2007 Mayısında yaptığımız Suriye
gezisinde beni en çok etkileyen manzaralardan biri, Hama’da Asi nehri
üzerindeki üç bin yıllık tarihi olan su dolapları oldu.
Muhteşem güzellikte bir manzara
sergiliyorlardı. Değişik açılardan bol bol fotoğrafını çektik, vidyo kaydı
aldık.
Devasa boyutlarda olan dolaplar,
çapı on on beş metre kadar büyüklükte, bir mihver etrafında suyun itme gücü ile
dönen, tahtadan yapılmış bir çarktan ibaret. Suya daldığında eteklerdeki pabuçlar
su ile dolmakta ve tam tepe noktasına çıktıktan ve öbür tarafa eğim kazandıktan
sonra pabuçlardaki su dökülmeye başlamakta ve toplanan sular, su kemerleriyle
uzak arazilere götürülmekte, kurumuş topraklara hayat vermektedir.
Dolap suyun zoruyla dönerken, yukarı
taşımakta olduğu suların da baskısı ile iyice ağırlaşmakta, dönmede
zorlanmakta, öyle bir inilti sesi çıkarmakta ki, tarifi ne mümkün. Vaktiyle
bizim kağnılar öterdi yollarda, yol boyunca. Tabi her kağnı da ötmezdi. Kimi kesik
kesik, kimi uzun uzun, yanık yanık öterdi. Su dolapları kesintisiz büyük bir
gıcırtı ile karışık inilti biçiminde ötüyor.
O kadar etkili ki, rivayete göre
Bizim Yunus onu görünce dayanamamış ve Benim Adım Dertli Dolap şiirini
yazıvermiş. Arkasından nice ozanlar onun türküsünü söylemekte, nice ilahiciler
de ilahi olarak okumaktadırlar.
Aradan günler geçmesine rağmen hala
benim dilimden düşmedi onun dertli dolap
şiiri. Kâh türkü formatında, kâh ilahi şeklinde tekrarlayıp durdum. Çoğu kez de
kendi bestelememle ve her defasında da yeni bir beste ile olmak üzere. Çünkü
ben sanattan anlamam, nasıl kaptırırsam öyle terennüm eder giderim.
Bizim Yunus’a acaba bu şiiri
yazdıran saik neydi? Gerçekten gözüken muhteşem manzarası mı? Çıkardığı inilti
sesi mi. Durmadan, yorulmadan bıkmadan dönüşü mü? Yoksa dolaptan kendisine bir vazife çıkarması
mıydı?
Suyum
alçaktan çekerim
Dönüp
yükseğe dökerim
Görün
ben neler çekerim
Derdim
vardır inilerim
Dizelerinde de belirttiği gibi
dolap, o dönüşü ile arazi zemininden epey alçaktan akıp gitmekte olan hayat
kaynağı suyu, alıyor, büyük bir inilti ile on on beş metre yükseklikte inşa
edilmiş su bentlerinin düzeyine çıkarıyor ve oradan suyun susuzluktan çatlamış
topraklara ulaşmasını ve onlara hayat vermesini sağlıyor. İşte insan da böyle olmalı, inim inim inleme
pahasına da olsa kendi mecrasında sessizce akıp gitmekte olan gerçek ve ebedî
hayat iksirini, insanlığın idrak düzeyine sunabilmeliydi.
Bunun için tabii ki kabiliyet
gerekiyordu. Ama insan olarak buna
aslında hepimiz elverişliydik. Her kütük, erbabının elinde amaca uygun
biçimde yontulursa, dolaptan bir parça olmaya yatkındır. Bütün insanlar da
yaratılışları itibariyle sorumluluk almaya, bir misyon üstlenmeye yatkındırlar.
Ama önemli olan onların, kütüğün
yontulup istenilen şekle sokulması gibi eğitilmesi ve kendisinden beklenilen
hizmetlere müheyya hale getirilmesidir.
Bu anlamda mutlaka bir ustaya (peygamber ve onun halifeleri olan gerçek
mürşid ve mürebbilere) ihtiyaç vardır. Bu safha tamamlandıktan sonra artık insanın
vazifesi insanlık ufkuna indirilmiş olan kutlu mesajı, her bir insanın kendi öz
hayatına indirmek olacaktır.
Bunun için yeni inzaller
gerçekleştirmek, mesajı insanımızın izanına, asrın idrakine sunabilmektir.
Bunun en temel iki şartı da biri insanımızın dilini yakalamak, ikincisi de
nabzını tutabilmektir. İşte bu şartlarda suyun dolap vasıtasıyla kurumuş
topraklara ulaştırılması ve çevrenin hayat bulabilmesi gibi, dinin de
insanların hayatına taşınması ve böylece hasret kalınmış huzura, güvene, mutluluğa
ulaşılması, serap görmekten bıkmış insanların susuzluktan çatlamış dudaklarına
abı hayatın sunulabilmesi imkân dâhiline girmiş ve gerçekleşmiş olacaktır.
DOLAP NİÇİN İNİLERSİN
Dolap niçin inilersin
Derdim vardır inilerim
Ben Mevla'ya âşık oldum
Anın için inilerim
Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
Böyle emreylemiş Çalap
Derdim vardır inilerim
Beni bir dağda buldular
Kolum kanadım yoldular
Dolaba layık gördüler
Derdim vardır inilerim
Ben bir dağın ağacıyım
Ne tatlıyım ne acıyım
Ben Mevla'ya duacıyım
Derdim vardır inilerim
Dağdan kestiler hezenim
Bozuldu türlü düzenim
Ben bir usanmaz ozanım
Derdim vardır inilerim
Dülgerler her yanım yoldu
Her azam yerine kondu
Bu iniltim Haktan geldi
Derdim vardır inilerim
Suyum alçaktan çekerim
Dönüp yükseğe dökerim
Görün ben neler çekerim
Derdim vardır inilerim
Yunus bunda gelen gülmez
Kişi muradına ermez
Bu fanide kimse kalmaz
Derdim vardır inilerim
Derdim derdin, derdin derdim, derdiniz derdimiz, derdimiz derdiniz olsun.
Dua ile!
24.05.2012
Sen olsan inilemen mi!
herdogan38.
YanıtlaSilBir Regaib Kandili günüdüzünde Garibce'yi okuyunca,Dertli Dolap'ın çarkları arasında etrafa saçılan su zerrecikleri gibi hissettim kendimi..Anlamlı Tema'nın, anlatımdaki haleveti doğrusu bir 'inilti'nin ötesinde,ciğer yangını gibi geldi..Neden susuz biri,susuzluğunu giderdiğinde ciğerim buz gibi oldu der..Halbuki içilen su mideye gider gibi gözükür..Acı da ciğeri yakıyor,öyle değil mi?Ciğer yangınlığı ile gönül çoraklığı arasında bir münasebet var mı acaba? Bir de, 'inileten dert'le, acı veren ısdırap arasında ne tür bir ilgi olabilir?Bizim Yunus'u inileten dertle Peygamber Yunus'u sızlatan dert aynı kaynaktan mı beslenir? Garibce kardaş,'Ne âkilem,ne divane!Gel gör beni aşk neyledi..'ye ulaşmanın yolu 'inilti'den mi geçer? 'İnilti' 'ham'lıktan kurtulmanın bir merhalesi mi? 'Pişmek'le 'yanmak' arasında iniltinin yeri neresi..?Yürek hamsa,inilti sesi gelir mi böylesi yürekten?Yüreğe rahmet suyunun gitmesi için dertli mi olmak gerek..? Tut elimden Garibce,dilimin ulaştığı yere yüreğim,yüreğimin ulaştığı yere dilim varmıyor..
Rağbetin bol,kandilin kutlu olsun..
agam, bu yorum yazının özünden güzel olmuş yüreğine sağlık.
YanıtlaSil