Bizim
üstadın eşi memleketine gitmiş, bir mazerete sebep. Oh diyor, ne rahat!
Hakikaten
de rahat! Kendimizi dinleriz, yalnızlığın tadını çıkarırız. İstediğimizi yapar,
istemediğimizi yapmayız. Yemek hazırlarken çöpler etrafa dağılmasın diye
kaygımız olmaz. Fazla bulaşık olmasın diye pişirdiğimizi tavada yeriz. İcabında
akşam bulaşığını sabah kahvaltısınınki ile birleştiririz. Nasıl olsa akşam gene
yatacağız diye yatağı usulen düzeltir geçeriz. Varsa bir iki çöp halının altına ittiriveririz. Üzerimizi değiştirmeden aşağı
bahçeye ineriz, toprakla oynarız…
Bu ve
benzeri pervasız tavırlar hoşumuza gidebilir. Duyduğumuz sükûnet de iyi
gelebilir. Fakat düşünüyorum da bu yalancı huzur, eşlerimizin ayrılıklarının
geçici olmasını bilmemizden… Eğer bilseydik ki artık onlar yoklar, o zaman
durum çok farklı olurdu.
Ben evde
yalnız kaldığım zamanlar çiğsidiğimi hatırlıyorum. O da ne demek
derseniz, hani bir tür ürperti hissi
duymak. Evimde eşim varken bir ses, bir tıkırtı duysam, aldırmam. Ama yalnızken
bir ses duysam çiğsirim. Sessizlik ise
sükuneti kemiren bir kemirgen gibi ayrı bir derttir. Bir hasrettir kendini
hissettirir. Bir özlemdir, yüreğimi titretir.
Babam
rahmetli dua ederdi: “Hanım sen hasta olma ben olayım, ben ölmeyeyim sen öl!”
diye. Sonra kendince izah ederdi. “Sen hasta olursan ben eve bakamam, çor çocuk
perişan olur. Ama ben ölürsem sen evlenirsin, yuva yıkılır, çocuklar ziyan
olur.”
Onların
zamanında öyle idi. Kadının hayat sigortası nikahtı. Kadın ancak birinin
kanatları altında varlığını sürdürürdü. Sosyal güvencesi, dulluk maaşı vb.
yoktu. Varsa yoksa güvence kerameti müsellem nikahtaydı. O yüzden de kocası
ölen kadın çoğunlukla bağrına taş basarak, arkada bıraktığı çocuklarının
sevgisini kalbine gömerek “çıkar”
ve evlenirdi. Ama kadın ölürse baba
başka bir kadınla aynı ocağı tüttürmeye devam edebilirdi.
Şimdi onun
oğlu olarak ben diyorum ki “Hanım sen ölme ben öleyim!” Biliyorum ki onun ölümü
benim büyük kıyametim. Benim ölümüm ise artık küçük kıyamet. Hoca Nasreddin
bile bizi ifadeye yetmiyor artık. Onun hikmetinde hatun ölürse küçük, kendisi
ölürse büyük kıyametti.
Değişim
dedikleri demek işte bu. Şimdi ben ölsem eşim eminim ki yuvasına sahip çıkacak.
Sosyal devlet nikâhın kerametine maddî anlamda ihtiyaç duyurmayacak. O
çocuklarını bir anaç gibi toplamaya devam edecek. Babaları olmasa da baba
ocakları yanmaya devam edecek.
Ama o ölür
de ben geride kalırsam, ben nasıl edeceğim.
Sen olsan
şimdi ağlayıp yanmaz mısın?!
Allah’ım
bizi eşsiz eyleme!
Eşlerimizden
ayrı eyleme!
Âmin! Âmîn!
Bi hurmeti
Tâhâ ve Yâsîn!
Lâtife bir
tarafa bunlar bir gün gerçek olacak, zahir!
Allah’ım
şimdiden bize rahmetinden bir yer ayır!
Dua ile!
Garibce
Kaleminize saglik Hocam.
YanıtlaSilEsinize duydugunuz guvene hahran olmamak elde degil!
Selam ve dua ile,
Tezcan
Amin
YanıtlaSilherdogan38.
YanıtlaSilDuana amiin de..İpin ucunu fazlaca kaçırmış gibisin..Vakıa velev ki hissettiğin gibi de olsa,durumu bu kadar alenîleştirmen istismara vesile olmaz mı? Dediğin kap kacak,çepel melep tamam da başkasının yerine ölmeye lazı olmayı da el-âleme duyurmak...Yo yo..Aynı sofrada tarhana çorbasına ayın babanın gölgesinde kaşık sallamamıza rağmen hayatın fazlaca kitabîleşmiş gibidir..