26 Mayıs 2016 Perşembe
25 Mayıs 2016 Çarşamba
Kucak açmış bekler mezar
Ey hacı hocaya sebep soğuyan dinden
Hoşnut musun yaraya işemez zenginden
Söyle bilelim şahittir elbet Yaradan
Zenginler yüzünden soğudun mu paradan
Aklın paradadır söyle kaçtır ederin
Para yüzünden değil mi bütün kederin
Var mıdır acep satmayacağın bir değer
Kırmızı mangır beyaz baldır varsa eğer
Koca ayak kentte duyar cırcır sesini
Sense kulak kesilirsin düşse bir peni
Dünya oyundur eğlencedir ah bilene
İbret almaz bakıp bunca önden gidene
Nice Karunlar geçti hepsi oldu yalan
Kapılıp hülyalara gel sen de oyalan
Bu tatlı rüya devam etmez ilelebet
Uyanırsın gerçeğe sen de bir gün elbet
Anlarsın anda mal da yalan mülk de yalan
Sade hesabı olurmuş üstünde kalan
Garibce der bak kucak açmış bekler mezar
Siz de ibret alın gayrı ey uli’l-ebsâr
Dua ile!
25.05.2016
GARİBCE
24 Mayıs 2016 Salı
Abdullah Köşe hocamla muhabbet ettik!
Bugün öğle camiinde tıp tarihi öğretim görevliliğinden emekli Abdullah Köşe
hocamı gördüm. Ne kadar sevindim. O benden yaşça büyük, ama ben ondan önce
Yüksek Lisansa başlamıştım. Bununla birlikte onların derslerine ben de
katılırdım. Bu sebeple mektep arkadaşlığımız da olmuştur. O zor zamanların
insanı gerçek bir dosttur. Askerliğe gideceğimize sebep kararan ufkumuza ne
büyük –duygusal- bir meşale yakmıştı ve biz onun ışığında kimseye müdara
etmeden askerliği sühuletle tamamlayabilmiştik.
Her şeyin yenisi makbul ancak dostun eskisi derler. Bu eski dostla
birlikte namaz sonrası Fakültedeki odamıza geçtik. Çay içtik sohbet ettik.
Ne güzel anlarımız oldu. Ne güzel şeyler paylaştık.
Laf döndü dolaştı patavatsızlığa geldi. Adnan Selamet adında bir
tanıdığının hatırasını nakletti. Bunlar kız istemeye gitmişler. Giderken
yanlarında dayısı da varmış, haliyle büyük olarak. Ancak dayı bey pek patavatsızın
biriymiş. Hayırlısı ile kazasız belasız şu işi tamama erdirebilseydik diye
içinde hep bir endişe taşımış, damat adayımız. Neyse kız evine varmışlar. Kızın
ailesi Arnavutmuş. Arnavutlar Gega ve Toska diye -Yesrib halkının Evs ve Hazrec
adlı iki kardeş kabileden oluşması gibi- iki kardeş boydan oluşurlarmış. Laf
lafı açmış ve Gega ve Toska’nın ne demek olduğu sorulmuş. Hemen bizim dayı bey bilgece
ileri atılmış ve “Hani manda dışkılar da kağnının tekeri üzerinden gidince onu ortadan ikiye
böler ya işte bir yanı Gega diğer yanı da Toska!” deyivermiş.
Damat adayının korktuğu başına gelmiş, yüreğindeki bir dirhemlik yağ da
erimiş. Ama Allah’tan adamlar büyüklük yapmışlar da buna sebep kızı vermemezlik
etmemişler.
İlahi Abdullah hocam. Ömrün uzun olsun. Senin gibi bilgi ve marifet
sahibi bilge ve hasbi adamlara Garibce kulların çok ihtiyacı var.
Dua ile!
24.05.2016
GARİBCE
19 Mayıs 2016 Perşembe
Hikmet inhisarcılığı
Varmasını bilene bütün yollar Allah’a çıkar
Gören göze enfüste ve afakta her şey Allah’ı işaret eder.
Hal böyle iken hikmetin inhisarcı/ tekelci bir zihniyetle sadece bizde
olduğu telakkisi bizi sağır ve kör yapar.
Peygamberimize atfedilen bir söz vardır: “Bir şeye olan aşkın, seni kör
ve sağır yapar!”[1]
Evet, hakikat budur ve bu gerçekliği hepimiz az çok tecrübe etmişizdir.
Gençsiniz ve bir kıza vuruldunuz. Ya da kızsınız bir oğlan aklınızı
başınızdan aldı. Âşık oldunuz. Bu aşk artık sizi gayra karşı kör ve sağır eder.
Burnunuzun dibindeki dilberleri, dünya güzellerini görmez olursunuz. Büyüklerinizin
size söyledikleri sözlerin hiçbirini duymazsınız. Görmek istediğiniz tek şey
aşkınız, duymak istediğiniz yegâne söz de gene aşkınızla alakalı olandır. Ondan
haber verilsin de nasıl olursa olsun. İster aslı olsun ister olmasın. Yeter ki
ondan bahsedilsin.
Denginizi, ruh ikizinizi bulduysanız bu hoş, ama ya aksine birine abayı
yaktıysanız mecnun olup çöllere düşmek sizin de kaderiniz olabilir.
Annenizin babanızın, büyüklerinizin, sizin için canlarını feda edecek
gerçek dostlarınızın sizin için düşündükleri, size uygun buldukları kimselere
dönüp de bakmazsınız bile… Zira ki aşkınız, tutkunuz sizi kör etmiştir;
gayrısını görmezsiniz; sağır etmiştir başkasını duymazsınız.
Mesleğinize tutku derecesinde âşıksınız; başka bütün mesleklerin boş
olduğunu düşünürsünüz.
Bağlı olduğunuz tarikat, mezhep, meşrep… Ona karşı aşkınıza sebep o artık
hakikatin yegâne temsilcisidir, ondan gayrı dalaletin ta kendisidir,
sapıklıktır, sapkınlıktır.
Oysa bütün yollar Allah’a çıkardı hani.
Biz Müslümanız ve bunun için Allah’a hamd ederiz. Bunun bize Allah’ın
özel bir lütfu olduğunu düşünürüz. Bu doğrudur. Ama Müslümanlar olarak hakikati her zaman ve mekanda yegane bizim
temsil ettiğimiz, mahza hikmetin kendimizde olduğu inancımız, bizim başka
medeniyetlerden, başka kültürlerden yararlanabilme imkanımızı ortadan kaldırır.
Hikmetin inhisarcı bir zihniyetle sadece bizde, bizim dinimizde, bizim
mezhemizde, meşrebimizde olduğuna kendimizi kaptırmamız bizi aynı zamanda
bağnaz da yapar ve gayra karşı bütün kapılarımızı kapar, alıcılarımızı devre
dışı bırakır.
Oysa sağduyu sahibi insanlar olarak belki bir kâfirin halinden, ağzından,
tavrından da bir hikmet kapmamız mümkündür. Allah, övgü babında “sözü dinleme
ve en güzeline uyma”dan bahseder. Gayra sağır olan nasıl dinler, kör olan nasıl
görür?
Kendi medeniyet ve kültürümüze sahip çıkacağız derken, bu güzelim
değerlerimizin bizi kör ve sağır etmesine izin vermemeliyiz. Eleştirel
bakabilmeliyiz. “Evet, benim mezhebim haktır, ancak yanlış olma ihtimali de
vardır. Öteki hak değildir, ama isabet etme, hak olma ihtimali vardır”
diyebilmeliyiz.
Bugünlerde bir “ehl-i sünnet” edebiyatı almış başını gidiyor. Ehl-i
sünnet olmak hoş kötü bir şey değildir, özünde iyidir. Müslümanların sevadı
azamını teşkil eder. Ama ehli sünnet kimdir. Söz gelimi ehl-i reyin imamı Ebu
Hanife ehl-i sünnet midir? Kastınız sadece ehl-i eser midir?
Ehl-i sünnet Hz. Peygamber’in tuttuğu yolu tutmak, onun istikametini
korumak mıdır? Onun yolunda olmak ve o yolda yol almak değil midir? Cemaat bu
yolda topluca yol almak değil midir? Bunun için de ortak paydayı olabildiğince
geniş tutmak icap etmez mi? Ehl-i kıble olmak yetmez mi?
Ama yok! İlle de benim meşrebimde ve benim mezhebimde olacak…. diyor.
Hakikati yegâne kendisinin temsil ettiğine inanıyor. Hatta hakikatin
ancak kendisinde tecessüm edeceği zu’munda bulunuyor. Bu saplantısı kendisini
başka yollara, mezhep ve meşreplere, diğer medeniyet ve kültürlere karşı kör ve
sağır hatta düşman kılıyor.
Tamam, adam neye inanırsa inansın, bize ne diyelim. Diyelim de onların bu
söylemi onların ardına düşen kitleleri de etkiliyor, farklı düşünce sahiplerine
hayat hakkı tanımamak gibi tavırlara sürüklüyor.
Sonunda da bütün insanlığa yazık oluyor.
Sevgi güzel bir şey… Ama o dahi ölçülü olmalı. Sevgili peygamberimiz: “Sevgilini
de ölçülü sev, bakarsın bir gün düşmanın olur. Düşmanına da ölçülü buğzet, bakarsın
bir gün dostun olur!” dememiş mi?
Sevgilinin dahi düşman olabilme potansiyeli var demek.
Tuttuğun yoldan eminsin, bu güzel. Öteki yolu niye mahkûm ediyorsun.
Öteki de kendi tuttuğu yoldan emin ve onun için de o güzel. Ve biz beherimiz bir
yolu tutmuş iken öbür yolun sonunun nereye varacağını da çoğu kez
bilmemekteyiz. Öyle ise hiç olmazsa diğer yolları mahkûm etmeyelim. Gözümüz
kör, kulağımız sağır olmasın.
Hem o zaman belki daha da mutlu oluruz.
Gayrın huzuru bakarsın bize de huzur olarak döner.
Dua ile!
19.05.2016
GARİBCE
15 Mayıs 2016 Pazar
Tesettür modası almış başını gidiyor!
Şikâyetin, ağlayıp sızlanmanın bini bir para… Başörtüsünü kurtardık ama
tesettür elden gitti.
Ah bu kadınlar ah! Suyunu çıkardılar. Şimdi bir de defileler
düzenliyorlarmış. Kim bilir daha neler göreceğiz. Kıyamet koptu kopacak.
Garibce nazarımca bu tabii bir süreçti ve beklenilen bir şeydi.
Bunu yadırgayanlar önce aynada kendilerine bakmalılar.
Kadınlar sonunda kişilik sahibi olsalar da dişidirler. Geleneğe göre de
Âdem için yaratılmışlardır. Topraktan yaratılan Âdem’in aklı fikri toprakta
olduğu gibi, Âdem’den yaratılan kadının da aklı fikri Âdem’dedir. Yaratılışın
doğa yasası budur: Herkes aslına çeker. Karşı kutuplar birbirini cezbeder.
Müslümanlar çok güçlü bir asabiyet ruhu ile nice badireleri aştılar
(fetihler gerçekleştirdiler) ve sonunda da şöyle ya da böyle geldikleri
yerlerin imkânlarına kondular. Asıl sınanmaları bu imkânlarla yüzleşmelerinde
idi. Çünkü burada güç vardı, Mahir İz’in deyimi ile “Kırmızı mangır, beyaz
baldır” vardı. Ya da üç Ş: Şehvet, Şöhret ve Servet. Asıl büyük cihad buydu ve
biz erkekler kimimiz sınanarak kimimiz ise hatta sınanmadan bile bu sınavları
kaybettik.
Biz eskiden özümüze hâkimdik; çünkü yanımızda güzel, alımlı, bakımlı
fettan dilberler yoktu. Çulsuzduk, cebimiz yoktu. Anadolu’nun bağrından kopmuş,
Toros’lardan inmiş gelmiş garibanlardık, unvanlarımız, makamlarımız, titrlerimiz,
şöhretimiz yoktu.
Şimdi bunların hepsi var.
Cahiliye bir zihniyet olarak bizi de esir almışa benziyor. Çünkü bu
zihniyette “güç” en büyük belirleyici ve itibar sağlayıcı ölçüttü.
Ve biz şimdi güçlüydük.
Cebimiz para ile dolmuştu. İmdi gücümüzü göstermenin vakti gelmişti. Hz.
Peygamber’in ashabın zenginleşmesi karşısındaki duyduğu geleceğe yönelik endişeler
aynısıyla bizi de bürümüştü.
Gücümüzü bir anlamda zafer kazandığımız kesimlere karşı göstermemiz
gerekiyordu. Önce kendimizden başlayarak bakımlı olmamız, prezantabl (her ne
demekse) olmamız, karşı taraf üzerinde etkin bir imaj oluşturmamız gerekiyordu.
Giyim kuşamdan başladık. Yılanın eski derisinden soyulduğu gibi biz de
geleneksel o sade giyiniş tarzımızdan soyunduk ve artık hep markalı, fiyakalı,
albenili giyecekler giydik, modayı takip ettik…
Güç gösterisi olarak bunu sağlayacak arabalara, ciplere bindik. 65 beygir
gücü olan (benim kendi arabamdı) ve
ihtiyacımızı gören eski arabalarımızı son model lüks arabalarla değiştirdik.
Yıllarca huzur içinde yaşadığımız mahallemizi terk ettik; lüks evlere, villalara,
malikanelere taşındık.
Ehliyet ve liyakat yerine gücümüze sadakati esas aldık.
Kahir ekseriyet itibariyle böyle olan Müslüman erkekler şimdi kalkmış
kadınlara nizamat veriyorlar.
Kadınlar -siz onların her ne kadar eksik akıllı olduklarını kendi
aranızda söyleyip dursanız da- çok zeki varlıklardır ve anında intikal edebilme,
yeni durumlara ayak uydurabilme, değişme marifetine sahiptirler.
Kadınlar, erkeklerin dikkatini çekmeye çalışırlar ve bu doğal bir
durumdur.
Siz ey erkekler kadınlarda meziyet aradınız da onlar sahip olmadı mı?
Siz bakımlı, alımlı, şık, şuh, fettan kadınlar aradınız. Onlar da öyle
oldu.
Sizin gözünüzü güç bürümüştü. Onlar da sizinle yarışa girdiler çok mu?
Siz lüks arabalara bindiniz. Onlar sizden daha yüksek olmaya çalıştılar
ve Ciplere bindiler. Zorunuza mı gitti.
Siz makamı önemsediniz, siz şöhreti öncelediniz, onlar da sizin beklentilerinize
karşılık vermişti. Ne vardı bunda?
Sen Gandi gibi evinde beslediğin keçi kılından kendi elinle dokuduğun kıl
aba ile yetindin de kadının, kızın modaya uygun mu giyindi.
Allah için çevrenize bakın! Ahlaken fevkalade mazbut, müeddep, zeki nice
kızlarımız var, yaşları kırka varmış, sırf alımlı olmadıkları için bir yuva
kuramamış, yaratıcının “kendilerinde huzur ve sükun bulacağınız” diye
nitelediği bir eş bulamamış, annelik
duygusunu tadamamıştır.
İmdi erkeklerimizin kadını değerlendirirken ölçütleri ahlak, edep, erdem
olsaydı bunların baş tacı edilmesi gerekmez miydi?
Kendi Müslümanlığını hep zayıflar üzerinden gerçekleştirmeye kalkışan ey
sözde Müslüman erkekler? Siz başörtüsü meydan muharebesini de zaten kadınlar ve
körpe kızlar üzerinden yürütmüştünüz. Balta vurana “Hıh!” diye destek verenin
desteği kadar desteğiniz ya olmuştu ya olmamıştı. Siz körpe bebelerinize
verdiğiniz adlar üzerinden mücahitlik yapmıştınız. Siz kadınları öne buyur
ettiyseniz yolun mayınlı olması endişenize sebep bu öyle olmuştu.
Şimdi kazanılmış sözde zaferler var ve siz onun sarhoşluğunda, gücü ele
geçirmenin konforunda hala o zayıf gördüğünüz kesimler üzerinden İslamlığınızı
sürdürme çabasındasınız. Ama geçti artık. O mayın temizlemek üzere ileri
sürdüğünüz kadınlar da artık güçlü ve en az sizin kadar da akıllılar. Onlar da
artık kendi bildiklerini okuyorlar ve okuyacaklar.
Eğer burada gerçek anlamda bir özeleştiri yapılacaksa erkekler olarak
önce bizim bu özeleştiriyi yapmamız lazım.
İmaj takıntısından kurtulalım.
Allah katında itibarlı olmak eğer bizim için hala önemli ise bunun ölçütü
güç değildir, şöhret, servet değildir. O hala kulluk bilincidir, erdemli
olmaktır, adaletle hareket etmek, herkese hakkını vermektir. Sorumluluk duymak
ve almaktır. Kadınları ileri sürmek değil, onlara göğüslerimizi siper etmektir.
Unutma Havva Âdem’in peşindeydi. Onun kızları da hala gene Âdem’in oğullarının
ardında. Siz iye yere giderseniz, onlar da sizinle birlikte iyi yerlere
giderler. Siz neye itibar ederseniz onlar da sizin itibar ettiğiniz şeylere
itibar ederler.
Hal böyle iken ben erkeğim diye iyiyim, ama o kadın diye kötü. Ben erkek
olarak modayı takip ederim, ama kadın edemez… öyle mi? Bu hiç adil değil
Allah cümlemize izan versin.
Aklımızı başımıza devşirsin.
Yoksa Allah bizi tümden giderir yerimize daha hayırlı, kadir kıymet
bilen, gerçek değer ölçütleri ile insanları değerlendiren bir zümre yaratır.
Hem de bugün için küçümsediğiniz insanların elleriyle.
İbn Haldun’a da bu arada rahmet olsun.
Dua ile!
15.05.2016
GARİBCE
13 Mayıs 2016 Cuma
İman ağacı salınır dalları
İman kalpte yer eder. Onun yetmiş şu kadar dalı vardır. Her bir dalı bir
erdeme ya da hayır işe tekabül eder. Bunların en yücesi içimizdeki imanı dilimizle
de haykırmaktır. En aşağı derecede olanı ise yolda insanlara rahatsızlık veren
nesneleri gidermektir. Başka bir ifade ile yolun hakkını vermektir.
Yani o ki sen yolda giderken başkaları tarafından şayet atılmış bir çöp
varsa yahut bir engel konulmuşsa onu kaldıracaksın.
Ama gel gör ki biz bırak başkalarınca yola atılan rahatsızlık verici
nesneleri gidermek, biz kendimiz engel oluyor ve kirletiyoruz.
Fakültede maşallah öğrencilerimizin sayısı bir hayli kabarık, mekanlar
ise bazen kaldıramayacak kadar darlık gösteriyor. Özellikle de koridorlarda,
kapı giriş ve çıkışlarında, asansörlerde vb. epey bir yoğunluk oluyor.
İmdi kişi üç dört arkadaş bir olmuşlar kapı önünde ya da çıkışında
muhabbet ediyorlar. Oh ne güzel. İyi de sen geçişi kapatıyor ya da
zorlaştırıyorsun. Keza asansör önlerinde aşırı izdiham oluyor, birinci kata,
ikinci kata çıkmak için asansörü meşgul ediyorsun, üstelik her iki istikamete
de basıyor, lüzumsuz yere asansörü geciktiriyorsun.
Koridorlarda giderken üçerli, bazen dörderli koldan yürüyor, arkadan
gelen ve sizi geçmek durumunda olan kimselerin yolunu kapatıyor, onları
yavaşlatıyorsun.
Elinde telefonun, aklı aklını almış halde köşelerde virajı genişten almıyor hemen köşeyi dönmeye kalkışıyor, zaten gözün telefonda normal yolundan gelenlerle burun buruna geliyor, ani frenle hem kendini hem de karşındakini zor durumda bırakıyorsun.
Elinde telefonun, aklı aklını almış halde köşelerde virajı genişten almıyor hemen köşeyi dönmeye kalkışıyor, zaten gözün telefonda normal yolundan gelenlerle burun buruna geliyor, ani frenle hem kendini hem de karşındakini zor durumda bırakıyorsun.
Hz. Peygamber siz yolda engel olmayın demiyor, varsa engel kaldırın
diyordu.
Demek ki biz kitabı tersinden okuyoruz.
Unutmayalım ki yaptığımız her işin, attığımız her adımın, yaptığımız her
tercihin illa ki kalbimizdeki imanla bir ilişkisi vardır.
En büyük günah kul hakkını ihlal etmektir.
Trafikte adam yolu tam kapatacak şekilde duruyor ve dörtlüyü de yakıyor,
işine görmeye koyuluyor. Arkasında bekleşen insanlar da haliyle anasına
babasına rahmet okuyorlar. Hayırlı evlat!
Tekrar edelim Hz. Peygamber yolda insanlara rahatsız veren nesnelerin
giderilmesini imanın bir dalı olarak niteliyor. Bizzat yola engel olmayı ise
hiç anmıyor. Zira o bir Müslümanın zaten asla yapmayacağı bir şey gibi telakki
ediliyor.
Kul hakkı kul hakkı diyoruz da nedense bu gibi önemsiz zannettiğimiz
aslında hiç de öyle olmayan davranışlarımızı hiç hesaba katmıyoruz.
Dua ile!
13.05.2016
GARİBCE
6 Mayıs 2016 Cuma
Mücîbsin, bunca vize acep nedir?
Neden görünmezsin
bu hicap nedir?
Tutulmuş bütün
yollar sana giden
Mücîbsin, bunca vize acep nedir?
Yıkmak için yapar mı hakîm olan
Medet kıl ey Rahman cevap nedir
Bedendir, hazza gark olmak ister
Bilmez hiç, can yakar azap nedir
Gönüldür, boyunu aşarsın deme
İlle de cemal ister, sevap nedir
Garibceyim yanar göğünür özüm
Nadan sorar bilmez bu kebab nedir
Dua ile!
06.05.2016
GARİBCE