28 Ocak 2019 Pazartesi

Müslümanlık yola şahitlik ve yolda yol almaktır!





Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. (77)   Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim'in dinine uyun. Allah sizi hem daha önce hem de bu Kur'an'da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır! (78)[1]

Bugün öğle namazı akabinde İlahiyat camimizde  Musa hoca aşir olarak bu ayetleri okudu.
Keşke hepiniz anlasak.
Kendimizi muhatap bilsek.
Bizden istenileni can kulağı ile dinleyip gereğini yerine getirsek.
Ne diyor Yüce Allah:
Eğer imanınızda sadık kimseler iseniz rüku edin, secde edin. Mutlak Hak huzurunda eğilin ve O’nun önünde yere kapanın. Nisbî hak ve hakikat karşısında da kibirle değil onu kabulle karşılayın, onu benimseyin ve önünde eğilin. Önünde eğileceğiniz yegâne şey Hak ve hakikat olsun.
Kulluk edin! Ne için var iseniz o amacı gerçekleştirmek için çabalayın. Varlığınızın gayesini ancak bu şekilde gerçekleştirebilirsiniz.

Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. Hak ve hakikat uğrunda çaba gösterin, mutlak gerçekliği ayağa kaldırmak ve onu sonsuza kadar yaşatmak ve ayakta tutmak için her ne gerekli ise onu yapın ve bunun için taayyün eden yol hangisi ise onu tutun. Cihad deyince sadece kılıca şartlanmayın.  Hikmet neyi gerektiriyorsa o yolu tutun. Gerekse müsaleme ve gerekse müsayefe! Eldeki yeri gelir kalem olur ve yeri gelir kılıç olur! Ama en büyük cihadın da onunla yani Kur’an ile olduğunu[2] unutmayın!
O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Ne büyük bahtiyarlık seçilmişlik. Ama bu bir o kadar da sorumluluk demektir. Din insanlığı saadete ulaştırmak için gelmiştir. Oysa bu iş için seçilmiş bizler çoğu kez dini, Allah’ı, peygamberi korumak için geldiği zannıyla insanımızı din ile bedbahtlığa sürmekte tereddüt etmeyiz. Sonunda insan için rahmet olan din aynı insan için bizim elimizde zahmet oluverir.

Babanız İbrahim'in dinine uyun. Allah sizi hem daha önce hem de bu Kur'an'da müslüman diye isimlendirdi… Din aynı zamanda peygamberler geleneğidir. Hz. Adem’den başlayıp son toka halkası  Hz. Muhammed (s.a.v.) ile tamama eren ve bütün zaman ve mekanları kuşatan bir rahmet kuşağıdır. O kuşağın dışında kalan bahtsız ve nasipsiz, hele dışına çıkan ise bedbahttır, düştüğü yer şekavettir.
Bu seçilmişlerin adı yalın bir şekilde “Müslüman” olmaktır. Başka hiçbir kaydı kuydu da yoktur. Ne radikal, ne selefi ne ehl-i sünnet… Sadece ve sadece Müslüman. Bu yazıların sahibi olarak ben Garibce Müslümanım ve herkim bana bundan gayrı bir isim yamarsa ondan bizarım.

 …ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. En zor olanı ise işte bu! Haydi şahid olarak ortaya çık ve herkes sana bakarak hiza alsın, Müslümanlığına seni ayna kılsın, delili sen olasın. Aslında çok zor da değil, istikamet sahibi olmak ve  sadece eline beline diline sahip olmak. Bütün bütün o yüzlerce binlerce kitaplarda anlatılmak istenen gerçeklik de işte bu. Fatiha’da günde kırk defa İhdina’s-sırâta’l-müstekîm denirken istenilen de bu! Önce yolda olmak, ikinci olarak da yolda yol almak!

Bunu şahid olarak başardıysan bir de bakmışsın ardından yolunu yol tutan, her yaptığında sana uyan, yolunda yol alan nice insan. Kendi dünyanın ufkunda üsve-i hasen (rol model) sen olmuşsun, sen se İslamlık dünyasının mutlak şahidinin/ Üsve-i hasen’in izindesin, ardından gelenler senin izinde…  Tekrar edelim ki bunu yapabilmen için sularda yürümen, göklerde uçman gibi garaibliklerden hiçbiri gerekmiyor. Allame olman da gerekmiyor. Sadece istikamet üzere olman ve eline, beline, diline sahip olman gerekiyor. İman ve takva üzere olman evliyaullahtan olmana da yetiyor[3].
Artık namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!

Dua ile!
28.01.2019
GARİBCE



[1] Hac Sûresi  (77 - 78)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ ﴿٧٧﴾  وَجَاهِدُوا فِي اللّٰهِ حَقَّ جِهَادِه۪ۜ هُوَ اجْتَبٰيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ مِلَّةَ اَب۪يكُمْ اِبْرٰه۪يمَۜ هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ مِنْ قَبْلُ وَف۪ي هٰذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَه۪يداً عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِۚ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِۜ هُوَ مَوْلٰيكُمْۚ فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ ﴿٧٨﴾ 
[2] Furkân Sûresi  (52 - 52)
فَلَا تُطِعِ الْكَافِر۪ينَ وَجَاهِدْهُمْ بِه۪ جِهَاداً كَب۪يراً ﴿٥٢﴾ 
Öyle ise kafirlere itaat etme, onlara karşı bu Kur'an'la büyük bir mücadele ver.
[3] Yûnus Sûresi  (62 - 63)
اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ ﴿٦٢﴾  اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ ﴿٦٣﴾
Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. (62)  Onlar iman etmiş ve Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. (63)

13 Ocak 2019 Pazar

Neden ayağıma diken batsa acısını yüreğimde duyuyorum?



Ayağıma diken batıyor, canım acıyor.
Neden diye sormalı mıyım?
Çünkü ayak benim ayağım.
Ve ben başımla, ayağımla, etimle tırnağımla, ruhumla bedenimle bir insanım. Varım ve varlığım bu birliğe bağlı.
Ayağım kopsaydı ve haberim olmasaydı, tırnağım üzerine konan közün acısını yüreğimde duymasaydım ben ben olmazdım.
Beni ben yapan tüm organlarımın birbirine bağlı olması ve hepsine birden de ruhumun hâkim olması, başımla ayağımdaki tırnağa aynı canın nüfuz etmiş olması… İşte o yüzdendir ki ayağıma diken batınca acısını duyuyorum ve bütünüyle canım yanıyor.
Müminler/ Ümmet de böyle olmalıydı.
Sevgili peygamberimiz de bu gerçeklik üzerinden müminleri tek bir bedene benzetmiyor muydu?![1] Ümmetin kimi baş kimi ayak olsa da hepsi birden tek bir beden gibi değil miydi? O yüzden Yemen’e ateş düşmüşse İstanbul onu yüreğinde hissetmeli değil miydi?
Malum değerler dizisinde korunması gereken beş küllî esas vardır ve bunlar da kendi içlerinde sıralıdır. Bu cümle değerlerin başında Canın korunması gelir. Dinin korunması da yerine göre –özellikle kamuyu ilgilendirmesi durumunda- birinci sıraya yükselebilen önemli bir değerdir. Dinin korunması için bir takım sınır çizgileri mahiyetinde haramlar vardır. Bir kimse o sınırlara riayet eder ve berisinde durursa Müslüman kimliğini ızhar etmiş ve korumuş, kim de o sınırı aşarsa kimliğini kaybetmiş olur. Âdem babamızın mahiyeti her ne ise kendisine yasak edilen Şecere/ Ağaç sınır çizgisini aşması ile birlikte cennetlik kimliğini kaybedip dünyalı hale gelmesi gibi.
Ne ki tevbe kapısı hep açık da düşenin kendisini toparlayıp ayağa kalkması imkânı hep mevcut ve bu bizi kurtarıyor.
İmdi dini koruma babında sınır çizgileri mahiyetinde getirilen haramlar arasında meyte ve domuz etinin yenilmesi de var. Müslüman meyte ve domuz yemez.
Peki ya canını korumak için bunları yemek zorunda kalırsa yani dinin haramlarına saygı ilkesi ile canı koruma emri karşı karşıya gelirse ne yapılmalı?
Bu konuda hemen akla gelen cevap canın korunması esasının öncelenmesi olacaktır. Nitekim ulemanın görüşü de böyledir. Lakin bir Müslüman için Müslüman ülkesinde böyle bir çaresizlik hali mümkün müdür?
Rahmet olsun Endülüs’ün büyük âlimi İbn Hazm’a! Bakın ne diyor:
“Naçar kalan bir Müslümanın  meyte yahut domuz eti yemesi helal olmaz. Tabii bu birlikte yaşadığı Müslüman ya da zimmî kimselerde kendi ihtiyaçlarından fazla yiyecek maddesi bulunması halinde böyledir.  Çünkü fazladan yiyecek sahibi olan kimsenin  açı doyurması boynunun borcudur (farz). Hal böyle iken bir kimsenin  meyte yahut domuz eti yemek gibi bir çaresizlik/ zaruret durumu içinde olması söz konusu olamaz.
Naçar durumda olan kimse bu durumda kendisinde fazla yiyecek olan ve vermeye yanaşmayan kimse ile vuruşma hakkına sahip olur. Eğer öldürülürse katile kısas uygulanır. Eğer vermeyeni kendisi öldürürse, öldürülen Allah’ın lanetine gider.  Çünkü bir hakkı engellemiştir. O bu haliyle taife-i bâğiyedir. Allah Teâlâ bâğîlerle ilgili şöyle buyurmuştur: “Eğer biri (hukuka riayet etmeyip) ötekine karşı haddi aşarsa (bağy), Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın.[2]  
Hakkı sahibine vermeyip engelleyen kişi, kendisiyle savaşılması emredilen bâğî’dir. Hz. Ebu Bekir zekâtı vermeyenlerle işte bu yüzden savaşmıştır. Tevfik Allah’tandır.[3]
Din ve dindarlık işte böyle bir şey!
Mala da dokunuyor, davara da!
Yemen acından ölürken İstanbul tıkınıyorsa sağlıklı bir İslam ümmeti bedeninden değil sinir uçları dumura uğramış bir et yığınından söz edilir ancak.
"Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "İhtiyaçtan arta kalanı."[4]
Almak kolay vermek zor.
Öyle olunca da dindarlık hakikaten zor!
Sarp yokuş mu ne?
Yokluğun, yoksulluğun, çaresizliğin boyunduruğundan insanları kurtarmak demek olan sarp yokuş.
Yoksulluğun kaderimiz olduğu inancının önümüzü kestiği sarp yokuş![5]
Selam olsun zoru başaranlara!
Dua ile!
13.01.2019
GARİBCE




[1] Câmiu’-ulûm ve’l-hikem, I, 336.
 مثل المؤمنين في توادهم وتراحمهم وتعاطفهم مثل الجسد إذا اشتكي منه عضو تداعي له سائر الجسد بالحمى والسهر

[2] وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَاۚ فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
"Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri (hukuka riayet etmeyip) ötekine karşı haddi aşarsa (bağy), Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah'ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, âdaletli davrananları sever."  (Hucurât 49/9)
[3] el-Muhallâ, IV, 31.
قَالَ أَبُو مُحَمَّدٍ: وَلا يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ اُضْطُرَّ أَنْ يَأْكُلَ مَيْتَةً، أَوْ لَحْمَ خِنْزِيرٍ وَهُوَ يَجِدُ طَعَامًا فِيهِ فَضْلٌ عَنْ صَاحِبِهِ، لِمُسْلِمٍ أَوْ لِذِمِّيٍّ؛ لأَنَّ فَرْضًا عَلَى صَاحِبِ الطَّعَامِ إطْعَامُ الْجَائِعِ فَإِذَا كَانَ ذَلِكَ كَذَلِكَ فَلَيْسَ بِمُضْطَرٍّ إلَى الْمَيْتَةِ وَلا إلَى لَحْمِ الْخِنْزِيرِ وَبِاَللَّهِ تَعَالَى التَّوْفِيقُ.
وَلَهُ أَنْ يُقَاتِلَ عَنْ ذَلِكَ، فَإِنْ قُتِلَ فَعَلَى قَاتِلِهِ الْقَوَدُ، وَإِنْ قَتَلَ الْمَانِعَ فَإِلَى لَعْنَةِ اللَّهِ؛ لأَنَّهُ مَنَعَ حَقًّا، وَهُوَ طَائِفَةٌ بَاغِيَةٌ، قَالَ تَعَالَى: { فَإِنْ بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ } (1) وَمَانِعُ الْحَقِّ بَاغٍ عَلَى أَخِيهِ الَّذِي لَهُ الْحَقُّ؛ وَبِهَذَا قَاتَلَ أَبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ - رضي الله عنه - مَانِعَ الزَّكَاةِ وَبِاَللَّهِ تَعَالَى التَّوْفِيقُ
[4] وَيَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلِ الْعَفْوَۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَۙ
"Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "İhtiyaçtan arta kalanı." Allah size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz."  (Bakara; 219)
[5] Beled Sûresi  (11 - 18)
فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَۘ ﴿١١﴾  وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْعَقَبَةُۜ ﴿١٢﴾  فَكُّ رَقَبَةٍۙ ﴿١٣﴾  اَوْ اِطْعَامٌ ف۪ي يَوْمٍ ذ۪ي مَسْغَبَةٍۙ ﴿١٤﴾  يَت۪يماً ذَا مَقْرَبَةٍۙ ﴿١٥﴾  اَوْ مِسْك۪يناً ذَا مَتْرَبَةٍۜ ﴿١٦﴾  ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِۜ ﴿١٧﴾  اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ ﴿١٨﴾ 
Fakat o, sarp yokuşa atılmadı. (11) 
 Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? (12) 
 O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek) tir. (13) 
 Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. (14-16) 
 Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir. (17-18) 


1 Ocak 2019 Salı

Rivayet, dirayet ve bağlam: Ölü ardından ağlama!



Hz. Âişe (ra) Hz. Ömer ve oğlu Abdullah tarafından rivayet edilen Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Şüphesiz ölü, yakınlarının kendisine ağlaması sebebiyle azap görür” hadisini reddetmiş ve “Allah Teâlâ “Hiçbir günahkâr bir başkasının günahını yüklenmez”[1]  buyurdu” demiştir. 
Burada Hz. Âişe sadece, hadisin -ölünün başkasının fiili sebebiyle azap göreceği şeklindeki zâhir anlama inanmaya karşı çıkmıştır.
Bu meselede bizim görüşümüz ise İbn Ömer ve Hz. Ömer’in bir başka gerekçe ile rivayette bulunmalarıdır ki bu mânâda Hz. Âişe de onlara muhâlif olamaz. Şöyle ki ölü ardından ağlamak Araplarda, onun yapıp ettiklerini sayıp dökmek anlamındadır. Cahiliye Arapları, düşmana baskın yapma, kadınları kaldırma ve adam öldürme gibi birbirleriyle öğünme yarışına girdikleri hususları, bu kabilden yapıp ettiklerini, ölülerinin ardından mefharet babından sıralarlardı. Nebî (s.a.v.) de birinde onları bu şekilde sayıp dökerken işitmişti. Bunun üzerine de onlara: “Şüphesiz o bu (saydığınız) fiiller sebebiyle azap görüyor” buyurmuştur. Dolayısıyla Hz. Ömer ve oğlunun hadisi kabulünün sahih bir yönü bulunmakta; Hz. Âişe’nin reddinin de yine bir başka sahih yönü bulunmaktadır.  (Cessâs, Fusûl, I, 160)
Burada iki tavır gözüküyor. Birincisi, Hz. Aişe’nin  bu ve benzeri bir çok yerde uygulamış olduğu rivayetleri İslam’ın genel ilkelerine vurma dirayeti. Zaman içinde bunu sistematik haline getirenler Ehl-i Rey (Hanefîlik ve Bâtınî ınkıtâ) olmuştur.
Cessâs tarafından yapılan öbür izah ise bir sözü değerlendirirken bağlamın gerçekten ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İbn Ömer ve hele hele de büyük bir fakih olan Hz. Ömer gibi yüksek dirayete sahip kimselerin rivayet ettikleri haberleri sadece zahiriyle değerlendirip bağlamını göz ardı etmek yeterli ve doğru olmaz.
Bağlam ne kadar da belirleyici oluyor.
Cahiliye bilinmeden İslam’a dair söz etmek hep eksik kalacağa benziyor.
Dua ile!
GARİBCE
01.01.2019




[1] وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى İsrâ 17/15; Zümer 39/7.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...