29 Aralık 2013 Pazar

Sevdirilmeden sevebilmek olası mı?



Malum, Hz. Peygamber’in dilinden bize ulaşan bazı hadisler var ve bunlarda birtakım şeylerin “kendisine sevdirildiği” ifade edilir.
Bunlardan en yaygın olanı güzel koku, kadın ve namazdır. Bunun üzerinde ayrıca durma niyetiyle bu yazımızda bir başka örnek üzerinde durmak istiyoruz.
Vaktiyle bir dostun benden “sessizliği dinleme” talebini  ben biraz da başka bir mecraya çekerek, uyarı kabilinden bir yazı yazmıştım ve o dost beni uyarmış, “sen sessizliği değil sessizliğin sesini dinlemişsin, duyduğun karın gurultusu ona sebep” demişti ve benim dikkatimi çekmişti.
Sonra baktım bir hadiste Hz. Peygamber hakkında “Sonra ona yalnızlık sevdirildi, Hıra mağarasında uzlete çekilir ve orada kendisini Allah’a verir, günler boyu orada ibadet eder. Azığı bitince Hz. Hatice’nin yanına iner azık alır ve gene oranın yolunu tutardı.” denilmektedir[1].
Hadisi Buharî rivayet ediyor ve vahyin ilk gelişi ile ilgilidir.
İmdi bu hadiste Hz. Aişe validemizin kullanmış olduğu “ona yalnızlık sevdirildi” ifadesi, bana o dostun yalnızlığı dinlemek derken muhtemelen kasdettiği şeyi hatırlattı.
Evet sessizliği dinlemek.
Yalnızlığı yaşamak…
Kalabalıklar içinden kendisini sıyırıp, hem kafası ile, hem kalbi ile baş başa kalabileceği bir ortam oluşturma çabası içinde olmak.
Hz. Peygamber’in peygamber olmak gibi bir tasarımı elbette yoktu. Ama belli ki Yüce Allah onu buna hazırlıyordu ve o yüzden de yalnızlık ona sevdirilmiş ve beklenen büyük doğum için şartlar özel olarak hazırlanmıştı.
Fiil, Hz. Peygamber’e nispet edilse de asıl failin Allah olduğu izahtan vabestedir.
Bu demektir ki bazı şeyler o vermeden olmuyor. Hiçbir şey, O sevdirmeden sevilmiyor.
Bu tamam, fakat bir de şöyle bakalım:
O, kime veriyor?
O, hep isteyene veriyor,
O, hep “İn tensurullaha yensurkum” fahvasınca kendisine yardım edene yardım ediyor.
Esbaba sarılanın beklentisi doğrultusunda müsebbepleri (sonuçları) halk ediyor.
Fırına ne sürülürse onun kudret ve takdiri ile o pişiyor.
Direksiyonu nereye kırarsanız, hayat arabanızı O oraya doğru sürüyor.
İmdi biz, bunca dağdağanın içinde sürdürmek zorunda olduğumuz hayatı bırakıp uzlete çekilemeyiz. Bunun için ne Hıra’mız var sığınacak, ne de  bir Hatice’miz var, vefasıyla, sevgisiyle bizi varlığımızla yokluğumuzla bağrına basıp hayat boyu hem azığımızı  tedarik edecek, hem evlad ü ıyâle vaziyet edecek.
Biz bu hayatı tümüyle kucaklamak ve sırtlanarak sonuna kadar götürmek zorundayız. Hayattan kaçmak yok, yaşamaktan istifa etmek hiç yok. İnsan olmak boynumuzun borcu. Bak seyirciler bizi seyrediyorlar, sonunda alkış da var yuhalanma da.
Öyle ise bizim yapacağımız şey algıda seçicilik dedikleri türden bir tarz-ı hayat olmalı, bizi varlık amacımız doğrultusunda  yolda olmayı, yolda yol almayı sağlayacak türden her ne varsa onların ardına düşmeyi, kalabalıklar içinde bile onları bulup  ortaya çıkarmayı, gürültüler içinde hakkın sesini duyup ona kulak vermeyi  bir ilke olarak hep alnımızın çatında tutmamız gerekiyor.
Bu şekilde bir hayat zor, ama insanlık için bu kabilden bir zorluğu göğüslemek gerekiyor.
Allah kolaylıklar versin!
Dua ile!
29.13.2013
GARİBCE



[1] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح الباري - (1 / 3) عَنْ عَائِشَةَ أُمِّ المُؤْمِنِينَ أَنَّهَا قَالَتْ: أَوَّلُ مَا بُدِئَ بِهِ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنَ الوَحْيِ الرُّؤْيَا الصَّالِحَةُ فِي النَّوْمِ، فَكَانَ لاَ يَرَى رُؤْيَا إِلَّا جَاءَتْ مِثْلَ فَلَقِ الصُّبْحِ، ثُمَّ حُبِّبَ إِلَيْهِ الخَلاَءُ ، وَكَانَ يَخْلُو بِغَارِ حِرَاءٍ فَيَتَحَنَّثُ فِيهِ - وَهُوَ التَّعَبُّدُ - اللَّيَالِيَ ذَوَاتِ العَدَدِ قَبْلَ أَنْ يَنْزِعَ إِلَى أَهْلِهِ، وَيَتَزَوَّدُ لِذَلِكَ، ثُمَّ يَرْجِعُ إِلَى خَدِيجَةَ فَيَتَزَوَّدُ لِمِثْلِهَا، حَتَّى جَاءَهُ الحَقُّ وَهُوَ فِي غَارِ حِرَاءٍ،

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder