Malum, Hz. Peygamber’in dilinden bize ulaşan bazı
hadisler var ve bunlarda birtakım şeylerin “kendisine sevdirildiği”
ifade edilir.
Bunlardan en yaygın olanı güzel koku, kadın ve namazdır.
Bunun üzerinde ayrıca durma niyetiyle bu yazımızda bir başka örnek üzerinde
durmak istiyoruz.
Vaktiyle bir dostun benden “sessizliği dinleme”
talebini ben biraz da başka bir mecraya
çekerek, uyarı kabilinden bir yazı yazmıştım ve o dost beni uyarmış, “sen
sessizliği değil sessizliğin sesini dinlemişsin, duyduğun karın gurultusu ona
sebep” demişti ve benim dikkatimi çekmişti.
Sonra baktım bir hadiste Hz. Peygamber hakkında “Sonra
ona yalnızlık sevdirildi, Hıra mağarasında uzlete çekilir ve orada kendisini Allah’a
verir, günler boyu orada ibadet eder. Azığı bitince Hz. Hatice’nin yanına iner
azık alır ve gene oranın yolunu tutardı.” denilmektedir[1].
Hadisi Buharî rivayet ediyor ve vahyin ilk gelişi ile
ilgilidir.
İmdi bu hadiste Hz. Aişe validemizin kullanmış olduğu “ona
yalnızlık sevdirildi” ifadesi, bana o dostun yalnızlığı dinlemek derken
muhtemelen kasdettiği şeyi hatırlattı.
Evet sessizliği dinlemek.
Yalnızlığı yaşamak…
Kalabalıklar içinden kendisini sıyırıp, hem kafası ile, hem
kalbi ile baş başa kalabileceği bir ortam oluşturma çabası içinde olmak.
Hz. Peygamber’in peygamber olmak gibi bir tasarımı
elbette yoktu. Ama belli ki Yüce Allah onu buna hazırlıyordu ve o yüzden de
yalnızlık ona sevdirilmiş ve beklenen büyük doğum için şartlar özel olarak hazırlanmıştı.
Fiil, Hz. Peygamber’e nispet edilse de asıl failin Allah
olduğu izahtan vabestedir.
Bu demektir ki bazı şeyler o vermeden olmuyor. Hiçbir
şey, O sevdirmeden sevilmiyor.
Bu tamam, fakat bir de şöyle bakalım:
O, kime veriyor?
O, hep isteyene veriyor,
O, hep “İn tensurullaha yensurkum” fahvasınca kendisine
yardım edene yardım ediyor.
Esbaba sarılanın beklentisi doğrultusunda müsebbepleri
(sonuçları) halk ediyor.
Fırına ne sürülürse onun kudret ve takdiri ile o pişiyor.
Direksiyonu nereye kırarsanız, hayat arabanızı O oraya
doğru sürüyor.
İmdi biz, bunca dağdağanın içinde sürdürmek zorunda
olduğumuz hayatı bırakıp uzlete çekilemeyiz. Bunun için ne Hıra’mız var
sığınacak, ne de bir Hatice’miz var,
vefasıyla, sevgisiyle bizi varlığımızla yokluğumuzla bağrına basıp hayat boyu hem
azığımızı tedarik edecek, hem evlad ü
ıyâle vaziyet edecek.
Biz bu hayatı tümüyle kucaklamak ve sırtlanarak sonuna
kadar götürmek zorundayız. Hayattan kaçmak yok, yaşamaktan istifa etmek hiç
yok. İnsan olmak boynumuzun borcu. Bak seyirciler bizi seyrediyorlar, sonunda
alkış da var yuhalanma da.
Öyle ise bizim yapacağımız şey algıda seçicilik dedikleri
türden bir tarz-ı hayat olmalı, bizi varlık amacımız doğrultusunda yolda olmayı, yolda yol almayı sağlayacak
türden her ne varsa onların ardına düşmeyi, kalabalıklar içinde bile onları
bulup ortaya çıkarmayı, gürültüler
içinde hakkın sesini duyup ona kulak vermeyi bir ilke olarak hep alnımızın çatında tutmamız
gerekiyor.
Bu şekilde bir hayat zor, ama insanlık için bu kabilden
bir zorluğu göğüslemek gerekiyor.
Allah kolaylıklar versin!
Dua ile!
29.13.2013
GARİBCE
[1] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم
فتح الباري - (1 / 3) عَنْ عَائِشَةَ أُمِّ المُؤْمِنِينَ
أَنَّهَا قَالَتْ: أَوَّلُ مَا بُدِئَ بِهِ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ مِنَ الوَحْيِ الرُّؤْيَا الصَّالِحَةُ فِي النَّوْمِ، فَكَانَ لاَ يَرَى
رُؤْيَا إِلَّا جَاءَتْ مِثْلَ فَلَقِ الصُّبْحِ، ثُمَّ حُبِّبَ إِلَيْهِ الخَلاَءُ
، وَكَانَ يَخْلُو بِغَارِ حِرَاءٍ فَيَتَحَنَّثُ فِيهِ - وَهُوَ التَّعَبُّدُ - اللَّيَالِيَ
ذَوَاتِ العَدَدِ قَبْلَ أَنْ يَنْزِعَ إِلَى أَهْلِهِ، وَيَتَزَوَّدُ لِذَلِكَ، ثُمَّ
يَرْجِعُ إِلَى خَدِيجَةَ فَيَتَزَوَّدُ لِمِثْلِهَا، حَتَّى جَاءَهُ الحَقُّ وَهُوَ
فِي غَارِ حِرَاءٍ،
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder