Aralık’ta
müftü iken bir imamım vardı, Halit isminde. Kulağına kar suyu kaçmış balıkların
sersemliği gibi bir halet vardı üzerinde. İstanbul’a gideceğim ve şöyle
okuyacağım böyle okuyacağım diye konuşur dururdu. Halbuki orada okusa kendisini -ben dahil-
okutabilecek bir çok kimse vardı. İçinde bulunduğu imkânların farkında değildi.
Yıllardır
İstanbul’dayız. Artık İstanbul vatan-ı aslîmiz oldu. Kendi özyurdumuza
gittiğimizde –gitmek fiilini kullanışımıza dikkat edilmeli- yolcu gibi hareket
ediyoruz, namazlarımızı kısaltarak kılıyoruz. İstanbul, dışarıda olanlar için
her türlü imkânın bulunduğu yer. Taşı toprağı da altın. O yüzden gelen geliyor
ve bu göç bütün hızıyla devam edeceğe de benziyor.
Bizim
İlahiyat talebeleri açısından da baktığımız zaman İstanbul gerçekten bir
imkânlar yumağı. Hangi uçtan yakalasan saracak çok şey var. Ama bir o kadar da
dolaşık. Dışarıda olanlar bir İstanbul’a varsalar istedikleri şeyin hemen
oluvereceğini sanıyorlar. Fakat İstanbul’da olanlar her nedense bir türlü
istediklerini elde edemiyorlar. Elde edenler de yok değil hani. Fakat onlar İstanbul’u,
bir afsun değil bir imkân olarak görenler.
İmkânlar
hiçbir zaman kendiliklerinden bizi amaçlarımıza ulaştırmazlar. Aynen akıp giden
su ve zaman gibi kullanırsan kullanmış olursun, kullanmazsan kaybetmiş. Hiçbir
zaman dilimini dondurup da hıyn-i hacette kullanmak üzere yedekte tutmak mümkün
değildir. Bütün imkânlar böyledir.
Vaktinde
ve yerinde kullanmadıysan geçip gitmiştir. Sana da geriye nedamet kalmıştır.
İmkânlar
bizi yetiştirmiyor, sadece bizim yetişmemizi mümkün kılıyor.
Ah
şunu bir anlayabilme imkânımız olsaydı!
İmkânları
kullanabilme yolunda azmi cezmi kasd ile!
21.05.2012
Garibce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder