De ki: “O (Kur’an),
inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık
vardır ve Kur’an onlara körlük olur. (Sanki) onlara uzak bir yerden
sesleniliyor (da anlamıyorlar).”[1] (Fussilet 41/44)
Aslında
açıklamaya ne hacet!
Yüce
Allah, insanlığa olan eşsiz rahmetinin sonucu onlara hidayet etmiş, içlerinden
bir peygamber seçmiş ve onlara kendi dillerinden bir Kitab indirmiş. Elbette
bizim bildiğimiz anlamda bir kitap değildi bu. Kelamullahtı ve hayata bir
cevaptı.
Ne
var ki yağmurun her yere aynı şekilde ve eşit biçimde yağmasına rağmen istifadenin yerin durumuna göre farklı olması
gibi, ilahî hidayet karşısında da durum aynı idi. Herkes kendi durduğu yerden
ona bakıyordu. Ve herkes ona verdiği
değer kadar istifade ediyordu.
Onun
O’ndan bir lütuf, bir hidayet, bir nur ve ışık olduğuna inanmayanlar için o
sıradan bir kitaptı hatta o kadar bile
değildi, çünkü bilindik anlamda bir kitaba zaten benzemiyordu. Söze kulak
vermesi için insanların her şeyden önce onu bir söz olarak görmeleri gerekiyor.
Kulak versin ki eğer varsa büyüsü işte o zaman kapılsın.
Ya
da gözlerini üzerine doğru diksin, gözün hakkını versin de gördüklerinin
sonucunda ona bu bakışının gereği
doğrultusunda değer versin.
Demek
ki evvel emirde sorun insanların bu
eşsiz hidayete bakışlarında.
Eğer
onun bize Allah tarafından yeryüzüne salınan kopmaz bir ip, tutunacağımız ve
bizi kendisine götürecek bir kulp olarak görmezsek Kur’an bize hiçbir şey
söylemeyecek gibi.
En
güzel musikiler, sağır bir kulağa şimdiye dek ne etkide bulundu ki.
En
güzel manzaralar görmeyen bir göze ne verdi ki.
Madem
öyle, özellikle biz inananlar için eğer Kur’an’dan istifademiz konusunda bir
sorun varsa, ondan yeterince bir fayda hasıl edemiyorsak o takdirde
evvelemirde ona olan imanımızı, ona olan bakışımızı yeniden bir gözden
geçirmeliyiz.
“İman
öyle bir güçtür ki inanılan kimsenin elinde nice mucizeler nice kerametler
yaratır diyor” Ömer Rıza Doğrul.
Bu
söz elhak doğrudur. Hem de aslı itibariyle uydurma, değersiz şeyler için bile
bu böyledir. Gerçek bir elmas yerine çakma bir taklidi en nadide bir sanat
eseri gibi boyunlarında taşıyan ve onun kendince hazzını yaşayan nice insanlar/
zavallılar vardır.
Marifet
odur ki gerçek elması elde etmek ve onun hayatımıza ruh verecek değerini
bilmektir.
Şu
halde Kur’an, tek başına bizi etkilemiyor.
Etkileşim
için önce bizim tüm alıcılarımızı harekete geçirmemiz ve ona eşsiz bir değer atfetmemiz gerekiyor.
İşte
o zaman bu hidayet, en nadide bir tohumun en verimli bir toprağa düşmesi ve
ilahi rahmetle buluşması sonucunda
filizlenmesi ve çok geçmeden de
meyve veren bir “şecere-i tayyibe”ye yani kökü sabit, dalları göğe ağmış ve her
an yemiş veren görkemli bir ağaca dönüşmesi gibi, etkisini ortaya koyacaktır.
Bu
etki sonucu sağlam bir inanç yapısı,
dürüst ve istikamet sahibi örnek bir yaşantı ve risaletin nihaî amacı erdemler ortaya
çıkacaktır.
Şu
halde bakmak, ama görmek için bakmak lazımdır.
Kulağımızı
da dinlemek ve anlamak için kullanmak lazımdır.
Gördük,
etkilendik. Kulak verdik, dinledik ve anladık.
Bundan sonrası artık sanki daha kolay gibi. Sizi bir şekilde etkileyen
bir mana gözünüzden, kulağınızdan geçip kalbinize ulaştıysa, toprak ve su ile
buluşan tohumu orada öyle tutamadığınız gibi, o manayı da kalbinizde
tutamazsınız. İlla ki oradan filizlenir ve
onlarca sürgün şeklinde dışa vurur ve her biri bir erdem olur meyve
verir.
Bu
sürgünlerin en âlâsı içinizdeki inancı dil ile de dışa vurmak ve âleme
haykırmaktır, en alt mertebesi de yolda giderken gördüğünüz insanları rahatsız
edici bir nesneyi oradan ırak etmektir.
Dua
ile!
28.01.2014
GARİBCE
[1] قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاءٌ وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ
فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى أُولَئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ
بَعِيدٍ [فصلت : 44]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder