13 Aralık 2019 Cuma

Allah bana akıl verdi




Allah bana akıl verdi
Aklın çalışmaktır derdi
Emanet boynuma bindi
Ne zaman ki aklım erdi

Allah daim "akledin!" der
Akıl kendinden bir değer
Aklı olmayan üstüne
Allah pislik boca eder

Hayır işle gitsin günah
O’ndan gayrı bilme penah
Burda salah orda felah
Allah hep hayrımız güder.

Dua ile!
13.12.2019
GARİBCE


11 Aralık 2019 Çarşamba

Anlaşmazlıkların çözümünde tekvine/ yaratılış yasasına başvuru gereği




Fıkıhta Garibce olarak bizim seslendirdiğimiz en büyük ilke teşriin tekvin üzerine bina edilmesi ve tekvinin asıl kabul edilmesi olmalıdır. Söz gelimi hünsayı müşkilin cinsiyetinin belirlenmesinde bütün emarelerin tükenmesi halinde kaburgaların sayılıp tam ise kadın eksik ise erkek sayılması anlayışını ele alalım: Bu böyledir çünkü hadislerde “kadının (Hava)  erkeğin (Âdem) eğe kemiğinden yaratıldığı” ifade edilmektedir. Buna göre erkeklerin eğe kemiklerinin bir eksik olması gerekmektedir. Çünkü teşri öyle buyuruyor. İmdi bu dahice bir istidlal biçimi sayılırken “Yahu şunu bir anatomi bilimine soralım, gerçekten erkeklerin eğe kemikleri kadınlarınkinden bir eksik mi?” şeklinde bir yaklaşım zait addediliyor.

Kazak hukukunda hemen hemen tüm anlaşmazlıkları Bi denilen halk hâkimleri çözerlermiş. Bi’ler hem irfan, hem tecrübe ve pratik zekâ sahibi kimselerden olurmuş, atanmazlar, sahip oldukları meziyetlerle kendiliğinden o mevkie hak kazanırlarmış. Halkın örf ve âdetini bildiği gibi yaşanılan hayatın gerçekliklerini de bilirlermiş. Bizim Kazak Dr. Öğrencimiz Tussufkhan Imamumadı’nın tezinde kullandığı bir anekdot Garibce nazarında konumuzla ilgili dikkat çekici bir örnek olmuştur.
Şöyle ki:  Bir ihtiyar boz bir kısrak (dişi at) kaybeder. Başka birinin evinde ise aynı renkte bir at derisi bulunur. Ancak o bunun kendi atının (erkek) derisi olduğunu savunur. Kavga büyür davacı halk hâkimi olan Mami Bi’e gelir. Mami Bi, evinde deri bulunana “kestiği atının kafası nerde diye” sorar. O da kışlaktaki ağaca astığını söyler (Kazaklar atın kafatasını atmaz ağacın yükseğine asarlar). Bi o at kafasını aldırıp temizlettikten sonra, ihtiyara “Kısrak ile (erkek) atın kafasında nasıl bir fark olur?” diye sorar. İhtiyar: “Kısrakta azı diş olmaz, atta (erkek) ise azı dişi olur” diye cevap verir. Bunun üzerine Mami Bi: “Bu kafada azı diş yok ve ‘Körneu turğan aq, qara delinbeydi’ (Görünen aka, kara denilmez)” diyerek davayı ihtiyarın lehine karara bağlar.
Ben dahi bunu okuduktan sonra araştırdım, kısrak diş sayısı otuz altı, erkek at diş sayısı kırk imiş. Emin olun bilmiyordum. 

Bu uygulamada Mami Bİ’nin yaptığı, hüküm verirken tekvini/ yaratılış yasasını/ hayatın somut gerçekliğini dikkate almaktan başka bir şey değildir. Adalet ise gerçekliğe uygun hüküm vermektir.
Biz ise hayatı bilmiyoruz. Bilmediğimiz gibi çoğu kez bunun bir eksiklik olduğunu dahi düşünmüyoruz. Bize kitaplarımız yetiyor. Onların sayfaları arasındaki gerçekliğimiz mutlak olduğu için, başka bir şeye ihtiyaç duymuyoruz.

Mami Bi bize bir ders vermiş.
Alanlara selam olsun.

Dua ile!
11.12.2019
GARİBCE


6 Kasım 2019 Çarşamba

Telefonumu şarja taktım. Dolmadı.


Telefonumu şarja taktım. Dolmadı.
Namaz kıldım beni kötülükten almadı.
Birincisinin sebebini anladım. Aparatı bozuk, bağlantı sağlanamamıştı.
İkincisi de farklı değildi sanki.
Ben yattım kalktım amma aklım hep işte güçte idi.
Belli ki bağlantı sağlanamamıştı.
Hem namazını kıl, hem o seni kötülüklerden alıkoymasın olmazdı.
Bozukluk belli ki namazımı sureta kılan özümde idi.
Yunus ötelerden ses verdi:
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil!” dedi.
Benim ki de galiba öyle idi.
Telefon işi kolaydı. Yeni bir şarj cihazı işi hallederdi.
Namaz işine gelince acep bir şalvar bir cüppe alsam bu iş olur muydu diye sordum özüme?
Yunus’un dizeleri ilişti gözüme:
“Dervişlik olaydı taç ile hırka.
Biz dahi alırdık otuza kırka.”
Eee! Ne yapalım şimdi.
Ne yani? Zor olanı hep bize mi düştü?
İnsanlık zor diyorlardı hele!
Ne ki üstesinden gelmek de sadece bizim yapabileceğimiz bir şeydi.
Kolay gelsin, diyelim. Yeniden bir daha deneyelim. Olmadı bir daha, bir daha…
Dünya jimnastik şampiyonumuz İbrahim Çolak demiş ki: “Tam 19 yıl bu 90 saniye için çalıştım!”
Eskiler ona meşk, meşk için de aşk lazım diyorlardı.
Bu kez Fuzûlî’nin derinlerden sesi duyuldu sanki.
O da, “Aşk imiş her ne var âlemde. İlm bir kıyl u kâl imiş ancak.” diyordu.
İçimdeki ben ise bu iş ilimsiz de olmaz diyordu ve şöyle sesleniyordu:
Kaynağından soğura
Hikmet ile yoğura
İlim amel doğura
Kısır kalası değil!
Allah da şöyle buyuruyordu:
“İleyhi yas’adu el-kelimü’t-tayyib…
“O’na ağar kelime-i tayyibe, ne ki onu O’na amel-i sâlih yükseltir!”

Dua ile!
GARİBCE
06.10.2019


1 Kasım 2019 Cuma

Oğul sana nasihatim var!




Oğul sana nasihatim var
Tuttuğun yol daim hak ola
Allah eder içine nazar
Özün her daim pak ola

Tam olsun dinin diyanetin
Hakka hizmet olsun gayretin
Hem güzel eyle kim siyretin
El katında yüzün ak ola

Tutkun kıl ardına cemalin
Titre hem hışmından celâlin
Koşasın ardından helalin
Mala mülke gözün tok ola

Aldanma zevklerine peşin
Düşün hep sonunu gidişin
Ismarlayıp Hakka işin
Tevekkülle kaygın yok ola

Gezeleme sen sağda solda
Ardına düş rehberin bul da
Sülûk eylediğin Hak yolda
Ardından gelenin çok ola

Garibce’yim ben de muhtacım
Hem derdim vardır bî ilacım
Diner elbette bir gün acım
Yeter ki tüten ocak ola

Dua ile!
01.11.2019
GARİBCE



16 Ekim 2019 Çarşamba

Bağlam! Bağlam! Bağlama bağlı anlam!




Tartışıp duruyoruz.
Çoğu kez de çalıyı tepesinden sürüklüyoruz.
Kadın konusu yumuşak karnımız. “Fitne” ya, o yüzden evden çıkmasın, gün yüzü görmesin, bizi günaha düşürmesin istiyoruz.
Kırmızı mangır karşısında rüştümüzü ispat ettik ya, kadını eve tıkarsak dinimizin geri yarısını da tamam ederiz sanıyoruz. Aslında biz kendimizin ne matah bir şey olduğunu da çok iyi biliyoruz. “Beli’l-insanu alâ nefsihî basîreh”. Buna rağmen caka satıp duruyoruz. Ya kadere, ya şeytana bindiriyoruz. Ya da şeytanın kendinde temessül ettiği kadına!
Ya selam!
Başlığa/ bağlama dönelim:
Çokça tartışılan bir konu var: Kadının mahremi olmadan (90 km. üzeri) yolculuğa çakması. Bunu yasaklayıcı olarak da şu hadis kullanılıyor:
“Hiçbir kadın yanında kardeşi, babası ya da kocası ya da mahrem bir yakını olmadan üç günden uzun süreli bir yolculuğa tek başına çıkmasın!”
Oysa bu hadisteki yasağın illeti/ gerekçesi kadın olması değil “güvenlik endişesi”dir.
Bu tespitin delili de şu hadistir:
“Çok yakında öyle bir zaman gelecek ki kadın yanında koruması olmadan tek başına Hire’den çıkacak ve Kabe’yi tavaf edecek/ haccını yapacak…”[1]
Hire Kufe'dedir. Kufe-Mekke arası 90 değil 1.715 km'dir.
Ravi “Ben hevdeci içinde kadının yanında koruması olmadan tek başına Hire’den çıkarak Kabe’yi tavaf ettiğini de gördüm” diyor.
İşte böyle.
Dönüp dolaşıp bağlama geliyoruz.
“Bağlam! Bağlam! Bağlama bağlı anlam!” diyoruz.

Dua ile!
16.10.2019
GARİBCE


[1] el-Mâverdî, Ebû'l-Ḥasan ʿAlî b. Muḥammed b. Muḥammed b. Ḥabîb el-Baṡrî (ö.450/1058), el-Ḥâvi'l-Kebîr , Beyrût, I-XVIII, IV, 925-926.
عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ {صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ} قَالَ : لَا تُسَافِرِ امْرَأَةٌ فَوْقَ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ إِلَّا وَمَعَهَا أَخُوهَا أَوْ أَبُوهَا أَوْ زَوْجُهَا أَوْ مَحْرَمٌ
عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ {صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ} قَالَ : لَتُوشِكُ الظَّعِينَةُ تَخْرُجُ مِنَ الْحِيرَةِ بِغَيْرِ خِفَارٍ حَتَّى تَطُوفَ بِالْكَعْبَةِ ، وَيُوشِكُ أَنْ تُفْتَحَ كُنُوزُ كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ ، وَيُوشِكُ الرَّجُلُ يَسْعَى يَبْتَغِي أَنْ يُؤْخَذَ مَالُهُ صَدَقَةً فَلَا تُقْبَلُ مِنْهُ ، فَلَقَدْ رَأَيْتُ الظَّعِينَةَ تَخْرُجُ مِنَ الْحِيرَةِ حَتَّى تَطُوفَ بِالْكَعْبَةِ بِغَيْرٍ خِفَارٍ ، وَكُنْتُ فِي الْخَيْلِ الَّتِي أَغَارَتْ عَلَى الْمَدَائِنِ حَتَّى فَتَحُوا كُنُوزَ كِسْرَى ، وَاللَّهِ لَتَكُونَنَّ الثَّالِثَةُ


Bağlama dair: Müşrikler arasında ikamet


 “Ben, müşriklerin arasında ikamet eden her müminden beriyim/ uzağım!”

Bu hadis, lafızcı okuma sonrasında özellikle Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanları tedirgin etmektedir. Öyle ya hadisin ifadesi oldukça açıktır. Buna göre her kim söz gelimi Amerika, İngiltere… gibi Müslüman olmayan bir yurtta kafirler arasında yaşıyorsa, Hz. Peygamber (s.a.s.) ondan uzak olacak demektir.
Tabii bu uzaklık/ berî olma hangi açıdan diye sorulduğunda da cevap olarak akla ilk gelen din, peygambere mensubiyet, ümmete aidiyet olmaktadır.
İmdi nasıl kutlu ve mutlu bir İslam dünyamız var ki kapılar açık olsa insanlarımızın kahir ekseriyeti büyük bir tehacümle özellikle Batı ülkelerine akın edeceklerdir. Kapılar bunca muhkem bir şekilde kapalı olmasına rağmen ölümü göze alan nice insanlarımız bu kapıyı zorlamakta, binlercesi de yollarda telef olmakta, kimi boğulmakta, Aylan bebeklerin cesedi karaya vurmakta, kimilerinin donmuş cesetleri bahar mevsiminde ortaya çıkmaktadır. Ne kadar yürek acısı ve utanılası bir durum!
İmdi bunca oralarda yaşayan ve oralarda yaşamak için can atanlar, gavur olmaya mı hevesliler. Belli ki hayır. Bu insanlar insanca bir hayat yaşayabilmek için, çoğu da ülkelerindeki zulümlerden, katliamlardan kaçmak için, daha özgür bir yaşam için  bu serüvene katlanıyorlar.
İmdi hadis bize ne diyor, ona gelelim.
Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine’yi İslam yurdu yapınca, bundan kerli Müslüman olan herkesten aldığı beyatta hicreti de şart koştu. Buna sebep Medine “Dâru’l-hicret” oldu. Müslüman olup da Medine’ye hicret etmeyenin hayatı garanti altına alınmadı. Bu bilgi önemli. Bu hicret siyaseti Mekke’nin fethine kadar da sürdürüldü.
Hz. Peygamber (s.a.s.) Has’am kabilesine bir seriye/ askerî müfreze göndermişti.  (Bu kabileden de bir takım insanlar Müslüman olmuşlar, ancak hicret etmeyip müşriklerle yaşamayı sürdürmekteydiler.) Bunlar baskın yapan seriyyeyi görünce hemen namaza durup secdeye varmışlar, (Müslüman olduklarını görsünler de kendilerine dokunmasınlar, istemişlerdi. Lakin bekledikleri gibi olmamış ve) seriyye bunları da öldürmüştü. Durum Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ulaşınca “Ben, müşriklerin arasında ikamet eden her müminden beriyim/ uzağım!” buyurmuştu.[1]
Bu şu demek oluyordu. Has’am kabilesinden Müslüman olup da emir gereği hicret etmeyip orada ikamete devam eden ve seriyye tarafından öldürülen bu müminler, bizim korumamız altında değildir. Bu itibarla devlet olarak bizim  (Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanların) onların diyetlerini ödemek, verilen zararı tazmin etmek gibi bir sorumluluğu yoktur.
Buna rağmen, Hz. Peygamber (s.a.s.) o Müslümanların diyetlerinin yarısını tazmin etmiş, diğer yarısını da kendi ölümlerini kendileri hazırladıkları için heder kılmıştır.
İmdi olay bu.
Bu bağlamdan koparılarak sözün mutlaklaştırılıp “din ve imandan beri olmak” gibi bir anlamı esas almak ne alaka!? Ondan sonra da din ve peygamber adına halkının çoğunluğu Müslüman olmayan ülkelerde yaşamaya çalışan Müslümanları peygamber sopası ile dövmeye çalış.
Müslümanlar, her şeyden önce kendi ülkelerini yaşanılabilir bir yere çevirmeliler. Bunu yapabilirlerse, bu kez tersinden gayrimüslimler bizim ülkelerimize gelmeye ve bizlerin arasında yaşamayı bir ideal haline getireceklerdir.
Ama nerede?

Dua ile!
16.10.2019
GARİBCE


[1] عَنْ جَرِيرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ ، قَالَ: " بَعَثَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَرِيَّةً إِلَى خَثْعَمٍ فَاعْتَصَمَ نَاسٌ مِنْهُمْ بِالسُّجُودِ ، فَأَسْرَعَ فِيهِمُ الْقَتْلَ ، قَالَ : فَبَلَغَ ذَلِكَ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فقال : ( أَنَا بَرِيءٌ مِنْ كُلِّ مُسْلِمٍ يُقِيمُ بَيْنَ أَظْهُرِ الْمُشْرِكِينَ )، قَالُوا : يَا رَسُولَ اللَّهِ لِمَ ؟ ، قَالَ: ( لَا تَرَاءَى نَارَاهُمَا ) " . رواه أبو داود ( 2645 ) ، والترمذي ( 1604 )

12 Ekim 2019 Cumartesi

Akıl seni başta taşımak neden bize zor geliyor?




Bir bedevi araba, “Muhammed’in  peygamberliğini nasıl anladın?” diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Muhammed neyi emretti ise, akıl, ‘O bunu yasaklasa daha iyi olurdu!’ demedi. O neyi yasakladı ise akıl, ‘O bunu emretseydi daha iyi olurdu!’ demedi.” (İbn Kayyım, Miftâhu dâri’s-seâde, II, 6)
قال بعض الاعراب ، وقد سئل : بماذا عرفت أن محمدا رسول الله ؟ فقال : ما أمر بشيء فقال العقل : ليته نهى عنه، ولا نهى عن شيء فقال العقل : ليته أمر به.
Ömrü develerinin ardında vaha vaha dolaşan bedevi aklını kullanıyor ve aklına ışık tutacak hidayeti buluyor.
Biz ise aklımızı heva ve heveslerimizin peşinde sürüklüyoruz. İhtiraslarımız aklımızı perdeliyor. Sonunda ışığı olmayan aklımız karanlıkta kalıyor ve görür iken görmez oluyor, tartar iken tartmaz oluyor.
Allah da aklını kullanmayanların üzerine pislik boca ettiğini söylüyor. (Yunus 10/100)
Hadi hayırlısı!
Yahu akıl sen ne imişsin be!
Kullananın elinde düze çıkarırsın, yolda yol aldırırsın.
Kullanmayanın elinde başta bir yük olursun.
Kiminde patinaj yapar, kiminde sıyırttırırsın.
Kiminde birinci/ ilk hâdî (yol gösteren) olarak sana mikyas/ölçem olacak hidâyete götürürsün. Ve sen ne aziz/ değerli bir şeysin.
Ve bu halinle sen başımızda taşınmaya ne kadar da layıksın.

Dua ile!
12.10.2019
GARİBCE


11 Ekim 2019 Cuma

Hayat bulmak için suyu içmek mi analiz mi etmek?



Ahmed Raysûnî, Ebu Şuayb el-Mağribî’den naklediyor:
Peygamberimize (s.a.v.) gökten su indi (vahiy). Peygamberimiz  bu suyun nezafetine ve susuzluğumuzu gidereceğine iman etti. Sonra da bu hayat suyundan bütün insanlığa ulaştırmak için çalıştı, çabaladı, ömrünü bu uğurda harcadı.  Ardından gelen sahabe ondan içti susuzlukları gitti,  hayat buldular.  Nihayet Mutezile geldi. Bunlar, suyun gerçekliğini öğrenmek için işe koyuldular. Büyük bir gayretle suyu kazana koydular, altına ateş yaktılar, tahliller yapıp mahiyetini öğreneceklerdi. Ne ki bu kez kazandaki su buharlaştı ve yok oldu. İnsanlar susuz kaldı.  (Mealen) https://www.youtube.com/watch?v=sI2iJIGQiGM
Bana pek öyle olmadı gibi geliyor ama yine de benzetme güzel!
Allah’ın esmasını Zikir, semere vermeli. Semeresi de hal, söz ya da fiil olmalı.
Su’yu anmak, analiz edip gerçekliğini öğrenmek değil, içmek ve susuzluğumuzu giderip hayat bulmak amaç olmalı.

Dua ile!
11.10.2019
GARİBCE


6 Ekim 2019 Pazar

Adalet semaya direk


Adalet en büyük erek
Adalet semaya direk
Akıl terazi,  yoksa olmaz
Tartmaya hem dirhem gerek

Terazi olursa tezek
Ona pohtan dirhem gerek
Zulüm altında inler hep
Anda masum nice yürek

Nere mutluluk ülkesi
Gür çıkar adalet sesi
Herkesin hakkı belli
Elde istihkak listesi

Denge ile yürür gemi
Adlin Hak olur dirhemi
Sen hakkımı ver yeter
İstemem senden keremi

Dua ile!
06.10.2019
GARİBCE

2 Ekim 2019 Çarşamba

Ameller sevabını bulur mu? Bire yedi yüz sevap olur mu?




Elbette amellerimiz karşılığını bulur. Zerre kadar iyiliğimiz varsa onun karşılığını buluruz. Zerre kadar işlediğimiz kötülük varsa onun da karşılığını buluruz.
Ama nasıl?
Kur'an-ı Kerîm’de kötülüklerimizin karşılığının dengi bir ceza olduğu belirtilir. Buna mukabil iyiliklerimizin karşılığının en az on sevap olduğu, dilerse Rabbimiz lütfu ile artıracağı ve hatta yedi yüz katı bile olacağı anlatılır.
Bire on tarım ile geçinenlerin yüzünü güldürecek bir verim.
Bire yedi yüz ise hayal değil gerçek.
Ama nasıl? Bir gerçekliği olan salih bir iş ile. Şöyle ki: Sen çok değerli bir tohum ekersin. Tohum içinde tahıllara gebedir. Ortamını bulduğu zaman –ki onu sen oluşturacaksın, Allah’ım bu işleri sen hallediver demeyeceksin- o gebe tohum yedi başak bitirecek. Her bir başak ise tahıla duracak ve yüzer tane tahıl verecek. Toplam da yedi yüz tahıl olacak. İmdi bir tohumdan elimizde her biri yedi yüz tahıl bitirecek yedi yüz tohumumuz oldu. Ve bu katlanarak gidecek. İşte birin yedi yüz ve katları sevap vermesi böyle olur.
Akıllı bir insan bu hesabı kabul eder.
Ama öyle değil de tohum ekmez ve sevap beklerse, hele beklediği sevap da hesaba kitaba sığmazsa işte onu akıl kabul etmez. Akıl ise Allah’ın insanlara bağışladığı ilk hâdî yani yol gösterici, ölçücü biçici.
Müslümanlık aklı olanlara hitap eder, aklı olmayanın, akıl var ama onu kullanmayanın üzerine pislik boca eder.
Hal böyle iken gelin şu bizim Müslümanlığımızın içler acısı durumuna bir bakın. Hiçbir iş yapmayacak, tahıllara gebe tohum ekmeyecek ama milyonlarla sevap bekleyecek. Her işini kendisi yapmayacak, Allah’a havale edecek. Allah’ım armudu pişir ağzıma düşür diyecek. Hakkın yanında yer almayacak, Hakk’a yardım etmeyecek, destek vermeyecek ve “Allah’ım şu zalimleri sen kahreyle!” diyecek bütün bunları ecir-i hâssı bildiği Allah’ın üzerine yıkacak. Ondan sonra gelsin sevaplar, gelsin cennette içi huri gılman dolu köşkler saraylar.
Bunların ataları da Musa peygambere aynı şeyi diyorlardı. “Sen ve Rabbin gidin ve savaşın. Biz burada oturucularız”
Gerçeklik hiç öyle değil.
Ektinse biçersin.
Ne ektinse onu biçersin.
Tohumun gebe ise mahsulü devşirirsin.
“Şunu şunu söyle, şu kadar milyon sevap eyle!” Öyle bir din yok. Bu ancak tembellerin uydurduğu bir din olabilir.
Hem uydururken biraz daha ölçülü olun yahu!
 El-insaf!

Aklım, aklımla aklandım
Aptallık narına yandım
Hurafeler sardı yanım
Aklım ardına saklandım

Dua ile!
02.10.2019
GARİBCE

1 Ekim 2019 Salı

Akıl


Akıldır yüzün aklar
Hem rezailden saklar
Kimi işletmez asla
Eskir sanır ahmaklar

Baş hikmet ile dolsa
Şaşmaz kıstasın bulsa
Pirincin taşı olsa
Akıl onu ayıklar

Olmuşsun ergen yaşta
Akıl yok ise başta
Hem barışta savaşta
Dil söz bilmez sayıklar

Garibce hak erektir
Göze ışık gerektir
Ölçem olmasa akıl
Başlarda yük demektir

01.10.2019

Akıl


Akıl yoksa din de yoktur
Boş sözlere karın toktur
Akıl yolun tutmayanın
Başına bela pek çoktur

Fıtratımız selim özdür
“Akl-ı garizemiz gözdür
Işıktır akl-ı müstefad”
Bu bilgece bir sözdür
(Râğıb, ez-Zerîa ilâ mekârimi’şerî’a, s. 133)

Gönül



Gönüldür bu, akınır
Börtü böcek bakınır
Saplanınca sanma sen
Dal budaktan sakınır
01.10.2019


27 Eylül 2019 Cuma

Hem rızkı verir hem esbap ile esrarı korur!




Geçen Salı günü bizim sokakta pazar kuruluyor ya ona sebep izdihamda araba için yer bulamayınca geri geri gidip bir yere sokulayım dedim. Arkada neredeyse arabaya sürtünen insanları kollarken çat sesiyle irkildim. Arabanın arka sol stop lambasını kenarda duran kamyonun demir aksamına toslamışız. Bi kızdım bi kızdım. Dışta aynalar, içte kamera nasıl görmezsin koca kamyonu dedim. Sonra -Yok yahu sende kabahat yok, adamlar senin geri geri gideceğin yere park etmişler, dedim. Tabii canım sıkıldı. İnternetten sipariş verdim. Oldu olmadı derken bu gün sanayide işi bitirdik. Eskisi de zaten çatlaktı, yenilenmiş oldu.

İmdi ben böyle kendi kendime söylenirken Garibce kulağıma eğildi ve "-Ula oğlum dedi. Senin gibiler arabasını oraya buraya vurup tamir ettirme ihtiyacı duymasaydı bunca esnaf, emeği ile geçinen  kir pas içindeki ak yüzlü insanlar nasıl geçinecekti, akşam olunca çocuklarına bir dilim ekmeği nasıl götürecekti."
Düşündüm düşümdüm, hikmet işte bu dedim. Rızkı veren Allah ama kimini kimine sebep kılarak veriyor. Esbap ile esrarı koruyor.
Ve şimdi sevinçliyim. Evet hiç hesapta olmayan bir para cebimden çıktı ama bir kaç emekçinin sofrasına da aş oldu.
Dua ile!
27.09.2019
GARİBCE

31 Temmuz 2019 Çarşamba

SİYASET ÜZERİNE




Siyaset üzerine sözü uzatmak niyetinde değilim, sadece bir âyet meali ve içinde geçen dört temel kavramı açıklamak istiyorum. Hepsi o kadar.
“Andolsun biz elçilerimizi beyyinelerle (açık kanıtlarla) gönderdik ve onlarla beraber Kitâb’ı ve mizanı (hak ölçütleri) indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler. Ve kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlara birçok yararlar bulunan demiri indirdik...” (Hadîd 57/25)
 Bu cami (toplayıcı) âyette, dört önemli terim geçmektedir. Bunlar kitap, mizan, kıst ve hadîddir.
“el-Kitâb”, son ve ekmel dinin ilke ve esaslarını içeren Kur'ân-ı Kerîm olmaktadır. Ölçütleri verir. Her şeyin kıstaslığı ondadır.
“el-Mîzân”, doğru tartan, hassas bir terazi olup, adaleti dağıtmada kullanılan yol, yöntem ve araçları sembolize eder.
“el-Kıst” ise, adaletin dağıtılması sonucu ortaya çıkan muvazene halidir. Hayatın her yönü lâyıkı veçhile ele alınır ve hiçbir yönü ihmal edilmeksizin dengeli, ahenkli ve düzenli bir yaşam tarzı ortaya konur. Hiçbir kimse ya da grubun, başka biri ya da grup üzerine tasallut ya da tecavüzde bulunmasına imkân verilmez.
“el-Hadîd” demir demektir ve kuvveti remzeder. Kitabın ilke ve esaslarının hayata geçirilmesi, adalet terazisinin işlevsel kılınması ve toplum içinde her türlü dengelerin kurulması için işte bu gücün desteğine ihtiyaç vardır.
Bunlar ahenkli bir şekilde bir araya gelmişse, orada hikmetli siyaset var demektir.

Dua ile!
31.07.2019
GARİBCE


10 Temmuz 2019 Çarşamba

Hilafet bende çün emanet bende!




Bende oldu hilafet
Çün bendedir emanet
Kulluk bana azatlık
Benlik gütmek bir afet

Halife sahip değil
Varlığı emanet bil
Kul olmak kula ardır
Sen sade Hakk’a eğil

Garibce halifeyim
Yeryüzü ekeneğim
Aklım başımda nasıl
Faniye güveneyim

Bu yurdumda ekerim
Ahretimde biçerim
Ben hep çektiklerimi
Nadanlıktan çekerim

Halik Çalap uludur
Yolum O’nun yoludur
Şek şüphe olmaz asla
Kalbim iman doludur

Muhammed resul kuludur
Yolunda üsvemiz odur
Necat ister isen şayet
Ona isyandan uzak dur

Dua ile!
10.07.2019
GARİBCE




9 Temmuz 2019 Salı

Bir şeytan bir de kader olmasa III


İnsan olan vefayı bilmez mi?
Mazlum olan gözyaşın silmez mi?
Sadaka deyü yüzü gülmez mi?
Bir şeytan bir de kader olmasa

Her işini Hak için yapacak
Hakkı hak bilip Hakk’a tapacak
Kalpler zikir ile huzur bulacak
Bir şeytan bir de kader olmasa

Emek verip ilim ile dolacak
Gündüz saim gece kaim olacak
Hem sırat üzere daim olacak
Bir şeytan bir de şu kader olmasa

Nice gün gördüm nice yaş yaşadım
Garibce’dir ahbab beyninde adım
Hamlık gider özde gelirdi tadım
Bir şeytan bir de şu kader olmasa

Dua ile!
09.07.2019
GARİBCE

Bir şeytan bir de kader olmasa II


Bozuldu düzen berde bahirde[1]
Sebep insandı evvel ahirde
Nasıl aklardı kendin zahirde
Bir şeytan bir de kader olmasa

İnancı yok cıfıt olmuş vicdan
Abalı hep tem talih kör şeytan
O da olacaktı iyi insan
Bir şeytan bir de kader olmasa


Çıkar yola, baş koyar el ile
Usanç bürür görünce gaile
O da varırdı elbet menzile
Bir şeytan bir de kader olmasa



[1] ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
"İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır."  (Rûm 30/41)

8 Temmuz 2019 Pazartesi

Bir şeytan bir de kader olmasa





Çekemez yükümü ayaklarım
Dümdüz yolda bile dayaklarım
Bunca haltı ben nasıl aklarım
Bir şeytan bir de kader olmasa

Bayındır olurdu viraneler
Evliya olurdu divaneler
Bom boş olurdu mahpusaneler
Bir şeytan bir de kader olmasa

Suçlu yok, kader mahkumu herkes
Fatura mı dedin kadere kes
Aç da doyacak alacak nefes
Bir şeytan bir de kader olmasa

Yazgım oldu çözümsüz bilmecem
Ahu zarla geçer gündüz gecem
Duyulur sözün belki Garibcem
Bir şeytan bir de kader olmasa
Dua ile!
08.07.2019
GARİBCE

5 Temmuz 2019 Cuma

Rıdvan olsun sevincim




Senindir Batı Doğu
Hayreyle varı yoğu
Kılma içinde ağu
Helal eyle kazancım

Hak’tan beni ayırma
Şehvet ile azdırma
Adım şaki yazdırma
Sensin benim güvencim

Hakka köle et beni
Hayra kıl davet beni
Günah çok affet beni
Sensin benim inancım

Sırat kıldan pek ince
Yüz ak hesap verince
Garibce ne deyince
Rıdvan olsun sevincim

Dua ile!
05.07.2019
GARİBCE

28 Haziran 2019 Cuma

Elinde cübbe mezuniyet heyecanı yaşayan öğrencimize!



Kanatlarım takarım
Uçmaya bakarım
Nerde Hakkı görsem
Mail olur akarım

Özüm Hakk’a tutarım
İlme ilim katarım
Yorgun argın olsam da
Huzur ile yatarım

İlme talip ararım
Veli nimet bakarım
Hak yolunda özümü
Çıra eder yakarım

Daim Hakk’a bakarım
Ne usanır bıkarım
Garibce’yim yükümü
Kapısına yıkarım

Dua ile!
28.06.2019
GARİBCE

26 Haziran 2019 Çarşamba

Medreselerin Açılışı: Aynı olgu ve iki değerlendirme.




Biri ileriye doğru bakış ve duyulan endişe, diğeri geriye doğru bir anlamlandırma ve nedamet.
Her iki bakış da olguyu olumsuzluyor, “Olanda hayır vardır!” demiyor.
Olay: Nizamiye Medreselerinin açılışı.
Maveraünnehir uleması bu haberi duyunca ilim adına gıyabi cenaze namazı kılıyorlar ve diyorlar ki: “Artık ilim öldü. Çünkü onunla şerefli insanlar sırf Allah rızası için uğraşıyorlardı, ilim bizatihi kendi değeri ile talip buluyordu. Şimdi ise artık makam ve mevki için şart oldu, o makamlara tırmanmak isteyenler ilmi kendi süfli arzularına bir araç kılacaklar ve bunun sonunda ilim nurunu kaybedecek…!”
Sen olsan şimdi böyle bir durumda ilim adına yas tutmaz mısın? Haydin, buyurun cenaze namazına!
Öbürü ise günümüzden geriye doğru bir bakış ve değerlendirme: Ali Bardakoğlu İstanbul Müftülüğü ’nün çıkarmış olduğu Din ve Hayat dergisinin  38. sayısında (İlkbahar 2019, s. 27-31)  sayısındaki “İslamofobi Baskısı Altında Kalmadan Klasik Fıkhı Yeniden Düşünmek” adlı yazısında aynı olguya gene olumsuzlayan bir değerlendirmede bulunuyor ve şöyle diyor:
“(İlk başta) Yıllarca fıkhın hayat ve toplumla ilişkisi canlı şekilde devam etti. Yeri geldi fıkıh yeni bölgelerin kültürüne belli katkılar sağladı; yeri geldi İslam’ın gittiği yeni coğrafyaların birikim ve şartları fıkha yeni açılımlar kazandırdı. Ancak Nizamiye medresesi geleneği ve klasik fıkıh literatürünün aynı zamanda bir eğitim aracı olmaya başlaması dogmatik anlayışın habercisi gibiydi.
… Neticede fıkıh, çoğu zaman geçmiş dönemlerin hayatını bize model olarak sunan, hatta o dönem şartlarında yaşamayı dini bir ödev olarak özendiren bilgi yığınına dönüştü. Fıkhın bu haliyle geleneği resmetmekle yetinmesi, hatta şeriatı da İslam’ı da temsil eder şekilde algılanması, gelenekçilikten de öte çok ciddi sorunları önümüze çıkardı. Sonuçta bu, fıkhın işlevinde bir daralma ve onun bugüne ve ileriye bakan boyutunun gölgede kalması demektir. Hatta böyle bir fıkıh algısı Müslümanları sadece tarihe hapsetmekle ve formel dindarlığa sevketmekle kalmaz onların dinin ana mesajından ve İslam ahlakının temel değerlerinden uzaklaştırma riskini de taşır. Nitekim gelişmelerin de bu yönde seyrettiği görülmektedir.”
Bir medeniyet kurumlar olmadan olur mu? Elbet olmaz. Ne var ki kurumlar oluştukça ve zamanla iyice de oturdukça ruhunu kaybetmeye başlıyor. Ondan sonra bir zamanlar hayat sebebi olan aynı kurum bu kez kangren olmuş bur uzva dönüşüyor. Aynen Yeniçeri Ocağı gibi. Gün geliyor vaktiyle zaferden zafere koşturan bir kurumdan kurtulmak için Vaka-i Hayriyeler gerekiyor.
İşte böyle!

Dua ile!
26.06.2019
GARİBCE


21 Haziran 2019 Cuma

Usulsüz iş olası değil


İtikat hep yakini arar
Furu, ahkamı zanna dayar
Vehme asla olmaz itibar
Usulsüz iş olası değil

Ölçemi olur yarar zarar
Hep orta yolda olur karar
Dengelenir doğar istikrar
İfrat tefrit bulası değil

Musa’yım ben Kısas isterim
İsa dedi Affedin derim
Muhammad’im Hakkı güderim
Nadan olan bilesi değil

21.06.2019
GARİBCE

17 Haziran 2019 Pazartesi

Mağsub tahtında tacındır şehadet


Firavun ülkesi hikaye bildik
Binlerle Mursi'yi de şehit verdik
Masum canlar ahlar göğe ağar
Umut bitti derler Musa doğar
İnna lillâh varış O'na akıbet
Mağsub tahtında tacındır şehadet

17.06.2019
GARİBCE

Kıbrıs İlahiyat Mezunlarına Selam



İki dönem benim de hocalık yaptığım Kıbrıs Yakın Doğu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 2019 mezuniyet programı düzenliyor. Bunun  için benden de bir dakikalık bir video istemişler. Ben de yazdığım aşağıdaki şiiri okuyup onlarla paylaştım.
Hala Sultan Hz. Peygamber’in (s.a.v.) halası  olmaktadır ve gaza için geldiği Kıbrıs’ın güney kısmında medfundur. Onun ardından gelecek diye sözü edilen Ayşe ise, annesi benim köylüm ve ilkokulu beraber okuduğumuz Hüsne Hanım’ın kızı. Annesi Kayseri’ye bağlı Sarıkaya köyünden, babası  Adana’ya bağlı Gedikli köyünden. Aslında Torosların biri kuzey (bizimkisi) diğeri güney yamacında yer alıyor. Sırt sırta iki köy yani. 1974 savaşı sonrasında onlar Kıbrıs’a yerleştirilmiş. Oğulları İsmail hapishanede gardiyan iken İlahiyat açılınca müracaat etmiş ve bitirmişti. Ardından kırklara karışmış olan kızkardeşi Ayşe de başlamış ve bu sene bitiriyor. Hem de birinci olarak. Azim işte buna denir. Tebrikler.
Siz hele imkân verin. Nice kabiliyetler var ortaya çıkacak. Nice cevherler var mücevher olarak işlenebilecek.

Selam Kıbrıs’a


Ufukta iki bayrak
Bir al biri ak
Hala sultan ardından
Ayşeler geliyor bak

Kıbrıs’ta bir ilahiyat
Doğuyor yeni bir hayat
Çorak bağrında tohumlar
Çimleniyor küfre inat

Selam olsun bizden size
Siz de selam edin bize
Kurak mevsim sona erdi
Şükür olsun Rabbimize

Dua ile!
GARİBCE
16.06.2019



15 Haziran 2019 Cumartesi

Seyrani Baba’ya nazire


Garibce bir güzelleme

Enik büyür it olur
Yavşak büyür bit olur
Sanma makam adam bozar
Ayarına ölçüt olur
(İlk ikisi kaynanamdan)

Seyrani Baba’ya nazire


Avareden köşşek olur
Çulsuza çul döşşek olur
Sıpa büyür eşşek olur
O da racon keser bir gün

Terk etme sakın vefayı
Reva görme sen cefayı
Artırma yâre şekvayı
Âşık bile bezer bir gün

İkbal vardır varsa devlet
Kader değil bunca zillet
Şahlanır da yüce millet
Yılan başın ezer bir gün

Garibce keklikler öter
Hasretlik burunda tüter
Sıla derdi elbet biter
Toroslar’da gezer bir gün


15.06.2019


1 Haziran 2019 Cumartesi

Günah




(İman için)
Günah nedir, ağu bil aşında
Burgu olur yüreğin deşecek
Irgalanan kaya yar başında
Titrer altında düştü düşecek

(Nifak için)
Günah ne ki aman canım sende
Bir şeycik olmaz afsun var bende
Burnuma sanki bir sinek kondu
Hazza ket vurmak olur mu tende
01.06.2019
GARİBCE

31 Mayıs 2019 Cuma

İlim ilim bilmektir Yağlı urgan ilmektir




İlim ilim bilmektir
Yağlı urgan ilmektir
Çile biri bin para
Akıbeti gülmektir

Emsilesi besmele
Ulum ardından gele
Nerde diye sorarsan
Kapsar oldu Şamile

İlim başta sadırlarda
Karar kıldı satırlarda
Açkısı hep erbabında
Hiç arama yatırlarda


30.05.2019


30 Mayıs 2019 Perşembe

Yunusça / Helal olur ekmek sana


Çilekleri devşirmeye başlayan Hamid’e


Necat yoktur ahu zarda
Nerde zahmet rahmet orda
Fide diktinse baharda
Güler yüzün çilek sana

Nifak olmasın imanda
Hayır olur mu yalanda
El aşında gözün olanda
Zıkkım olur yemek sana

Hakkını görmen talanda
Verdiğin emek olanda
Matlubun Hak’da bulanda
Helal olur ekmek sana

29052019

18 Mayıs 2019 Cumartesi

Günah keçisidir kaderim




Mazeret olmaz asla kaderim
Ne edersem ben kendim ederim
İşleyen ben idiysem günahı
Cezasın da elbet ben öderim

Sayısız günahsız canlar yanmış
Nicedir tecavüzler yaşanmış
Ecit mecit ipinden boşanmış
Günah keçisi olur kaderim

18.05.2019

4 Mayıs 2019 Cumartesi

Bağlam: Hayber'in fethi ve evcil eşek etinin yenilmesinin haram olması




Geçen KURAMER’in düzenlediği Kur'ân ve Pozitif Bilim konulu sempozyum[1] vesilesiyle orada bilim üyesi olarak çalışmakta olan mühendis hadis doktoru Mehmet Apaydın’la çalışmaları ile ilgili epey bir konuştuk: Son olarak İlahiyat Akademi Dergisi’nde yayınlanan “İmâmetin Kureyş’e Ait Olduğuna Dair Hz. Peygamber’e İsnâd Edilen Rivâyetlerin Bütünsel Yaklaşım Yöntemiyle Tespiti” makalesinden bahsetti. Bunu tezinde iddia ettiği “Bütünsel Yaklaşım”a[2] örnek bir uygulama olarak kendisinden –özellikle hadisçiler- talep etmişler. O da işte size örnek diye elli sayfalık bu makalesini yazmış. Bu vesile ile ben de okudum ve kendisine de teşekkür ettim. Bağlamından koparılan sözün ne hallere bürünebileceğine güzel bir örnek olmuş.
Fakat bence daha ilginç olan örnek çalışmakta olduğu Evcil eşek etinin yenilmesinin haram olması ile ilgili anlattıkları.
Hz. Peygamber (s.a.s.) ordusu ile Hayber üzerine yürümüş. Hayber de çok sayıda kale var. İlkini kuşatmış ve belli bir süre muhasaradan sonra Kale sahipleri ile anlaşma yapmış ve muhasarayı kaldırmış. Buna göre ürettikleri hurmaların yarısını Hz. Peygamber’e vereceklerdir, karşılığında da Hz. Peygamber onların canlarını, ırzlarını ve mallarını koruyacağına dair güvence vermiştir. Böylece ilk kale fethedilmiş ve diğerlerini muhasaraya başlamışlar. Mevsim henüz hurmaların yeni yeni belirmeye başladığı, soğan ve sarımsak gibi ürünlerin yetiştiği bir zaman. Muhasaranın uzamasıyla askerin erzakı tükenmiş, yiyecek bir şey de yok, aç haldeler. Tam böyle bir ortamda anlaşma yaptıkları kalenin sahiplerine ait bir takım eşek kaleden çıkmış ve askerlerin olduğu yerlere doğru yayılıyormuş. Hz. Peygamber’in müthiş açlık çekmekte olan sahabesi eşekleri görünce hemen onları kesmişler ve kazanlara doldurup pişirmeye başlamışlar. Etrafı müthiş bir et kokusu sarmış. Hz. Peygamber’e de ikram edecekler ve ordunun açlık belasını bir nebze de olsa savacaklar. İşte tam da bu sırada eşeklerin sahibi çıka gelir ve “Ya Muhammed, biz seninle ne anlaşması yaptık. Hani sen bizim canlarımızı ve mallarımızı koruyacağına dair taahhütte bulunmuştun. Peki, neden  o zaman bizim eşekleri kestiniz?” diye sorar. Bunu öğrenen Hz. Peygamber’in adeta kan beynine hücum eder ve eti pişirmekte olanların yanlarına bir hışımla varır. Durumu onlara sorar, onlar da eşekleri kestiklerini ve onların etlerini pişirmekte olduklarını söylerler. Hz. Peygamber onlara öfkeyle etleri dökmelerini ve tencereleri de kırmalarını emreder. Kırmasak da yıkasak olmaz mı diyenlere de haydi öyle olsun der.
Aynı olayda askerin soğan ve sarımsak tarlalarına da girdikleri anlatılır. O soğan ve sarımsaktan yiyenlerin yanımıza yanaşmasın, sözü de bu olay bilindiğinde daha farklı bir anlam kazanır.
Aynı şekilde bir takım Müslüman askerlerin  anlaşma yaptıkları kaleye mensup kadınlara müta teklif ettikleri ve onların da buna rızaları olmadığı ve bu tekliften rahatsızlık duydukları anlatılır.
İmdi olay özetle bu. (Çalışması yayınlandığında konu ile ilgili daha etraflı ve müdellel bilgiye sahip olacağız. Sonucu sabırsızlıkla bekliyorum. Bu arada eve döndüğümde bilgisayar ortamında kısa bir tarama yaptım ve anlatılanları doğrulayan ama bölük pörçük bir sürü rivayet olduğunu kendim de gördüm.)
Olayın özeti Hz. Peygamber’in (s.a.s.) korumayı taahhüt ettiği kale sahiplerine ait malların yağmalanmasını ve yenilmesini yasaklaması, olmaktadır.
Bu olayda geçen eşek yerine söz gelimi kesilen hayvanlar koyun olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.s.) durumu öğrenince onların da yenilmesini yasaklamayacak mıydı?
Keza soğan sarımsak değil de söz gelimi henüz eski dünyada bilinmeyen patates ya da yer elması olsaydı tepkisi gene aynı olmayacak mıydı?
Şimdi ne oldu. Bu olayda anlatılan “Eşeklerin etinin yenilmesinin yasaklanması” bağlamından koparıldı ve genel geçer bir hale getirilerek “eşek etinin yenilmesinin haram olması” şekline dönüştürüldü. Üstelik bu, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bizzat kendisinin de haram kılma yetkisine sahip olduğunun delili kılındı.
Eşek eti haram hale getirilince bu kez talil yoluna gidilerek bunun haram oluşu kimine göre “hamule” yani ikmal/lojistik/ yükleri taşıma hizmetini görmekte oluşu, kimine göre de onun “cellâle”(pislik yiyen hayvan)  oluşu oldu.
Müt’a ve soğan-sarımsak konusunda da benzer bir durum oldu.
Bu genel kabul gören telakkiye mukabil İbn Abbâs gibi eşek etinin ve müt’anın haram olmadığını belirten sahabe de oldu.
Allah Teâlâ haramları kasır ifade eden bir üslupla belirtmişti. Bunun ötesinde kalanların yenilip yenilmemesi örf ile belirlenecek hususlardır. Söz gelimi Anadolu örfü eşeği bırakın atı bile yememekte ısrarlıdır. Öbür taraftan atı çok lezzetli bulan ve ziyafetlerde ikram edilen seçkin bir yiyecek olarak gören Türk boylarımız vardır.
Şeriatımız evrensel olacaksa insanların tümünü Kureyş’in örfünde toplamaya kalkışmak akıl işi değildir. Bu tavır işi imkânsıza sürmek olacaktır.
Bu örnekle bir daha gördük ki sözün anlamını gerçek anlamda bağlam belirler.
Dua ile!
04.05.2019
GARİBCE
 Etiketler: Mehmet APAYDIN, bütünsel yaklaşım, bağlam, Hayber, eşek eti, soğan sarımsak, müt’a




[2] Apaydın, Mehmet, Hadislerin Tespitinde Bütünsel Yaklaşım, İstanbul 2018.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...