Ali’nin Develi’ye gittiği bir gün olabilir.  Hal böyle iken bayramdan fazla tebrik aldım. Mecburen de dönmeye çalıştım. Bu vesile ile hayır dualarımızı paylaşmışız, hayırlı olur inşallah. Ama ne kadar bunu yapsam da hâlâ içimden gelerek yapamıyorum. Bizi biz yapan değerlerimiz, her birimizin ayrı ayrı kutlanan bayramları değil, topyekun kutladığımız/ kutlayacağımız, maşeri vicdanın coşacağı, huzur bulacağı, sükunete ereceği, kendisini güçlü kılacağı bayramlarımız olmalı.
Diyeceksiniz ki ne mani var? Mani yok elbet. Kahrım bu baskın kültür altında ezilip gidişimiz ve kendi özümüze benzemekten daha çok bizden olmamız istenen şablonlara benzememiz. Bu özgürlükçü ve bireyselci baskın dünya kültürü bizi öyle esaretine almış ki artık bütün dünyada insanlar kara kargaların birbirine benzediğinden daha çok birbirine benziyor.
Neyse! İşte böyle. Bugün Garibce’nin doğum günü imiş. Ne diyelim Hayırlı olsun. Allah onu ve cümlemizi, cümlenizi  hayırlı ömürlerle, hayırlı kazançlarla, hayrülhalef, göz aydınlığı eşler ve evlatlarla rızıklandırsın.
Âmin!

Dua ile!
05.03.2017
GARİBCE 



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...