29 Kasım 2017 Çarşamba

Kutlu Doğum Gitti Yaşasın Mevlid-i Nebi!


Garibce nazarımda Diyanetin en hayırlı projesi idi Kutlu Doğum. Ama artık yok.
Yerine Mevlid-i Nebi ikame edildi. Bir adım daha ileri değil aksine geri gidildi. Kanun-ı kadim ya da asr-ı saadet geçmişte yaşanmış zaman dilimleri değil, oradan çıkarılmış ve insanlığın ufkuna konulmuş, geriye götüren değil, geleceğe taşıyan ideallerdir. Güneşi arkana alanda gölgen senin hep önünde olur.
Mevsim bahardı ve Kutlu Doğum tüm milleti sardı. Lakin birileri belli ki Kutlu Doğum’dan rahatsızdı. Konjonktürde çok etkin bir silahla onu vurdu. Çok güçlü idi ölmedi ama yara aldı. Bizim basiretli siyasilerimiz de onun yarasını saracak ve daha sağlıklı hale getirecekken birilerinin kaprislerine kurban verdi. Zaten Kanun-ı kadimimizde böyle bir şey de yok idi deyu sath-ı müdafaadan hatt-ı müdafaaya dönüldü.
Kutlu Doğum ile bir bayram coşkusunu daha kaybettik.
İşte o bayram coşkusu ile millet olarak topyekûn kutladığımız dönemde gene şekvamız vardı. Ve o zamanda Garibce avazımız sessiz çığlık şeklinde gök kubbede gene çınlıyordu ama pek de duyulmuyordu.
Şimdi Mevlid-i Nebi vesilesiyle o avazlardan sadece birini burada tekrar yayınlıyorum.
Bakın hele ne olmuş? Hala yolda mıyız? Eğer öyle ise bu önemli. Peki, yolda yol alabilmiş miyiz? Bu da en az yolda olmak kadar önemli.
Ne yapalım? Ay da bizim, güneş de bizim.
Bedavet de bizim Hadaret de bizim.
Belli ki bedavetten hadarete tarih yazımı sürüp gidecek. Kutlu Doğum galiba sentezdi. Zannımca bize fazla geldi. Yeni bir hadaret için bedavete ihtiyacımız vardı. Yeni bir sıçrama için kaldığımız yerden değil dibe inmemiz gerekti.
Velhasıl Kutlu Doğum gitti yaşasın gayri Mevlid-i Nebi!
Dua ile!
29.11.2017
GARİBCE
Not: Garibce’nin Kutlu Doğum ile ilgili diğer yazılarını da okumanızı arzu ederim. Biz Kutlu bir yol tutmuşuz Hakk’a gideriz. Doğruya doğru, yanlışa yanlış deriz.


Kutlu Doğum Haftası Başladı
Tarih: 14 Nisan 2013 Pazar
Haber7 kutlu doğum haberini şöyle veriyor:
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından "Hz. Peygamber ve İnsan Onuru" temasıyla Ankara Arena Spor Salonu'nda düzenlenen Kutlu Doğum Haftası etkinliğinin açılış törenine, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve eşi Selvi Kılıçdaroğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, İçişleri Bakanı Muammer Güler ile Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç katıldı.
Ve etkinlikte Başkan ve ardından bütün liderler birer konuşma yapıyor.
Konu İnsanlık Onuru.
Öncesinde bir çocuk mevlit okuyor, dua ediyor.
Naatlar okunuyor.
Ve hitamında Başkan tarafından katılımcılara gül takdim ediliyor.
Liderler birbirlerine söylemiş oldukları her şeyi unutuyorlar ve hepsi birden birbirinden güzel kelamlar ediyorlar ve Hz. Peygamber’i anıyorlar, onu anlatıyorlar.
Türkiye’nin belki de en büyük manevî projelerinden biri Kutlu Doğum işte bize bu gibi sahneleri görmemizi mümkün hale getirdi. Bizim gençlik yıllarımızın rüyasıydı, gerçek oldu.
Bu bir özlemdi ve vuslat ile özlem bitti.
Şimdi asıl bunu sürdürmek önemli.
Şimdi asıl Hz. Peygamber’i şekilde değil özde örnek almak önemli.
Onu bir Arap şeyhi gibi takdim etmek değil, bütün insanlığın kendinden bildiği bir ideal olarak sunabilmek önemli.
Onun her milletin kendi ufkunda, kendinden biri gibi Seniyyetü’l-vedâ’den Yesrib’e doğması gibi yeniden doğuyor olması önemli.
Onun doğuşunu bütün halkların büyük bir coşkuyla, genç kızların türküler söyleyerek karşılaması önemli.
Onun insanlığın ufku kadar kendi iç dünyamıza doğumu önemli.
Yolunda olmak önemli.
Yolunun çağımıza tekabül eden kısmında olmamız önemli.
Onu asrın idrakine söyletmek önemli.
Çağın nabzını tutmak ve dilini yakalamak ve onu işte öyle anmak ve anlatmak önemli.
Onun yolu öze bir yolculuktu.
Büyük cihad kendimizle yüzleşmek ve ihtiyaçlarımızı ihtiraslarımıza kurban vermemekti.
Yolunda olmak, bizi öldürmeye gelenlerin bizde dirilmesiydi.
Yolunda olmak huzur ve sükuna ermekti.
Özde, fikirde, sözde ve eylemde duruluğa ulaşmaktı.
Yolunda olmak, bir düne ve bir yarına sahip olmak ama hali yaşamaktı; çağın bilincinde olmaktı.
Yolunda olmak, yolunda ölmek değil, onun varmamızı istediği yere varmaktı.
Ama vuslat için gerekirse ölmek, yoluna bin can da olsa feda edebilmekti.
Salat olsun selam olsun!
Kutlu doğum mübarek olsun!
14.04.2013

GARİBCE


25 Kasım 2017 Cumartesi

Eşrat-ı saatten dabbetü’l-arz ve FACE-BOOK


Garibce’den mesmu-u fakiraneleri olmuştur:
Deyir ki: Bendeleri beyne’l-yakazati ve’n-nevm bir halet-i ruhiyye-yi kabziyye içre iken gargara-ı batnın verasından bir ses hatar bi’l-bâl olup derunum ol savtın aksi sadasıyla ile meşbu olmuştur:
Deyirdi ki: Öyle bir zaman gelecek ki eşrat-ı saatten olan dabbetü’l-arzın[1] zuhuru dahi anın çıkışına zemin olacak. Her haneye hatiften bir yüz (FACE) açılacak ve her yüzde bin bir göz olacak. Keramât-ı evliyaya kıç attıracak nice harikulâdelikler mebzulen ortalığa saçılacak. Kiminin facesi elinde kiminin ki dizinde olacak. Şurut-ı zemane-yi bâhireye uyamayanlar ancak masaüstünden temaşaya muktedir olacaklar. Bu yüz /Face eşi’a-ı şems gibi aynı anda cemi nâsa birden vasıl olacak ve her şeyi tenvir ve teshin edecek. Lakin çok geçmeden ümmet bunun BOOKunu çıkaracak.
Her bir kimesnenin ale’l-ekal kırk tane kırığı[2] olacak, beş bin kırık tutan sahibi deha ve şöhret olanlar dahi olacak. Lakin cümlesi sanal olup hiçbiri haydi iyimser takılıp  ekseriyeti kâhiresi diyelim bir boka yaramayacaktır. Yani kim acıkınca seni doyurmayacak, ağlayınca gözün yaşını silmeyecek, düşünce elinden tutup kaldırmayacak.
İmdi her kim buna inanıp paylaşırsa evc-i kemâl-ı hamakatin zirveyi balasına vasıl olacak ve orada alem-i hayalde cevalan edip uçmaklarda uçarken badehu batmakta olan kazıkların sürtünme katsayısının azalmasına sebep duymaya başladığı acısıyla agah olup, ka’r-ı cahimi boylayana kadar sukut edip sakatata gelecektir.
Artık ne denirse!
25.11.2017
GARİBCE






[1] Telefon ile bilgisayarın izdivacından tevellüd eden ve hala nesebinin sahih mi gayri sahih mi olduğuna bir türlü karar verilemeyen internet denilen ve cümle nası avlamaya müheyya cesim ağ.
[2] KIRIK: Arapça’daki hıdn ç. ahdân kelimesinin karşılığı: Gizli dost.

24 Kasım 2017 Cuma

İlim de mümbit toprak ister. Serhademe Salih Tuğ da öyle diyo!



Tarih boyunca ilim havzalarına bakın, hep belli iklimlere münhasır kalmış gibidir. Mekke Medine daha çok dini merkezdi ve bu itibarla ilk başta ilim ve hilafet sebebiyle siyasetin de merkezi oldu. Sonra dünyamız genişledi Kufe, Basra ardından Bağdat da katıldı. Mısır, Kuzey Afrika’da belli merkezler ve amma ille de Endülüs. Her biri deve dişi gibi âlimler hep o mümbit topraklarda bitti.
Bir zamanlar Maveraünnehir ne mümbit bir iklimdi.
Ve tabii ki Sivas, Konya, Bursa…
Bir de benim üniversiteyi okuduğum yer Erzurum.
Ve nihayet ilmin demir attığı mekan olarak İstanbul.
Sen hiç Toroslarda ilim havzası ve orada yetişmiş ilim adamı gördün mü?
Vaktiyle bir sohbette Salih Tuğ hocam aynı konuyu işlemiş ve belli başlı ilim merkezleri ve onların önemini anlatmış. Lafın gelişi de ilimden mahrum kıraç yerlere örnek olmak üzere de Torosları göstermiş. “Toroslardan ilim adamı yetişmez!” demiş.
Kimdi bunu bana anlatan hatırlamıyorum ama sika bir ravi idi belli. Torosoğlu Garibce olarak tabii ki etkilenmedim. Ama unutmadım da. Hocamı bir gün yakalarsam ona sorarım dedim.
Bugün Cuma idi. Uzun zamandır Salih Hocamı da görmemiştim. “Araç kullanamıyorum artık!” diyor. Allah kendisine sağlıklı uzun ömürler versin. Fakülteye gelebilmesi için belli ki birinin özel olarak himmet etmesi gerekiyor. Bizim vakıf müdürü Hüsnü Beye de durumu söyledim. İnşallah himmet ederler de hocamız hiç olmazsa haftada bir gün fakültemizi teşrif eder.
Hocamızın talebeye bir şeyler vermesi gerekmiyor. Sırf bulunması ve talebenin henüz mezun olmadan onu dünya gözü ile görmüş olması bile onlar için önemli bir kazanım olacaktır.
“Garibce’nin şu anlatıp durduğu Salih hoca, fakültenin o meşhur “serhademe”si demek bu imiş!” deyu o sevecen ve bir o kadar da yakışıklı insanı tanımış olmanın hazzına erecekler, tıpkı benim vaktiyle Hamidullah hocayı görmüş ve ondan ilim yanında feyz de almış ve bunu hiçbir şeye değişmez olmam gibi.
Epey bir çabadan sonra elini öptüm, birlikte fotoğraflar çektik, çektirdik. Eskilerden, yenilerden birçok kişi hocayı görmüş olmanın hazzına vardı.
Ben Hocam’a sokularak odaya gidip gelene kadar eğleşmesini kendisinden rica ettim ve odama koştum. İki gün önce çok sevdiğim bir ağabeyim için evden getirdiğim ve fakat vermeyi unuttuğum bir kavanoz kuşburnu marmelatlını hocaya yetiştirmek için can attım. O ağabeye nasıl olsa başka zaman da verebilirdim. Hem kaderde “Kime niyet kime kısmet!” de varmış.
Koştum, aldım geldim.
Kuşburnunun toplaması çok zahmetlidir. Çünkü dikenleri it gibi dalar, o yüzden bizim oralarda kuşburnu değil de itburnu derler. Tansu Hanım ile birlikte meşhur oldu. Eskiden köylerde marmelat yapmasını falan da bilmezlerdi. Şimdi onu da öğrenmişler ve köyden şehre hediyenin de en güzeli olduğunu keşfetmişler. Sağ olsun bizim hemşire de –ki bu işlerde mahirdir- epey toplamış ve İstanbuldaki ağabeyine de hediye yollamış. Tam da mevsimi, iyice olgunlaşmış, bir şinik (buğdaydan yaklaşık 8 kilo alan bir ölçek)  kadar da vardı. Elbirliği ile saatler süren bir çabanın ardından güzelce temizledikten sonra sağ olsun hanım güzel bir kaynattı, ezdi, süzdü, ince elekten geçirdi (şeker yerine daha şifalı olur inşallah düşüncesiyle) benim önerim üzerine biraz da bal kattı ve marmelat haline getirdi, kavanozlara da doldurdu. Kış boyu daha çok ihtiyaç duyacağımız C vitamini deposu. Damak tadı ve lezzeti de ayrı bir lütuf. İster ekmekle ye, ister öze. İster sıcak iç ister soğuk. Her derde deva.
İçimden hocamı geçirir dururdum. Bugün bu bir fırsata dönüştü. Ben de ganimete çevirdim. Bu vesile ile hem hocamın elini öptüm hem de Toroslardan gelen  bu çamsakızını tadımlık da olsa onunla paylaşmış olmanın, o değerli serhademenin iltifatlarına mazhar olmanın onurunu yaşadım.
“Hocam!” dedim. “Hani siz Toroslardan ilim adamı yetişmez demişsiniz ya elhak doğrudur. Ama bol bol kuşburnu yetişir. Bak bu da bizim Toroslarının yabani yemişi. Hem hocam biz bunu bizzat kendi elimizle yaptık. Hani çam sakızı çoban armağanı…”
Hocamın belki ders halkasında bulunmamıştık ama o dönemin kurucu dekanı olarak hepimiz onun elinden geçmiştik. O akabeyi (sarp yokuşu) tırmanmaya çabaladığımız zaman bize ip atmış, elimizden tutmuştu. Onun ilmi yanında irfanından, beyefendiliğinden çok şey kapmıştık. Üzerimizde hakkı büyüktü.
O ve diğer hocalarımızın haklarını bir çamsakızına kapatabilir miydik? Elbette ki hayır.
Onlara teşekkür etmenin ve onlara olan borcumuzun ödenmesinin tek yolu onların bize tevdi ettikleri emaneti bizden daha iyi taşıyacak yeni nesillere aktarmaktı. “el-Ceza min cinsi’l-amel” denirdi ve bunun başka bir yolu da yoktu.
Salih Hocam ve bütün saygılı sevgili hocalarım! Sizi unutmak, kendimizi inkâr etmek olur. Biz sizi geçemezsek sizin bize verdiğiniz haram olur ve bizden sonrakilerin yerinde saymalarına da bu bir bahane ve mazeret olur.
“Toroslardan ilim adamı yetişmez”a gelince, eğer ravide bir zühul yoksa bunu bir nunun sükutu ile  “Toroslarda ilim adamı yetişmez” şekline çevirmek lazım. O zaman gerçekten de söz doğru olur. Aksekililer, Elmalılar, yenilerden Davutoğulları, bizim Farsak hocaları ve daha niceleri Toroslarda kalarak yetişmediler. İlim merkezlerine hem de gemileri yakarcasına giderek ilim adamı oldular.
Ey İstanbul’da olup da ilim tahsiline baş koyanlar. Bu iklimin kıymetini iyi bilin!
Dua ile!
24.11.2017
GARİBCE




21 Kasım 2017 Salı

Açıl susam açıl ve açıldı kapı! Hoş geldin Huriye Martı!


 Dün derste çaktırmadan bir anket yaptım.
Malum sınıflarımızın kız erkek oranı kızların lehine üçte ikiye düştü. Son yıllarda erkeklerin sayısı artmaya başladı da bu hale geldi. Yoksa bir ara kızların oranı yüzde seksenleri aşmıştı.
Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına ilk kez bir Hanım atanmıştı. Sınıfın tepkisi neydi. Nabız tuttum.
Altmış kişilik sınıftan iki erkek belli ki olumsuz bakıyordu. Kızların çoğu ise bu durumu olumlu buluyordu.
Ama bir üçüncü şık daha vardı: Hele bir bakalım, kararı ona göre verelim gibisinden. Öyle ya nice erkek gelmişti o makama, ama hepsi doldurmuş muydu bilinmez. Şimdi de bir kadın gelmiş, dolduracak mıydı, o da bilinmez. İcraatına, yapıp ettiklerine bakmak lazım idi.
Sonra bu şıkkı seslendirdiğimde sınıfın kahir ekseriyeti bu şıkka kaymıştı.
Korkunun ecele faydası yok. Sırf kadın olduğu için kıyameti bekleyenler de alışacaklar.
Garibce nazarımda bu sonuç bekleniyordu ve hatta geç bile kalmıştı.
Epey oldu Balıkesir’de katıldığım bir Kutlu Doğum etkinliğinde –ki bu hayırlı bir işti ve topluma da mal olmuştu, birilerinin kaprisine kurban edilmemeli idi- ben de tebliğci idim. Salona baktığımda birinci sıranın şimdiki benim yaşımda çoğu saçı sakalı ağarmış kimselerden olduğunu, ikinci sıranın yarısının gene erkeklere ait gibi durduğunu ama geri kalan salonun tamamen kadınlarla dolu olduğunu görmüştüm ve bir şekilde de bunu ifade etmiştim. İmdi bir iki on sene içinde –ki onun biri geçti- bu ön sırayı dolduran yaşı geçmişlerin işi de bitecek, onların yerini ikinci sıradakiler dolduracak ve bu manzaraya göre yarı yarıya olacaklar ve geri kalan alanın ise mutlak hakimi kadınlar olacak.
Özellikle ilahiyat fakültelerinde de durum benzer vaziyette.
Hal böyle iken an itibariyle makamların hala büyük oranda erkeklerin elinde oluşu bunun hep böyle gideceği anlamına gelmiyor. Hani otobanda belli bir hızla giden modeli eski arabalar olur da gazı kessen bile belli bir süre gider ya öyle… Bu erkeklerin bir kere arkadan dolu dizgin gelen hanımlardan haberleri yok. Dikiz aynasında gördüklerinde gaza bassalar bile artık kader oyununu çoktan oynamış ve arkadan gelenler kendilerini fersah fersah geçmiş olacaklar.
Ondan sonra kendilerini geçenleri yakalamak için gaza yüklenseler bile o köhnemiş mekanizmalarıyla asla da erişemeyeceklerdir.
Alışın! Alışın!
Temel arabanın arkasına yazmış: “Beni asla geçemeyeceksin!”
Arkadan gelen bakmış “Allah Allah!” demiş “niye geçemeyecekmişim.” Basmış gazı tabi geçmiş. Sonra müstehzi bir tarzla da dönmüş bakmış. Temel arabanın önüne de bir yazı asmış: “Geçtin de ne oldu?!”
Asırlarca kavvamlık edebiyatı yaptık. Ayetin La takrabu’s-salât (Namaza yanaşmayın) kısmını okuyup da “Sarhoş iken” kısmını işine gelmediği için paranteze alan Bektaşi’nin yaptığı gibi biz de Kavvamlığın bedeli ile ilgili kısmı okumadık ve kavvamlığın sadece erkeklikle ilgili olduğunu sandık. Erkekliğin tek başına bir erdem olduğu ve bizi erdemli yapmaya yeterli olduğu algımız genetiğimizde o kadar yer etmişti ki onu bihakkın hak etmek için yapmamız gereken bedeli ödemeye hiç yanaşmadık, esasen böyle bir çabanın altına girmeyi de hiç haz etmedik.
Kadınlar, bizim onlardan beklentimizi dikkate aldılar, süslendiler, süslü oldular, evlerimizde oturdular, orada bizi beklediler ve bu bizim beklentimizdi çok da hoşumuza gitmişti. Ama onlar bu kez bizim beklentimiz doğrultusunda değil, erkeklerde gayrı göremez oldukları meziyetlerin peşine düştüler ve onları birer birer erkeklerin ellerinden aldılar. Hiç hazırlıklı değildik, ne ve nasıl cevap verebileceğimizi bilemedik. Şaşırdık. Ayet okuduk; siz bu gidişle kavvamlığa soyunuyorsunuz, çizgiyi aşıyorsunuz, oturun oturduğunuz yerde diye ayetler okuyarak onları kavvamlığın gereği diye sayıkladığımız darb ile uslandırmaya çalıştık. Ama hepsi boşuna idi. Cin bir kere şişeden çıkmıştı.
Evet alışın! Zira ki başka çareniz yok.
Artık yüzyıllarca uyuduğunuz uykudan uyanmanın zamanı.
Uyanın. Uyanın!
Ha uyanmanız da yetmez. Bilincinizi de zamana ayarlayın. Ashab-ı Kehf’in durumuna düşmeyin. Hani onlar üç asır sonra uyanmışlardı ya. Ama bilinçleri üç yüz yıl öncesine aitti. Ellerindeki paranın hala geçer akça olduğu düşüncesiyle karınlarını doyurmak için alış verişe kalkışmışlardı. Ama geçen asırlar onların geçer akçalarını geçmez kılmıştı ne hazin ki onların bundan haberi yoktu. Bu durumda yapacakları  iki şey vardı: Ya bilinçlerini de yenileyecek ve saatlerini içinde bulundukları zamana göre ayarlayacaklardı. Ya da eski uykularına kaldıkları yerden devam edeceklerdi.
Birincisi zordu. Zira arada üç yüz yıllık kapatılması gereken bir mesafe vardı. O yüzden onlar kolay olanı tercih ettiler.
Ey erkekler vaziyet bu: Hal böyle iken tamam mı devam mı? İyi düşünün!
En iyisi mi “Tamam!” deyin de kurtulun.
Yok “Devam!” diyecekseniz bilin ki işiniz gerçekten zor.
Hem de ne zor!
Ha bu arada ev kocalığı gibi –bu isim belki biraz kaba- hanımlarımızın bize biçecekleri yeni elbiselere de yavaş yavaş alışmaya çalışalım.
Garibce öyle diyo!
Not: Başkan Yardımcımızı tebrik ediyor başarılar diliyorum.
Dua ile!
21.11.2017


Bu resimde de yazının bağlamına uygun bir mesaj var gibi gibi.😉

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...