17 Kasım 2016 Perşembe

Reform mu? Tecdid mi?


Biz şeriatımızı kaybetmedik ki yeni bir şeriat arayışı içinde olalım. Ne var ki bizim şeriatımız artık bize hayat vermez olmuş. Hatta itici hal almış, o yüzden de insanlar ve hatta inananlar bile ona sırt dönmüş. Mutluluğu başka yerlerde aramışlar. Ne yazık ki bulamamışlar. Bulamazlar da. Çünkü aradıkları şeyi kaybettikleri yerde değil, başka yerlerde aramaktadırlar.
Yapılacak şey nedir o zaman?
Bir kere hayat membaı olan bu şeriat neden bu hali aldı? Neden içinde her türlü pislik var?
Su özünde hem tahir hem de mutahhirdir, yani hem temizdir hem de temizleyicidir. İyi ama -vaktiyle Haliç örneğinde olduğu gibi- neden pislik adalarının oluştuğu bir batağa dönüşmüştür.
Cevabı basit: Çevrenin bütün pislikleri Haliç’e boca edilmiş, kanalizasyonlar oraya boşaltılmış da ondan.
İmdi yegâne hayat membaı olan şeriatımız da benzer şekilde kirletilmiştir.
Evvela  bütün âleme verilmek istenen evrensel mesaj arabî form içine hapsedilmiş, bu şeriatı garradan yararlanabilmesi için bütün insanların kültürde sanki Araplaşması istenmiştir. Hz. Ömer, İmam Azam gibi onun mevcut arabî kalıplar ve çerçeve içerisinden çıkarılıp bütün insanlığa ulaştırılması gibi bir kaygı taşıyan fıkıh dehası sahibi insanlarımız az olmuştur.
Saniyen kendimize ait olanı şeriatımıza onaylatmak ve onu İslam’ın bir parçası haline getirmek gibi baskın tavırlarımız hep olagelmiştir.
Bütün canlı organizmalar gibi İslam da dışarıdan aldıklarıyla gelişmiştir ve bunun böyle olması tabiidir. Ancak bunun tek bir şartı vardır: O da dışarıdan alınanın hazmedilmesi ve bünyeye dâhil edilmesidir. Dışarıdan vücuda eklemlenen ama hep yabancı kalan, sülük gibi İslam’ın kanını emen, onu zayıf düşüren, ökse otu gibi İslam’ın şecere-i tayyibesine bir asalak olarak tutunan ve onunla hiçbir genetik ortak özellik taşımayan fikirler, kurumlar, yapılar, uygulamalar İslam şeriatını zayıflatmış, kirletmiştir. Hayat kaynağı olan şeriat-ı garramız bu haliyle insanlarımıza ab-ı hayat sunamamış, hatta yer yer tiksinti verici hale gelmiştir.
Şu halde bizim yapmamız gereken şey, yeni şeriatlar arama, yahut şeriata yeni şekiller verme (reform) yerine yeniden bir arınma sürecine girmemiz olacaktır.
Evvela kendi özümüzü ve düşüncemizi arındırmadan başlayacağız. Allah’ın bize bahşetmiş olduğu hidayetin birinci ayağı olan aklı devreye sokup, vahyin ışığı altında yola çıkacağız. Aklı bir tercihte kullanırken ihtiyaç duyacağı değer ölçütlerini teşriden alacağız. Temel referanslarımız kitap ve sünnetten elde edeceğimiz küllî esaslar olacaktır. Bütün faaliyetlerimizi  umdelerden hareketle, ilkelerin ışığında ve gayeleri gerçekleştirecek şekilde sürdüreceğiz.
Şeriat membaımıza hariçten karışan her türlü kanalizasyon vb. gibi atık kanallarını kapatıp, dini dinî olandan, dini kültürden, âlemî olanı arabî olandan, makâsıdı vesâilden, zarfı mazruftan… ayırıp ayıklayacağız. Her şeyi kendi yerine koyacağız.
Şeriatımızın yeniden hayat kaynağı ab-ı hayat sunan saf, berrak bir hal alması için bu faaliyetimizi sabırla nesiller boyu sürdüreceğiz.
Haliç örneği bu konuda bize ışık tutucu olabilir. Vaktiyle pis kokudan üstündeki köprüden geçemiyorduk. Şimdi ise aynı haliçte envaı çeşit balık ve diğer canlılar yaşıyor. Aynı Haliç yeniden hayat kaynağı halini aldı.  Ancak kabul etmek gerekir ki bunun için çok çalışıldı, büyük emek ve mesai harcandı, imkânlar seferber edildi.
Biz de benzer bir çabaya mecburuz. İki asırdır mutluluğu başka yerde aradık olmadı. Özümüze dönmemizin gereği anlaşıldı. Ama bu kez de şeriat diye karşımıza sümük-i şerif çıktı, DAİŞ çıktı, mesihler, mehdiler, kahtaniler çıktı… Kerameti kendinden menkul şeyhler çıktı… Bizleri gemilere dolduran ama marifet hakikat diye holdinglere taşıyan tarikatlar çıktı.
Allah’ım! Bize yeniden rahmet et! Rahmet yağmurlarını üzerimize öyle gönder ki şeriat gözemiz yeniden eşlensin, arınsın, kaynağında ve yatağında ne kadar kir, hır hış varsa silip süpürsün ve yeniden  ab-ı hayat olarak Müslümanlığımıza can versin.
Amin!
Dua ile!
17.11.2016
GARİBCE 


1 yorum: