Rahmetli komşumun evinde akşamları
bir araya gelip Kur’an okuyoruz, dualar ediyoruz, cümle geçmişlerimize ve
kendimize rahmet ve merhamet diliyoruz.
İyi de oluyor hani. Pek beceremesem
de meclisi idare ediyor, yüksek sesle Kuran okuyup, dualar ediyorum. Kur’an
okurken özellikle ahlakî ilkelere değinen ayetlerin çevirisini ve kısa yorumunu
da yapıyorum. Bunun düz Kur’an okumaktan da daha yararlı ve etkili olduğunu
sanıyorum.
Sonrasında da serbest sohbet ediyoruz. Sohbet derken illa ki
konuşması gerekenler konuşuyor, dinlemesi gerekenler de dinliyor. Belli ki
Yaratıcı iş bölümü yapmış, kimini konuşması için kimini de dinlemesi için formatlamış.
Soru sorulmadıkça ya da bir şekilde
kendim açılmadıkça ben dinleyiciler grubundan oluyorum. Sonra gözlem yapıyorum,
benim gibi olanlar da var, konuşması gerekliymiş gibi can hıraş konuşanlar da
var. Hem de yüksek perdeden ve öyle de bir hızlı tempoyla konuşuyor ki adam,
dinlemek ve takip etmek gerçekten takdire şayan bir durum olmalı.
Vaktiyle bayram ziyaretlerinde
gitmek zorunda kaldığım rahmetli bir hocamızı dinlemek ve hele hele de takip
etmek, gerçekten aşılması zor olan ama benim aşmayı başarmaya çalıştığım sarp bir yokuştu.
Dünkü mecliste hep susan ve dinler
gibi durumda olan biri galiba sonunda dayanamadı ki o hep konuşan adama “ Şu
radyolar var ya hani onun kapatma düğmesi olur. Yahu senin de öyle bir kapatma düğmen
yok mu? Kapatsak da bir soluk alsak!” şeklinde takıldı.
Bugün o adam yoktu ama tabiat
boşluk kabul etmiyor. İlla ki onun yerini dolduran birileri hep oluyor.
Bugün yokuşa doğru ağdığımda o
adamın sözü aklıma geldi: Hakikaten insanlar açık radyolar gibi sürekli çalmak
zorundalar mı? Onların bir kapatma düğmesi olmaz mı?
Sessizliği dinlemek gibi en büyük
hazlardan payımıza düşecek bir nasibimiz olmaz mı?
Sosyallik böyle bir şey demek ki:
Uzlette herkes sessizliği başarır. Maharet her kafadan bir sesin çıktığı,
lafların havada uçuştuğu ve birbirine
karıştığı gürültülü bir ortamda sessizliğe gömülmek ve onun sesini dinlemek. İstimâ
= Dinleme’den öte Insât galiba böyle bir şey olmalı.
Hani “İsa kurie’l-Kur’an’u festemiû
lehu ve ensıtû!” varya. “Kur’an okunduğunda onu dinleyin ve sessizliğe
gömülün (ınsât)” diyor ya işte o sözü edilen ınsât.
İki kulak bir dil. Hem de dişlerin
ve dudakların arkasına konulmuş ki önü tümden açık da olmasın, iki dinlesin zar
zor bir konuşsun. Tasarımın gereği belli ki bu! Ama öyle olmuyor. Konuşanlar
hakikaten mecbur gibiler. Onların düğmesi olsa da kapatılsa sanırım bütün
devreler birbirine girer de ortadan
çatlayıverirler. Yazık değil mi şimdi onlara! Dinleyiversen ölür müsün?! Hem
erdem nedir ki? Herkesin yapabileceği sıradan şeyler mi? Yoksa hakikaten takati
zorlayan şeylere sabır ve metanetle karşı koyabilmek mi?
Ben bazen kendi kendime iyi ki bu
konuşkan adamlar var diye seviniyorum. Yoksa onların yerinde kim bilir belki de
biz olurduk. Hem o zaman neyi dinleyecektik? Üstelik daha sessizliği
dinlemesini bile öğrenememişken.
Küllün müyesserun lima hulika
leh!
Hal böyle iken konuşan neylesin,
dinleyen ne etsin.
Mevlam ne etmiş etmiş
Ettiğini hep güzel etmiş!
Dua ile!
08.08.2014
GARİBCE
Çok güzel bir yazı olmuş Allah razı olsun hocam.
YanıtlaSilNe zaman kafamı dinlemek istesem kendimi burda buluyorum
YanıtlaSil