Bu vesile ile bayramımız şimdiden mübarek olsun!
Biraz uzuncadır, ama azminiz önünde engel değildir.
Kolay gelsin!
22.10.2012
GARİBCE
Kurbana
Dair
Prof. Dr. Mehmet ERDOĞAN
Giriş: Kurban ve tarihçe
Kurban (Udiye), Allah Teâlâ’ya
yaklaşmak amacıyla Kurban bayramı günlerinde (eyyâmu’n-nahr) davar (koyun
keçi), sığır (manda dahil) ve deve cinsinden kesilen hayvana verilen ad
olmaktadır.
Hz. Peygamber “Her ev halkına her
yıl bir kurban ve bir atîre gerekir!” buyurmuştur. Atîre, vaktiyle Receb ayında
kesilirdi. Daha sonra o uygulama kaldırıldı.
Gerek hac olsun gerek kurban,
büyük ölçüde Hz. İbrahim geleneğinde önemli bir yer tutar ve onların yaşamış
oldukları anıları bu vesile ile tazelemek ve o duyguları yeniden yaşamak
amaçlanır.
Kurbanın tarihi muhtemelen insanlık
tarihi kadar eski olmalıdır. Kur’an’da bilindiği gibi Hz. Adem’in çocuklarının
kıssası anlatılır ve onların takdim ettikleri kurbanlardan birinin (Hâbil)
kabul edildiği, diğerinin (Kâbil) kurbanının ise kabul edilmediği anlatılır[1].
Kurbanın hikmet ve yararları
Bir ayette de ifade edildiği üzere
“güzel söz Allah’a ulaşmak üzere ağar, ancak onu yerine amel-i sâlih ulaştırır”[2] . Dolayısıyla
bütün ibadetler gibi Kurban’ın kabulü de ancak bir amel-i sâlih olması halinde
gerçekleşir. Yapılan işlerin, sıradan davranışlardan ayrılıp bir ibadet halini
alabilmesi için onların “takvâ” üzere yapılmış olması, onlarla sırf Allah’ın
rızasının amaçlanmış olması gerekir.
Bu özellik, ibadetlerde insanların
dünyevî çıkar ve yararlarına yönelik unsurların olmadığı anlamına da gelmez.
Esasen ibadetler dahi, kulun Allah’a yaklaşmak amacıyla yapacağı her fiil,
sonuç itibariyle ya acilen (peşin olarak) ya da zaman içinde (dünyada ve
elbette ki ahrette) kulun ve daha genel düzlemde tüm insanlığın (kamu) yararına
olan şeylerdir. Bu manada anlamsız hiçbir ibadet de yoktur.
Hele bu kurban söz konusu olduğu
zaman çok daha açıktır. Çünkü kurban sayesinde hem kesen açısından hem de
toplum açısından pek çok menfaat bulunmaktadır. Her şeyden evvel genel ekonomi
açısından bakıldığı zaman, bu vesile ile iktisadî alanda büyük bir canlılık
yaşanmaktadır. Hemen her köyde sırf kurbanlık tedariki ve onları besleyip satma
yoluyla geçimini temin eden bir kaç aile vardır. Büyük şehirlere kadar uzanan
geniş bir yelpazede iktisadî anlamda ülke çapında büyük bir canlanmaya sebep olduğu
herkes tarafından gözlemlenebilecek kadar açıktır. Hemen her türlü dernek ve
vakfın bu işe soyunmuş olması, onlar için de kurbanın ne denli önemli bir gelir
kaynağı olduğunu göstermektedir.
Kurbanın hükmü
Dinî hükmüne gelince, Hanefî
mezhebine göre vâcib’dir. Vâcib onlara göre amelî farz demektir. Yani
işlenmesinin gerekliliği açısından farzdan farkı yoktur. Ancak bu hükmü
gerektiren deliller, bilgi değeri açısından amel yanında aynı zamanda itikadî
bir hüküm de ispat edecek ölçüde katî (hem sübut hem de delâlet bakımından)
bulunmadığı için ikinci derecede gereklilik bildiren bir hüküm olarak vacibi
belirleme yoluna gitmişlerdir. Zira bir şeyin farz olması, o şeye aynı zamanda
itikadı da gerektirir.
Kurbanın hükmü hakkında genelde
Kevser suresinin son âyeti[3] delil
olarak kullanılır. “Öyle ise Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” şeklinde çevrilen
“Ve’nhar” ifadesi, kurban kesme anlamında çok açık değildir. Çünkü kelimenin
tam karşılığı “döşle” demektir. Zira “nahr” döş demektir. Buradan bıçağı
hayvanın döşüne (develer döşünden kesilir ve buna nahr denir) vur şeklinde bir
mana anlaşılır. Ancak pekâlâ zaten namazdan bahseden âyetin “namaz kıl ve döşle
yani ellerini yana salma, döşüne koy!” anlamına gelmesi de mümkündür. O
itibarla buradan delâlet açısından yüzde yüz kesin bir bilgiyi gerektiren farz hükmü
çıkarılması mümkün değildir.
Kullanılan hadis delillerinden
biri de “ Hali vakti yerinde olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza
gelmesin!” şeklindeki nebevî beyandır. Buradaki vaîd (azarlama üslubu) kurbanın
hükmünün asgarî gereklilik düzeyi olan vacib olmasını gerektirir.
Buna mukabil mezhep içinde
kurbanın hükmünün sünnet olduğuna kail olan imamlar da vardır. İmam Ebu Yusuf
ve İmam Muhammed’in böyle düşündüğü rivayet edilir. Onlar bu görüşlerine “Üç
şey vardır ki bana yazıldı, size yazılmadı (başka bir rivayette) size ise
sünnet oldu: Vitir namazı, kurban kesme ve kuşluk namazı” şeklinde rivayet ettikleri
hadisi delil olarak kullanmaktadırlar. Ayrıca uygulamadan da Hz. Ebu Bekir ve
Hz. Ömer gibi bazı sahabîlerin, farz sanılır endişesiyle (zaman zaman) kurban
kesmemiş olmalarını örnek olarak ifade ederler.
Diğer mezheplerde ise kurban güçlü
sünnet kabul edilmekte, ayrıca kurban’ın şeâir-i islâmiyyeden olduğuna da vurgu
yapılmaktadır. Bu yüzden de terkinin, sıradan bir sünnetin terki gibi
algılanmaması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Kaldı ki Hanefî dışında kalan cumhura göre
hükümler yedili değil beşli taksime tabidir. Onlar mutlak gerekliliği ifade
için vacip tabirini kullanırlar. Öyle değilse mendûb derler. Sünnet de bu
kavram içinde yer alır. Sonuç itibariyle kurban terki hoş karşılanamayacak
derecede güçlü bir sünnettir. Bununla birlikte uygulamada Şafiî bölgelerde
kurban kesiminin Hanefî mıntıkalara göre daha az ölçekte olduğu söylenebilir.
Şahsen benim kanaatim Hanefî kesimlerde de hükmün biraz gereğinden fazla
vurgulandığı ve bunun sonucunda oluşan örften naşi, aslında kesemeyecek durumda
olanların bile kendilerini kesmek mecburiyetinde hissettikleri ve buna sebep
gerekmediği halde borç altına girdikleri doğrultusundadır.
Bunun yanında bir de nisaba malik
olan ailenin her biri için ayrı ayrı kurban kesilmesinin gerektiği görüşü de
vurgulanmaktadır. Kurbana her kesimden talebin çokluğu da bu anlayışı tervic
etmektedir. Oysa bizim Türk aile yapısında özelikle de çekirdek ailelerde esas
itibariyle mal ayrılığı yoktur. Yani karı koca arasında mal ayrılığı gayrılığı
yoktur, birinin malı ailenin malıdır. Bu itibarla aile adına kesilen bir tane
kurbanın yeterli olması yolu tercih ve tavsiye edilmelidir. Hz. Peygamber kurbanını
keserken “Bu benim, ailemin ve ümmetimin kurbanı diye” niyet ederek keserdi.
Nitekim birinde iki koç kurban etmişti ve birini “Kendi ve ailesi adına” diye
diğerini de ”Kendisi ve ümmeti adına” diye kesmişti[4]. Bu anlamda aile açısından niyetin bölünmesi
gibi yersiz bir kaygıya mahal olmamalıdır.
Kurbanın rüknü:
Kurbanın rüknünün irakatu’d-dem
olduğu ittifak konusudur. Yani, kurbanın kurban olabilmesi için mutlaka kurban
bayramı günlerinde Hanefîlere göre ilk üç gün içinde (Şâfiîlere göre dördüncü
günde de olabilir) kesilmesi gerekir. Kurban bayramının ilk günü fecrin doğuşu
ile birlikte kurban da kesilebilir. Ancak meskun bölgelerde yaşayanlar
kurbanlarını bayram namazından sonra keserler.
Kurbanın kurban olabilmesi için
kesilmiş olmasının şart olması bu bağlamda sık sık sorulan, “Kurbanın canlı
olarak tasadduku caiz midir?” sorusunu da cevaplamış olur. Böyle bir durumda
yapılan şey sadaka olur, kurban olmaz.
Kurban, ancak kurban (kurbet)
niyetiyle kesilir. Deve ve sığırın yedi kişiye kadar kimseye kurban olması
mümkündür. Bu gibi durumlarda ortaklardan her birinin kurban niyetiyle iştirak
etmesi gereklidir. İçlerinden birinin, gayrimüslim olması veya et niyetiyle
kesime iştirak etmesi halinde (Hanefî mezhebine göre) hiçbirinin kurbanı sahih
olmaz.
Müşterek kurbanlıklarda kurbet
cihetinin de aynı olması şartı ise aranmaz. Yani biri adak, bir diğeri akika ve
diğerleri de normal kurban niyetiyle bir araya gelseler ve müşterek bir kurban
kesseler, bu caiz olur.
Kurbanın kesimi ve bazı psikolojik
mülahazalar
Kurban bizzat kişinin kendisi
tarafından kesilmesi daha uygundur. Hz. Peygamber’in veda haccında yüz kurban
kestiği, bunlardan yaşları adedince bizzat kendisinin kestiği ve kalan kısmını
da Hz. Ali’ye havale ettiği rivayet edilir. Eskiden bir müslümanın usulünce
kurban kesmeyi becerememesi ayıp sayılırdı.
Kurbanın kurban olabilmesi için
ille de kesilmesinin şart koşulması psikolojik tahlillere de tabi tutulmuş, bu
konuda bazı çalışmalar da yapılmıştır (bk. Ali Murat Daryal, Kurban Kesmenin
Psikolojik ve Metafizik Temelleri, MÜİFV. Yayınları, İstanbul) İnsanların
içlerinde kan akıtmaya karşı bir meyil olduğu iddiaları vardır. Melekler de
Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını buyurduğu zaman hemen “Yeryüzünde
bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birini mi yaratıyorsun!” diye tepki göstermişlerdi.
Arenalarda aç aslanlara parçalatılan insanların büyük bir tehacümle
seyredilmesi, İspanyol boğa güreşlerinde madatorun her hamlesinde kana bulanmış
boğaların yalpalamalarında oleylerin çekilmesi ve sonunda kalbe indirilen kılıç
darbesiyle arenanın yıkılırcasına insanların coşması, şiddet içeren filmlerin
büyük bir seyirci kitlesinin olması vb. insanın böyle bir yönünün olduğunu
gösteriyor. İşte içinde sinsi bir halde yer tutan bu türden güdülerin meşru
yollarla dışa vurumunun sağlanması, daha kötü neticeler doğurabilecek saldırgan
davranışlardan onu alacağı gibi psikolojik yaklaşımlar ve tahliller
yapılmaktadır. Hal böyle olunca, kurbanı bizzat kişinin kendisinin kesmesinin
psikolojik açıdan daha da bir öneminin artacağı söylenebilir.
Günümüzde tabii şartlar değişti.
Artık değil kendimizin kesmesi, kurbanın kesilmesini bile göremiyoruz. Ya
evimize paket halinde ev geliyor, bazen tümüyle bağışlıyoruz onu d a
göremiyoruz. Kurban bayramının sıradan bir tatilden farkı kalmıyor. İkram
olarak da et yerine, tatlı ikramında bulunuyoruz.
Kurban ve israf
Kurban da hayvanlar kurban olarak kesilse
de sonunda bunlar iktisadî açıdan birer değerdirler. O yüzden kesme işini ehil
olan kimselere kestirmek ve gerek kesim sırasında gerek yüzüm ve gerekse içinin
temizlenmesi ve etinin alınması sırasında israfa yer vermemek gerekir. Nasıl
olsa kurbandır, bir hayır kurumuna verilecektir denilerek kurban derileri
ehliyetsiz kişiler tarafından usulüne uygun olarak yüzülmemekte ve deriler
kesilerek ekonomik açıdan genel toplamda çok büyük bir zarara sebep
olunmaktadır. Ayrıca kurumlar tarafından kesilmiyor, kişiler kendileri
kesiyorlarsa hayır kurumlarına verecekleri derileri mutlaka tuzlamalılar ve
öyle katlamalılar. Zira tuzlanmadan uzun süre depolarda ve toplama mahallerinde
bekleyen deriler kokmaya yüz tutmakta ve kalite itibarıyla değer kaybına
uğramaktadır.
Kurban derileri post, kırba vb. gibi
kullanım amaçlı değerlendirilebilir. Ancak kasap ücreti olarak kesen kimseye
verilmesi ve satılması caiz değildir. Satılmış ise parasının tasadduk edilmesi
gerekmektedir.
Kurban etlerinin değerlendirilmesi
Kurban etlerinin değerlendirilmesinde
sünnet olanı, üç parçaya bölüp üçte birinin ev halkına yedirilmesi, üçte
birinin eş dosta ikram edilmesi ve üçte birinin de fakir fukaraya tasadduk
edilmesidir. Maddî durumu yerinde olmayan, çoluk çocuğu kalabalık olan aileler
kurban etlerinin tamamını kendi ailelerine yedirebilirler.[5]
Deprem ve yaygın açlık gibi
muhtaçların çok olduğu dönemsel zamanlarda kesilen kurban etlerinin üç gün içinde
tüketilmesi, biriktirilip saklanmaması Hz. Peygamber’in bir arzusu olmaktadır.
Ama öyle bir durum yoksa ihtiyaca göre üç günden sonrası için de saklanması
caiz görülmüştür. Aslında kesmesi gerekmeyen ama buna rağmen bir şekilde kesen
dar gelirli ailelere azını tasadduk edip çoğunu kendi aile efradı için
saklamaları tavsiye edilebilir.
Kurban ile ilgili değişik sorunlar
ve cevapları:
Kesimsiz kurban sadaka olur,
kurban olmaz.
Kurbanın, gününde kesilememesi
halinde daha sonraki günlerde kesilmesi gerekmez, tasadduk edilir. Fakir
olanlar hakkında ise bir tür onlar için adak gibi sayılması sebebiyle mutlaka
kurban niyetiyle alınmış olan hayvanın -bedelinin değil- kendisinin canlı
olarak tasadduk edilmesi gerektiği söylenir.
Kurban etlerinden gayrimüslimlere
de yedirilebilir.
Borç parayla yahut vadeli olarak
yani henüz parası ödenmemiş, ileride ödenecek olması şartıyla alınmış
hayvanların kurban edilmesi de caizdir.
Kredi kartıyla alınmış hayvanların
kurban edilmesi caizdir.
Kesim sonrası tartılması ve karkas
ağırlığı kaç kilo gelirse onun, önceden belli olan birim fiyatla çarpılarak
bedelinin belirlenmesi yoluyla kurban kesimi de caizdir. Hatta bu yöntemin, canlı canlı tartılarak
alımı usulünden daha uygun olacağı söylenebilir. Çünkü bu usulde aldatılma riski
en aza indirilmiş olmaktadır. Ayrıca bu durum örf halini de aldığı için, bu tür
örfleri de artık hesaba katmak gerekir.
Yedi ortak birleşip, her birimize
30 kilo et düşecek şekilde bize bir kurban kes, etlerin fazlası senin olsun
diye bir firma ile anlaştılar. Firma da iri bir hayvanı yedi kişi adına kurban
olarak kesti ve eti tarttıktan sonra karkas ağırlığının 300 kilo olduğunu
gördü. Sözleşme gereği ortaklardan her birine 30’ar kilo verdi, arta kalan 90
kiloyu da kendisi aldı. Acaba bu firma, bu örnekte sekizinci ortak olarak mı
görülmelidir?
Bu konu tartışmalıdır ve iki
farklı bakış açısına da açıktır. Birinci bakış açısına göre bu hayvan yedi kişi
adına kurban niyetiyle kesilmiştir. Dolayısıyla caiz olmalıdır.
İkinci bakış açısında her ortak
hayvanın yedide birinden azını almakta ve firma sekizinci ortak gibi
gözükmektedir. Bu durumda da otaklardan hiç birinin kurbanı olmaz
denilmektedir. Rivayete göre kurban organizasyonu yapan kurum ve kuruluşların
birçoğu bu yöntemle çalışmaktaymış. Zira
gerek hayvan tedarikinde kolaylık ve gerekse kurban pay fiyatlarının standart
bir rakam olarak belirlenmesi ve rekabete sebep bunun da asgari düzeyde
tutulmaya çalışılması bunu gerektiriyormuş.
Günümüz ilahiyatçılarının büyük
çoğunluğu böylesi bir uygulamayı caiz görmemektedirler.
Daha ucuz olduğu için yurt dışında
kestirmek üzere vekalet verilmesi halinde, yükümlülük yerine getirilmiş olur
ancak yurt içi ile yurt dışı kurbanı arasındaki ücret farkının tasadduk
edilmesi uygun görülür. Hz. Peygamber Hakîm b. Hızâm adlı sahabîye bir
kurbanlık alması için bir dinar (altın para) vermişti. O da bu parayla bir tane
kurbanlık almış, sonra onu iki dinara satmış, tekrar pazara gidip bir dinarıyla
başka bir kurbanlık almış ve Hz. Peygamber’e yanında bir kurbanlık ile bir dinar
olduğu halde dönmüştü. Hz. Peygamber, o sahabiye bereket duası yapmış,
kurbanını kesmesi yanında (kurbana sebep kazanılmış olan) o dinarı da tasadduk
etmişti.[6]
[1] وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ
إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْآخَرِ
قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللَّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ [المائدة
: 27]
[2] إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ
الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ [فاطر : 10]
[3] فصل لربك وانحر ( [ الكوثر : 2 ]
[4]
قَالَ
صَالِحٌ : قُلْت لِأَبِي : يُضَحَّى بِالشَّاةِ عَنْ أَهْلِ الْبَيْتِ ؟ قَالَ : نَعَمْ
، لَا بَأْسَ ، قَدْ ذَبَحَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَبْشَيْنِ
، فَقَرَّبَ أَحَدَهُمَا ، فَقَالَ : { بِسْمِ اللَّهِ ، اللَّهُمَّ هَذَا عَنْ مُحَمَّدٍ
وَأَهْلِ بَيْتِهِ } . وَقَرَّبَ الْآخَرَ ، فَقَالَ { : بِسْمِ اللَّهِ ، اللَّهُمَّ هَذَا
مِنْك وَلَك ، عَمَّنْ وَحَّدَك مِنْ أُمَّتِي } .
وقال
عليه الصلاة والسلام : وكنت نهيتكم عن ادخار لحوم الأضاحي فكلوا وادخروا
[6]
سنن
أبي داود ـ محقق وبتعليق الألباني - (3 / 265) 3388 عَنْ حَكِيمِ بْنِ حِزَامٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ
-صلى الله عليه وسلم- بَعَثَ مَعَهُ بِدِينَارٍ يَشْتَرِى لَهُ أُضْحِيَةً فَاشْتَرَاهَا
بِدِينَارٍ وَبَاعَهَا بِدِينَارَيْنِ فَرَجَعَ فَاشْتَرَى لَهُ أُضْحِيَةً بِدِينَارٍ
وَجَاءَ بِدِينَارٍ إِلَى النَّبِىِّ -صلى الله عليه وسلم- فَتَصَدَّقَ بِهِ النَّبِىُّ
-صلى الله عليه وسلم- وَدَعَا لَهُ أَنْ يُبَارَكَ لَهُ فِى تِجَارَتِهِ.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder