26 Ekim 2024 Cumartesi

Ya bir de şeytan olmasaydı?!

 

Dinî literatürde kötülüklerin, zararlı şeylerin, hatalı ve yanlış işlerin şeytana nispet edilmesi yaygındır.

Bir örnek:

“Kabın kırık yerinden içilmesinin yasaklığına dair haber rivayet edilmiş ve kabın orasında bir şeytan olduğu söylenmiştir. Bu rivayet şöyle yorumlanabilir: Kabın yıkanması sırasında kırık olan yer tam olarak temizlenemez. Oraya pislik toplanır. İçen kişi de kabın orasından içince bedene zarar veren bir şey yapmış olur. İşte bu mana sebebiyle “Orasında bir şeytan vardır” denilmiştir. Çünkü pis olan her bir şey, yerilen ve kötü görülen her şey şeytana nispet edilir. (Mehâsinü'ş-şerî'a, s. 233)

Ayrıca Ekrem Özbay’ın yorumu ile kırık yer kesme, batma veya üzerine dökülme şeklinde de kişiye zarar verebilir.

Mademki pistir ve de zararlıdır, öyle ise o şeytandır ya da şeytandandır.

İmdi düşünüyorum da yaptığımız haltları şeytanımız olmasa nasıl temize çıkaracak, onlara nasıl mazeret uyduracaktık. Suç samur kürk olsa üstümüze almazdık. İllaki birilerine yıkmamız lazımdı. İyi ki bir şeytanımız varmış. Ha bir de kader tabii.

Öyle olmasaydı alimallah suçumuzu Allah’a yıkmaya bile yeltenirdik.

Örnek mi: İşte İblis’in durumu: Kur'ân’da iki yerde bakın şöyle diyor:

قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

"İblis, "Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım" dedi."  (Hicr 15/39-40)

قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ

"Şeytan dedi ki: "(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.""  (A'râf 7/16)

İblis’in şeytanı yoktu ki suçu ona atsın. O yüzden o doğrudan Allah’a atma küstahlığına kalkıştı.

Garibce nazarımla bakınca kendimizi şanslı görüyorum ve iyi ki diyorum şeytanımız var da yediğimiz her haltı ondan bilerek kendimizi temize çıkarıyor, mazeretimiz var diyebiliyoruz. “Yaptım, yaptım ama hele bir sor niye yaptım” ayaklarına yatıyoruz. Ha bir de kader var. Her yaptığımız yanlıştan suçlu olan.

Ben bir zamanlar hapishanelere konferanslara giderdim. Sohbet sırasında gördüm ki orada hiç suçlu yoktu, hepsi kader mahkûmu idi.

Herkes de “Allah kurtarsın!” diyordu, işlediğini şeytandan biliyor, kurtuluşu Allah’tan bekliyordu.

Bu insan dedikleri varlık ne muamma bir şey!

Aslında kendisinin ne mal olduğunu[1] biliyor amma yine de üstüne kondurmuyor. Hemen yansıtıyor. Bu iş için de şeytan ve kader ne güne duruyor.

Ama işin hakikati hiç de öyle değil:

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ اِنّ۪ي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

"İş bitirilince şeytan da diyecek ki: "Şüphesiz Allah size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah'a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.""  (İbrâhîm 14/22)

Vaktiyle Garibce şöyle demiş:


Çekemez yükümü ayaklarım

Dümdüz yolda bile dayaklarım

Bunca haltı ben nasıl aklarım

Bir şeytan bir de kader olmasa

 

Bayındır olurdu viraneler

Evliya olurdu divaneler

Bom boş olurdu mahpushaneler

Bir şeytan bir de kader olmasa

 

Suçlu yok, kader mahkûmu herkes

Fatura mı dedin kadere kes

Aç da doyacak alacak nefes

Bir şeytan bir de kader olmasa

 

Yazgım oldu çözümsüz bilmecem

Ahu zarla geçer gündüz gecem

Duyulur sözün belki Garibcem

Bir şeytan bir de kader olmasa

 

Dua ile!

26.10.2024

GARİBCE



[1] بَلِ الْاِنْسَانُ عَلٰى نَفْسِه۪ بَص۪يرَةٌۙ

"Hatta, mazeretlerini ortaya koysa da, o gün insan kendi aleyhine şahittir."  (Kıyâmet 75/14-15)

17 Temmuz 2024 Çarşamba

Cin şişeden çıktı!

 


14.07.2024 tarihinde Erzurum İslami İlimler Fakültesi ve İlahiyat Fakültesi eski mezunlarının Kayseri buluşması vardı. Bir tür gocamışlar toplantısı gibi. Ayna gibi kocamış simamızı ele veren akran toplantısı yani. Gayretkeş arkadaşlarımızın himmeti ile senelerdir bunu yapmaktayız ve iyi de olduğunu görmekteyiz. Kimimiz eşleri ile katılıyordu ve benim gibi torunları ile de katılanlar vardı.

Öğleden sonra panelimiz vardı ve ben de konuşmacılar arasındaydım. Konumuz modernitenin aile ve gençlik üzerindeki etkisi ve çare önerileri idi. Beşi de profesör olan konuşmacılar maharetle konunun etrafında dolandılar ya da öyle sanıldılar. Hatta tertip heyetinden ev sahibi kendisi de profesör olan idareci hocamız meşhur bir fıkra anlattı. Hani ipini koparan balondaki birinin an itibariyle konumunu öğrenmek için aşağıdaki birine “Ben neredeyim?” diye sorması, onun “Yukarıda, balondasın” demesi, “Peki sen neredesin?” demesi üzerine de “Ben de senin altında, yerdeyim” demesi ve bunun üzerine yukarıdakinin aşağıdakine “Yahu sen profesör müsün?” diye sorması, onun da “Nereden bildin?” demesi üzerine “Dediklerinin hepsi doğru ama bir şeye yaramıyor olmasından!” diye açıklık getirmesi.

Benim konuşmamın özü üç defa tekrarladığım “Cin şişeden çıktı” repliği idi.

Çağımız değişimlerin en hızlı bir şekilde yaşandığı dönemdi ve benim acizane görüşümce de bu süreçte en belirgin olan görüntü kadınların evden çıkmasıydı. Sadece evden de çıkmadılar, kimisi örtüsünden de çıktı. Kabuğundan kurtulan kaplumbağa gibi özgürlüğün sefasını sürdüklerini sandılar. Kimisi de örtüsünü korudu ama tavırları itibariyle ciddi değişim gösterdiler. Bu arada örtü demek de neredeyse başörtüsü demekti. Baş örtülmüş ve kurtarılmışsa gayrısı önemli değildi.

İnternette şöyle bir hikaye dolaşıyor:

Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra keyif yapmak ister. Pazar sabahı kalktığında, bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini alır ve bütün gün ayaklarını uzatıp evde oturacağını düşünür. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak gelir ve parka ne zaman gideceklerini sorar. Baba, oğluna söz vermiştir. Bu hafta sonu parka götürecektir. Ama hiç dışarı çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekir. Gazetenin promosyon olarak dağıttığı yapboz dünya haritasını alır ve oğluna: “Eğer bu haritayı düzeltirsen, seni parka götüreceğim” der.  Aklınca çocuk onu akşama kadar düzeltemezdi.  “Oh be kurtuldum!” diye sevinir. Fakat aradan on dakika geçer geçmez, çocuk babasının yanına koşarak gelir. “Baba” der, “Haritayı düzelttim, artık parka gidebiliriz.” Adam şaşırır, inanamaz. “Getir göreceğim” der. Gördüğünde de hayretler içinde kalır. Gerçekten yapmıştır. Oğluna bunu nasıl yaptığını sorar. Çocuk şöyle der: “Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İnsanı düzelttim, dünya düzeldi.”

Bu hikayedeki espri aynısıyla benim nazarımda kadınlar için de geçerlidir.

Kadın konusu bizim yumuşak karnımızdır. Eğer biz kadın konusunu düzeltebilirsek eminim ki çok şey de kendiliğinden düzelmiş olacaktır.

Eskiden ne güzeldi, biz erkeklere özgü bir dünyamız vardı, evden çıkardık akşam olunca da bizi bekleyen yuvamıza dönerdik. Kapımızı açan, soframızı kuran, peşkir omuzunda abdest suyumuzu döken, bir dediğimizi iki etmeyen, bütün dünyası dört duvar arasından ibaret cennet hatunlarımız vardı.

Değişim furyası dâbbetü’l-arz gibi yerden bitti, gökten indi ve evimizin duvarlarını ortadan kaldırdı ve kendisi var ama adı bile olmayan kadın dışarıyı gördü ve nazarını celbetti, merak saikiyle evden çıktı. Ve çıkış o çıkış. Cin şişeden çıkmıştı ve bir daha da oraya dönmeye niyeti yoktu.

Ne ki bu kez ne olacağını bilemedi. Hangi değerlerin arkasına düşecekti. Nereye gidecek, nasıl edecekti, bilemedi.

Hoş, ne yapacağımızı ve onlara nasıl davranacağımızı biz de bilemedik.

Kızın biri sahilde gezinirken bir şişe buldu. Şişeyi evirdi çevirdi, ovunca içinden bir cin çıktı. Cin, “Dile benden ne dilersen!” dedi. Kız akıllıydı “Beni öyle bir hale getir ki bütün erkekler ardımdan koşsun!” dedi. Cin “Olur!” dedi ve kız artık bir futbol topuydu.

Bu espri çağın gerçekliğini açıklıyor sanki. Kadınlar bütün erkekler ardımızdan koşsun derken erkekler de önce onları yakalamak için koşturuyorlar sonra da var güçleriyle tekmeliyorlar ve başlarından atıyorlar. Sonra yine koşturuyorlar… Bu böyle devam edip gidiyor.

Eskiden genelde kadın erdemlere düşkündü, güçlü ve erdemli erkekleri kendine bende etmeye çalışırdı. Süslü erkeklerden pek hazzetmezdi. Aksine erkekler de kadınlarda süslü olmayı yeğler, alımlı, güzel, süslü kadınlara rağbet çok olurdu.

Modernite mikserle toplumu oluşturan bireyleri birbirine çırptı, artık cinsiyetsiz bir toplum istiyor. Bireyler elde etmek istedikleri hazlara kolayca ulaşıyor, cinsel tatmin için huzurlu bir ev ortamına artık ihtiyaç duyulmuyor olmalı ki evlilik seyri giderek hızla yavaşlıyor, boşanmalar artıyor ve evlilik yaşı da doğurganlık yaş sınırına kadar yükselir oluyor.

Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!

İpini koparmış danalar, çitten atlamışlar, sağa sola sıçrıyor,  özgürlük naraları atıyorlar. Hemen bir adım ötelerinde ise ağzının salyası akan canavarlar onları keyifle seyrediyor ve ellerini ovuşturuyor.

Ah be özgürlük! Sen neymişsin be!

Dua ile!

17.07.2024

GARİBCE

5 Haziran 2024 Çarşamba

Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!

  

2215 - أَخْبَرَنَا أَبُو عَبْدِ الرَّحْمَنِ السُّلَمِيُّ، سَمِعْتُ أَبَا عَلِيٍّ السَّرِيَّ، يَقُولُ: رَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللهِ رُوِيَ عَنْكَ أَنَّكَ قُلْتَ: " شَيَّبَتْنِي هُودٌ " قَالَ: " نَعَمْ " -[83]- فَقُلْتُ: مَا الَّذِي شَيَّبَكَ مِنْهُ قَصَصُ الْأَنْبِيَاءِ وَهَلَاكُ الْأُمَمِ ؟ قَالَ: " لَا، وَلَكِنْ قَوْلُهُ { فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ } [هود: 112] "
شعب الإيمان - (4 / 82)

Ebu Abdurrahman es-Sülemî anlatıyor: Rüyamda Ya Resulallah! “Hûd suresi beni kocattı” demişsin. Seni kocatan o suredeki peygamberlere ait kıssalar ve ümmetlerin helaki mi? dedim: "Hayır "Festekim kemâ ümirte = Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" ayetidir buyurdu.

Herkes doğruluk iddiasındadır ve herkesin kendince bir doğruluk ölçemi vardır. Ama bizden istenilen “emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmak”tır. Doğruluğun ölçemi biz ve bizim  arzularımız olmayacaktır. Hakkın ölçemi de hak olacaktır.

Ne terazi tezekten ne dirhemi .oktan olacak.

Her şey yolunda ve yolunca olacaktır.

GARİBCE

Dua ile!

05.06.2024

6 Nisan 2024 Cumartesi

Büyük Çamlıca Camii Öğle Namazı Öncesi IV. Sohbetimizin Özeti: Değer ölçülerimiz II

 24 Ramazan 1445 / 03.04.2024

İslam geldi mevcut cahiliye değerlerinden kimini ibkâ etti, kimini ıslah etti, bir kısmını da iptal eyledi.

Cahiliye döneminde tercih ve davranışlarını belirlemede mihenk olarak esas alınan şeylerden birinin de heva ve heveslere uyma olduğu (Furkan 43) bizzat Kur'an’da belirtiliyor. Hepimizin bir takım arzuları vardır ve bunları gerçekleştirmek isteriz. Bir takım ihtiyaçlarımız vardır ve bunların karşılanması için çalışıp çabalamamız tabiidir. Ancak ihtiyaçlarımızın yerini ihtiraslarımız alırsa o takdirde biz onun altında kalkamayız. İnsanın belini doğurtacak kadar gıdaya, soğuktan sıcaktan ve saldırılardan korunmak için bir barınağa ihtiyaç duyar. Keza giysiye ihtiyacımız vardır. Bizim bunları karşılamak için çalışıp çabalamamız normaldir, hatta takdir edilir. Ancak biz ihtiyaçlar yerine ihtirasların peşine düşersek o ihtiraslarımız bizi gulyabani gibi helake sürükler. Tüketim esaslı bir anlayış ile yola çıkıldığı zaman iflah olamayız.

Eskiden ekonomi yerine İktisad ilmi vardı. İktisad tutumlu olma, orta yolcu bir yaşantı sürme demekti. İfrat ve tefrit her konuda olduğu gibi iktisatta da yanlış sayılırdı. Söz gelimi cimrilik de savurganlık da kötü, tutumlu olmak ise iyi idi.

Günümüz ekonomisi ise üretici ise üretimini tüketici ise tüketimini maksimize eden adamı (homoekonomikus) esas aldı. İnsanın mutluluğunu tüketimin çokluğu ile ve hatta somut bir örnek olarak çöpün çokluğu ile ölçmeye kalkıştı. Yani ne kadar çok çöp tüketiyorsan o kadar mutlu sayılıyorsun. Gerçek mutluluğu ölçecek ölçemler olmayınca hepsi kemiyetle/nicelikle ölçülür oldu. Söz gelimi bir karpuz aldınız ve içini siz yediniz, kabuğunu hayvanınız yedi, çekirdeğini de kuşlarınız yedi, hiçbir çöp çıkmadı. İmdi bu resimde insanlar hiç mutlu değil, çünkü hiç çöpleri yok.

Ya da şehirde kalıyorsunuz, çoluk çocuğunuzun uğradığı sorduğu yok, geleniniz gideniniz yok. Aldığınız karpuzdan bir dilim aldınız, hatıralar aklınıza geldi ve ağzınıza aldığınız lokmalar boğazınıza düğümlendi ve gözleriniz ıslandı. Yeme isteğiniz de kalmadı. O karpuzun çoğunu çöpe attınız. Gösteriye göre siz çok mutlu olarak gözüküyorsunuz. Çünkü çöpünüz çok çıktı.

Oysa biz insanı imanla ölçüyoruz, takva ile ölçüyoruz. Amel-i salih ile ölçüyoruz. Amel-i salih içtenlikte işlenen gayra yararlı olan fiillerimizdir. Amel-i salih ile toplum daha sükunetli ve mutlu olur. Öylesi bir toplum içinde senin mutluluğun daha da artar.

İman yanında ibadetlere bizim ihtiyacımız vardır. İmanımız ile yapıp ettiklerimiz bizi ongun hale getirecek.  Özümüz pak olacak ki yüzümüz ak olsun. Allah Samed’dir, O’nun bize değil bizim O’na ihtiyacımız vardır. Meyvenin olgunlaşabilmesi için belli bir zamana ihtiyaç oluyor. İyi bir insan da ha deyince olmuyor. O yüzden bizim de iyi insan olabilmemiz için hayat boyu çabalamamız gerekiyor.

Biz insanımızı cahiliye değerleri ile değil bağışıklık sistemi mesabesindeki takvamız ile ölçeriz.

Bilgi ile ölçeriz.

Ahlak-ı hamide/ erdemlerimiz ile ölçeriz.

Kalb-i selim,  akl-ı selim ve zevk-i selim ile ölçeriz.

Allah Teâlâ bizi iyi etsin.

Dua ile!

06.04.2024

GARİBCE

 

29 Mart 2024 Cuma

Büyük Çamlıca Camii Öğle Namazı Öncesi III. Sohbetimizin Özeti: Değer ölçülerimiz

 

27.03.2024

Değer ölçülerimiz:

Davranışlarımızı belirlerken, tercihlerimizi yaparken, bir nesneyi değerlendirirken illaki bir takım kıstaslara vurur ona göre sonuç elde ederiz. İnsanın boyunu metre ile, ağırlığını kilo ile ölçeriz. İşlerimizi yaparken sonucuna bakarız, hayır mı şer mi?.

Bu ölçemlerin şaşmaz olması lazımdır. Aksi halde sağlıklı sonuç alamayız.

Kitabımız “Lâ reybe fîh =asla kuşku içermeyen özellikte oluşu ile bize şaşmaz, aşkın değerler verir.

Aslında değerden yoksun hiçbir topluluk da yoktur. Söz gelimi cahiliye toplumunda da bir takım değerler vardı ve insanlar bunlara göre davranışlarını ortaya koyarlardı. Bu değerlerin belki de başında asabiyet gelirdi. Yani mensubu olduğu kabileye sorgusuz sualsiz bağlılık esastı. Kabilene mensup olan biri ile kavga ediyorsa senin vazifen hemen onun yanında yer alman ve ona arka çıkman, o kime vuruyorsa senin de ona vurman idi. Niyesi sorulmazdı. Haklı ya da haksız olduğuna bakılmazdı. “Unsur ehâke zâlimen ev mazlûmen” sözü o dönemden kalma bir deyişti. Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et diyordu. 

İslam işte bu değerleri tersyüz edip gerçek değerleri ikame etmeye çalıştı. Bu sözü Hz. Peygamber (s.a.s.) de söyledi. Ama içeriğini değiştirdi. Zalime yardımın onun zulmüne mani olmak şeklinde olacağını söyledi.

Cahiliye değerleri arasında tekâsür yani çoklukla öğünmek vardı.

Cinsiyet ayırımı vardı ve kadın olmak zordu.

Irk/renk ayırımı vardı.

Arap olan olmayan ayırımı vardı. Arap olmayanların hepsi Acem torbası içine doldurulurdu. Acem dilsiz demekti, hayvanlar için kullanılan bir kelime idi.

İnsanların değeri mal ve erkek evlat çokluğu ile belirlenirdi. Malı ve erkek çocukları olmayan kimseden peygamber mi olurdu?

İslam geldi insanları aşkın değerlerle ölçmenin yolunu açtı.

Ne tezekten terazi ne de boktan dirhem olsun istemedi.

İnsanlığa zait olan İslamiyetin en başta gelen değeri iman idi.

İman elde birdi.

Saygınlığın Allah katındaki ölçemi takva idi. Takva kulluk bilinci demekti ve o birin sağına konulan bir sıfır gibiydi.

Amel-i salih o birin sağına konulan bir sıfır daha demekti.

Ve illaki ahlak olmalıydı.

Ahlak kökleri ve gövdesi olan ağacın meyvesi gibi bir şeydi. Meyve hem tabii sonuç hem de nihaî amaçtı.

Ağaç meyvesini kendisi için vermezdi, başkaları ondan yararlansın diye meyveye dururdu. Öyle ise müslüman da yararı başkalarına yönelik olan erdemlerle bezeli olmalıydı. Zaten İslam’ın kendisinden istediği sağlam inançları, sahih ibadetleri ve niyet/kulluk bilinci ile yapıp ettikleri hepsi bu erdemlerin oluşması içindi.

Hem meyve tohumunu da içermesi sebebiyle bekanın da teminatı idi.

Bütün bu süreçte ilim işe yarardı. İlimsiz olmazdı. Öyle ise o da birin sağında bir sıfır gibi değerlerimize değer katardı. Ama bizatihi kendisi amaç da değildi.

İman, amel-i salih ve takva/ mekarim-i ahlak bir kimsede bulundu mu onun hakkında Rahman sevgi yaratırdı[1], artık o kimse yer ve gök ehli tarafından sevilen biri olurdu.

Dua ile!

29.03.2024

GARİBCE



[1] اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُداًّ

"İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara gelince, Rahman onlar için (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır."  (Meryem 19/96)

21 Mart 2024 Perşembe

Büyük Çamlıca Camii Öğle Namazı Öncesi II. Sohbetimizin Özeti: Şecere-i tayyibe

 

 


20.03.2024

Bugünkü sohbetimizde niyet değerlere dair olacaktı. Lakin camiye vardım cebime baktım zarf yoktu, evde unutmuştum. Olsun dedim, ziyanı yok ben de her vesile ile anlatmaya çalıştığım Garibce’ye özgü şecere-i tayyibe’den hareketle İslam’ı ve müslümanı anlatırım ve öyle de yaptım.

İbrahim 14/24-25’de kelime-i tayyibe şecere-i tayyibe yani görkemli, hoş, temiz bir ağaç  üzerinden anlatılır. Ağacın sapasağlam sabit dibi/kökleri vardır, göğe ağmış dal budak salmış gövdesi vardır ve de her an yemiş vermektedir. Müslüman da işte böyle olacaktır. Sapasağlam inançları olacak onunla ağacın köklerinin toprağa tutunup oradan beslendiği gibi Allah’a bağlanacak, köklerden sürgün veren dallar ve göğe ağmış gövde gibi kalpte yer eden inançların dışa vurumu olan eylemleri olacak ve illaki ağaç meyve vermek için ise müslümanın da imanı, bu imandan kaynaklanan eylemleri ve elbette ki hem tabii sonuç ve hem de amaç olan erdemleri olacaktır. Mekarim-i ahlak.

Ağacın meyvesi içinde tohumu da taşıdığı için erdemli müslümanlar olduğu sürece İslam’ın beka sorunu da olmayacaktır.

Hem ağaç kendisi yararlanmak için meyve vermez. Meyve başkaları içindir. Erdemler de öyledir.

Konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgi istiyorsanız aşağıdaki Garibce yazılarına bakınız.

Dua ile!

GARİBCE

21.03.2024

https://garibce.blogspot.com/2012/08/cibril-hadisi-ve-secere-i-tayyibe.

 

https://garibce.blogspot.com/2018/03/bir-butunun-boyutlar-olarak-inanclar.html

 

https://garibce.blogspot.com/2022/09/ahlak-kemal-degil-beka-sorunudur.html

 

13 Mart 2024 Çarşamba

Büyük Çamlıca Camii Öğle Namazı Öncesi Vaazımızın Özeti

 


13.03.2024

Dua.

Biz insanız ve yeryüzü halifesiyiz. Buna sebep yeryüzüne vaziyet etme yetki ve sorumluluğu bizim boynumuzdadır. Emanet ten kasıt da budur.

Bizden istenilen sorumlu olarak yeryüzünü numunesini gördüğümüz cennete çevirmektir.

Bunun için dünyamızda bir huzur iklimi oluşturmaktır.

Bunun için evvelemirde içinizde huzur olacak ve bu dışa vuracaktır.

İçimizde huzur yoksa bu huzursuzluk dışa vurur ve başkalarını rahatsız eder ve sonunda da gene bize döner.

Özü duru, sözü doğru, işinin hakkını veren bir anlayışa sahip olmalı. Herkes ne iş yapıyorsa yaptığı işin hakkını vermeli.

Eline diline ve beline sahip olmalı.

Allah bize “müslüman” adını koymuş. Ben bir müslümanım, o itibarla öbür vasıflar ondan sonra gelir.

Peki müslümanı tarif edelim. Peygamberimizin tariflerine bakalım:

Müslüman, diğerlerinin elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir.

Günde beşini kılan, yılda ayını tutan ve ömürde haccını yapan değil, diğerleri ile ilişkilerimiz üzerinden bizi tarif ediyor.

Bizim diğer adımız da Mü’min’dir. Mümin Allah Teâlâ’nın isimlerinden biridir. Mü’min deyince biz hemen inanma üzerinden gidiyoruz. Ama bu sözcüğün anlamı güven veren demektir. Nasıl ki Mü’min olan Allah Teâlâ, bu isminin tecellisi ile her şey konumunda, mecrasında kaos değil güven içerisinde ise bizim de mümin olarak çevreye güven veren olmamız anlamı öne çıkıyor.

Bir hadiste de müminin geçim ehli olan kimse olduğunu söylüyor, geçinemeyen ve geçinilemeyen kimsede hayır yoktur diyor.

Bir kadından övgü ile bahsederler, gündüzleri saim geceleri kaim. Ama komşuları ile geçimsiz diyorlar. Öyle ise onda hayır yoktur buyuruyor.

Müslümanlık insanlığa zait bir meziyettir.

Özü pak sözü hak, işi doğru, gıllügiş yok, aldatma yok. İşinin hakkını verene aldığı anasının ak sütü gibi helal olur. Ama işinin hakkını vermiyorsa aldığı helal olmaz. Kazandım zanneder ama uzun vadede kaybeder.

Şu kadar namaz kıldın, şu kadar oruç tuttun. Hatim indirdin… Allah kabul etsin iyi de komşularınla geçinemedin. Oldu mu, olmadı.

Bizden asıl beklenilen iyi insan olmaktır. Namaz, oruç gibi ibadetlerimiz dahi asli amaç değil, bizi daha iyi insan yapmak içindir.

Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil/ Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ

"Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar."  (Ankebût 29/45)

Bilgi o kadar arttı ve ulaşımı o kadar kolaylaştı. Bu kadar bilgiye rağmen bu insanlar neden daha erdemli, daha ahlaklı değil.

Yaptığının yanlış olduğunu biliyor mu? Biliyor. Yaptıklarının sonunda kendisine de döneceğini biliyor. Buna rağmen neden böyle davranılıyor izahı zor gözüküyor.

Hz. Peygamber’in anlatımıyla hepimiz bir gemiye doluşmuşuz, kura ile kimimiz üst kata kimimiz alt kata düşmüşüz. Alt kattakiler üsttekileri rahatsız etmemek için suya ulaşmak için bulundukları yerden bir delik açarak su ihtiyaçlarını gidermek isterler. Temsilde alt kattakiler cahiller, yoksullar. Üst kattakiler okumuşlar, aydınlar, zenginler… Üst kattakiler alttakilerin davranışlarına bigâne kalır ve onlar bildiklerini okurlar ve gemiyi delerlerse gemi su alır, su alınca gemi batar, batınca da üst kattakiler de birlikte batar.

O yüzden hepimiz birbirimizle alakadar olmak zorundayız. Birlik ve dirliğe, iyilik ve güzelliğe ihtiyacımız var.

Bir zincirin gücü en zayıf halkası kadardır, derler. Toplumun mutluluk düzeyi de en alt katmandakilerinki kadar olmalıdır. Komşu aç iken tok yatılmıyor.

Dünyada öyle olaylar oluyor ki zulümler, savaşlar, on binlerle ölümler…

Bunlar gökten yağmıyor, biz insanların eliyle oluyor.

Hz. Peygamber (s.a.s.)  “Unsur ehake zalimen ev mazlumen” buyuruyor. Yani kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa yardım et, diyor. Mazlumu anladık da zalime nasıl yardım edeceğiz diye sorulduğunda da “Onun elini tutarak, zulmüne mâni olmakla” buyuruyor.

Şu hâlde dünyamıza vaziyet etmemiz gerekiyor. Üst katta keyif sürüyoruz ama bu çok sürmeyecek. Alt kattakiler habire gemiyi deliyor. O itibarla âgah olalım.

Ya Rabbi!

Özümüzü pak eyle

Alnımızı ak eyle

Sözümüzü doğru

Gailemizi Hak eyle.

Âmin!

13.03.2024

Dua ile!

GARİBCE