Ey fitnesi çok kavli yalan yandım elinden
Bir nâz ile bin gönlüm alan yandım elinden
Ahmed Paşa ne için söylemiş bilmem ama fitnesi çok kavli yalan nitelemesi içinde yaşadığımız ve girdabında kaybolduğumuz trendleri ifadeye çok uyuyor.
Bir nâz ile bin gönlüm alan yandım elinden
Ahmed Paşa ne için söylemiş bilmem ama fitnesi çok kavli yalan nitelemesi içinde yaşadığımız ve girdabında kaybolduğumuz trendleri ifadeye çok uyuyor.
Hayatın tabii bir seyri var. Dünya
kurulalıdan beri bir şekilde o seyrini sürdürüyor.
İnsanlar medeniyyü’t-tab’ imiş,
şimdiki ifadesi ile sosyal varlıklar. Bir arada yaşamaya mahkum ve mecburlar.
Birbirlerine destek olmasını bilirler. Ama birbirlerine köstek olmada
üzerlerine daha yoktur.
Dün Eyüb Sabri Kaya arkadaşımızın
jüri esnasında bir benzetmesi hoşuma gitmişti. İslam’la ilgili modern
yorumların ya da akımların “çocukluk hastalıkları gibi” olduğunu söylemişti.
Hani kızamık gibi, çiçek gibi
çocukluk döneminde maruz kalınan hastalıklar vardır. Bunlar geçicidir, fakat
ciddiye alınmaz ve önlem alınmazsa kalıcı izler de bırakabilirler.
Bu akımlar ya da anlayışlar çoğu
saman alevi gibi parlayıp geçiyor. Kalıcı olan yine tabii seyrinde devam eden
anlayışlar oluyor.
Günümüzde benzer şekilde trendler
var.
Kimliğimizi bazen bunların
belirlediği zehabına kapılarak ihtiyaçlarımızı ihtiraslarımıza kurban
edebiliyoruz.
Müstakil evlerimizden, apartmanlara
buna sebep taşındık. Orada apartman sakinleriyle henüz daha yeni yeni tanışmaya
başlamıştık ki yeni bir trendle sitelere çekildik.
Yazlıksız olmaz dedik.
Bari devre mülkümüz olmalı diye
düşündük.
Aramızda henüz bir ünsiyet peydahlamadan,
yeterli bir alışkanlık doğmadan ev
eşyalarımızın miadı dolmuş, yenilememiz gerekmiş.
Telefonumuzun akıllı olması icap
etmiş.
Arabamızın “yeni” kokusu kaybolmuş.
İyi de bütün bunların bir bedeli
var.
Bu bedeli kim ve nasıl ödeyecek?
Bedel ödemeye kimse yanaşmıyor, ama
talepler sahici bir ihtiyacı dile getiriyor gibi sıralanıyor.
Evleniyor. Çocuk yapmak istemiyor.
Bu kez çocuğu olmuyor, kimsesiz bir çocuğa kucak açmayı da istemiyor, isteğini
elde etmek için şartları ve imkanları zorluyor. İlle de benim olmalı diyor.
İmdi bu örnekler üzerinde sağlıklı
bir şekilde düşündüğümüzde burada belirleyici olan şey acaba nedir diye
kendimize sorduğumuzda, cevabın “Elbette ihtiyaçlar!” olduğunu söyleyebilir
miyiz?
Ben cevabın böyle olmasını çok
isterdim. Fakat öyle olmadığını ve bu taleplerde trendin belirleyici olduğunu
görüyorum.
Bu trend dediğimiz şey sağanak gibi
hepimizi etkiliyor. “Ama efendim adam Müslüman o da öyle yapıyor ya da o da
öyle düşünüyor” demenin çok da anlamı yok. Çünkü Müslümanlık ya da başka bir değer
yüklü aidiyet bu akımlara nispetle eldeki şemsiye gibi bir şeydir. Normal
yağmurlu havalarda şemsiye işe yarayabilir, sizi ıslanmaktan koruyabilir. Ama
sağanak halinde etrafı tutan ve her yeri suların sellerin bastığı bir ortamda
elinizde şemseyi olmanın çok bir faydası olmaz.
İşte bu yüzdendir ki mesela bizim
İlahiyatta okuyan kızlarımız bile feminist tavırlar gösterebiliyor.
Tarikatlarımız bile bir hırka bir lokma söylemi yerine zikirlerini Kırbaşoğlu hocanın
tekerlemesiyle lisan-ı halleriyle “masa kasa nisa” şekline getirebiliyorlar.
Cemaatler holdingleşebiliyor. Markasız giysiler giymekten utanıyoruz. Bir ömür
sürdüğümüz mahallemizi, ilk fırsatta terk edip, bir siteye geçmeye can atıyoruz.
Özgürlük anlayışı, bir trend olarak
her bağı koparmayı bir erdem olarak takdim ediyor. Koparılan bağlar arasında kulluk
bağları, göbek bağları, aile bağları var.
Elbette çocukluk dönemi hastalıkları
gibi bunlar da geçer.
Hayat tabii mecrasında yine ilerler.
Sahici ihtiyaçlar, ihtirasların
yerini alır.
Ben, biz öğrenci iken sevgili
hocamın giymekte olduğu ceketi yine üzerinde gördüğümde “İşte bu!” derim.
Volvo’suyla beş milyon kilometre yol
yapmış Amerikalı’nın hikayesini okuduğumda normal bir davranış gibi “Bunda ‘Vay
be!’ diyecek ne var ki?” haber konusu yapmışlar diye tepkimi ifade ederim.
Niye olmasın!
Dua ile!
25.09.2013
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder