1978 yılıydı ve Hüseyin Agam Saimbeyli’de vaizdi. Buna sebep ben de
muhtemelen yazın oradaydım. Orada Hasan Yener adında bir müftü efendi vardı. Çok
halim selim, mütevazi ve efendi bir zattı. O anlatmıştı:
Bir alim varmış. Gerçek bir ilim adamı imiş. Kendini talebelerine
ve ilme vermiş, meşguliyeti hep öğrenmek ve öğretmekmiş.
Bir de orada ona akran bir ehli tasavvuf birisi varmış. Kendisini Allah’a
adamış, hayatını ibadetle geçirirmiş.
Bir gün bu iki zat buluşmuşlar. Alim olanı ehl-i tasavvuftan olana:
-“Ben seni Allah için çok seviyorum!” demiş.
Ötekisi: “Ben de seni Allah için sevmiyorum!” demiş.
Bunu duyan alim kişi irkilmiş, şok olmuş ve hayretle:
-“Aman efendim, neden? Sebebini lütuf buyursanız da kendimizi
düzeltmeye çalışsak!” demiş.
-“Duydum ki sen ikindi namazının sünneti gibi bazı nevafili terk ediyormuşsun?”
Demiş.
-“Efendim, ilimle iştigal ediyoruz, daha önemli bulduğumuz için
ilim taliplerine ve insanlara hizmeti sözünü ettiğiniz türden nevafile takdim
ediyoruz.” diye kendini savunmaya çalışmış.
“-Öyle mi? Demek sen mahluka hizmeti Hâlika itaate tercih ediyorsun
ha?” Demiş ve “ben işte buna sebep Allah için sana buğz ediyorum!” demiş.
O anda alim olan zat kendine gelmiş ve o zatın ellerine kapanmış ve
hüngür hüngür ağlayarak tevbe etmiş.
Tam bir içtenlikle ve sükunetle anlatılan bu hikaye beni o zaman
bir hayli etkilemişti. Ne demek yani: Mahluka hizmeti Halik’a hizmete tercih etmek!
Şimdi geriye doğru bakıyorum da dindarlık anlayışımızın ipuçlarını
veren bu ve benzeri hikayeler ne kadar da çok yaygın ve belki de bir o kadar
etkili.
Bu anlayış namazımız niyazımız, orucumuz cümle ibadetlerimiz sanki bir
kölenin efendisine karşı vazifeleri gibi haşa Allah’ımızı beslemek, O’na bakmak,
O’nun zatına yönelik hizmette bulunmak gibi algılanıyor. Yani namazımızın Allah
için olması, ona kılıyor olmamız gibi. Hani birine borcumuz olur tutar onu
öderiz ya işte onun gibi bir şey.
Oysa ibadetlerimizin Allah için olması, hiçbir garaz taşımadan,
şaibe içermeden tam bir ihlasla ifa etmemiz ve bunun sonucunda hasılasının da
kendimize ve insanlığa yönelik
olmasıdır. Yani namaz ve sair ibadetlerimiz bize Allah’ı hatırlatacak, bizi her
türlü münker olan şeylerden uzak tutacak, ahlaki anlamda olgunlaştıracak,
kimseye eliyle diliyle, beliyle zarar vermeyen bir Müslüman olabilmek için bize
katkı sağlayacaktır. Hal böyle olunca bir amelin değeri bize yönelik faydasıyla
ölçülecektir. Evvelemirde kendi özümüze ve ailemize ve sair insanlara yarar
sağlayan her amel amel-i salih
olacaktır. Amel-i salih -Allah’a değil- Allah için kıldığımız şu ya da bu
ibadetten, namaz ve oruçtan ibaret değildir.
Hem İslam hukuk terminolojisinde Haklar dörde ayrılır: Allah
hakları, Kul hakları ve karma nitelikli haklar gibi. Bu kısım da Allah hakkı
galebe çalanlar ya da kul hakkı galebe çalanlar diye ikiye ayrılır.
Bu ayrımda Allah hakları diye belirtilen hakların örneklerine
baktığınız da çoğunun kamu hakkı olduğu görülür. Yani Kamu hakları önemine
binaen Allah’a nispet edilir. Söz gelimi Had cezaları tamamıyla Allah yani kamu
haklarıdır. Bu hakların yerine getirilmesi sonucu Allah’a bir katkı olmaz,
aksine kamu düzeni kaostan kurtulur, hak hukuk yerini bulur istikrar olur. O
takdirde de insanlık güven ve huzur içinde yaşar. İbadetlerin daha bir huzur içinde
yapılabilmesi ancak böyle bir ortamda mümkün olur.
İmdi bir ilim adamının dinde yapılması zorunlu olmayan, hatta
yapılmasa da olur kabilinden nitelenen, yapılması isteğe bağlı olan bir takım
nevafili terk ile ilimle iştigal edip, kendisini ilme ve ilim taliplerine
adamasının, gerçekten salt dini saiklerle buğzu gerektiren bir durum gibi
algılanması gerçekten din anlayışımızın sorunlu olduğunu gösteriyor gibi.
İmdi nafile bir ibadetle uğraşıp dersine geç kalan bir hocamızın
durumunu değerlendirelim: Acaba bu ilim adamı hocamız sevap mı kazanmıştır
yoksa asıl Allah hakkına riayet etmediği için –çünkü talebelerin hakkı kamu
hakkıdır ve nevafile öncelenmesi gerekir- günah mı işlemiştir? Bunu yeni bir
nazarla değerlendirmek gerekir. İlk mecliste çok önemli bir karar oylamasında
bazı hoca milletvekillerinin oylamada bulunmadığı ve tam da o sırada mescitte
nafile namazı kılmakla meşgul oldukları şeklinde bir hikâye anlatılır. Ne kadar
doğrudur bilmem ama, olasılığı çok yüksektir. Çünkü bizim yaygın din anlayışımıza
uygun bir davranış gibi gözükmektedir.
Hiç yazacağım yoktu. Ama yazdık işte.
Dua ile!
25.12.2014
GARİBCE
Soner Duman: Hocam, yaygın din anlayışına yönelik yaygın yanlışları keşke hep böyle yazsanız!
YanıtlaSilMehmet Erdoğan: Garibce ne güne duruyor, yazsın tabi.
Selma Külçe Estağfirullah efendim.
Ne güzel istifade ediyoruz..
Güzel şeyleri güzel ifade edebilmek ikram-ı ilâhî olsa gerek.. Siz de bize ikramdan ikram ediyorsunuz. Size teşekkür,Vehhab olana şükür ediyoruz.
Hürmetle
Mehmet Chafouz: HOCAM: yaygın din anlayışı insını dinden etmekten öteye gitmiyor.....
Sacit Türker: Önemli bir hususu güzel bir hatıra ile ifade etmenizden memnun kaldık hocam. Değerler sıralamasında ölçüyü kaçırıyoruz çok defa. Fıkhın temelde getirdiği kolaylığı ve ölçeği unutup veya gözardı edip farklı yorumlarla zorlamalara, karmaşıklığa girebiliyoruz. Bu mesele bir kaç yazıda dile getirilse sezadır. Selam ve hürmetle.
Kürşat Kaan Baki: Garibce'yi Allah için sevmemek günahtır. Gözümüzün ve aklımızın nurunu seviyoruz.