Mustafa Şeker (Üsküdarda
vaizlik ve avukatlık yapmış bir kimse) ile Ali Vehbi Cengiz (Din İşleri Yüksek
Kurulu raportörlüğünden emekli) öğrenci
iken Ermenekli Saffet Efendi’ye gitmişler ve demişler ki:
“-Hocam, duyduk ki siz
arabiyet okutuyormuşsunuz. Bize de okutabilir misiniz?”
“-Buyurun, buyurun içeri!”,
demiş ve hanımına seslenmiş:
“-Hatun, iki tane pırlanta geldi, hele sen bir sofra hazırla hele!” Ve anlatmış:
“-Hatun, iki tane pırlanta geldi, hele sen bir sofra hazırla hele!” Ve anlatmış:
1950 öncesi ben İstanbul’da
tek tek imam ve müezzinleri dolaşır ve derdim ki: “Bende bir ilim var. Ölümümle
benimle birlikte gitmesin. Gelin size o ilimleri okutayım ve bendeki bu ilmi
size emanet etmiş olayım!”. Hocalar:
“-Aman hocam, kasap et
derdinde koyun can derdinde. Şu ortamda vaziyeti görüyorsun. Nasıl olur da
böyle bir ortamda biz senin bildiğin ilimlerin tahsiline cesaret ederiz.” demişler.
Hoca devamla:
“-Şimdi ise kuzularım, siz
gelmişsiniz benim ayağıma ve benden böyle bir talepte bulunuyorsunuz. Ben size
nasıl hayır diyebilirim!” demiş ve sevincinden hüngün hüngür ağlamış efendim!
(Ravi: KB 6’da oda
arkadaşımız Ramazan Ayvallı Hoca, 09.10.2012 15.20. Haber, haber-i vâhid de
olsa büyük resmin geneline uygun düşüyorsa Garibce’nin mezhebince de makbuldür.
Bu hatıra “Hızır Elimi Öptü” başlıklı yazımızla birlikte okunursa maksat daha
da güzel hasıl olur)
O dönem ile ilgili
anlatılanlar hep birbirini teyit eden türden. Belli ki o günün Saffet hocaları
koru avuçlarında tutmuşlar, söndürmeden bir emanetçi bulabilmek için canhıraş
çalışmışlar, sönmesine ramak kala Allah imdad etmiş ve yeni talipler halk
buyurmuş. Emaneti onlar üstlenmişler.
Şimdi ise sayılarına
bereket.
Bizim artık sayı derdimiz
yok; bundan böyle vasıflı taliplere ihtiyacımız var. Sabırlı, azimli, vakarlı,
saygılı, talep ettiği ilmin asıl itibariyle değerini müdrik, bu uğurda çekilen
rıhletlerin, mihnelerin, maruz kalınan zorlukların, hatta işkence ve ölümlerin
farkında, tarihinin bilincinde, kendisine bağlanan umutları boya çıkarmanın
mesuliyeti boynunda… evet işte böyle bir nitelikli talip. İşi götürenler
geçmişte öyleydiler. Şimdi de öyleleri olacak ve tabiidir ki gelecekte de.
“Hem keyfimi yaparım, hem
bu işi yaparım…” Bu güzel, yapabiliyorsan yap. Ama şimdiye kadar böyle birileri
çıkmadı. Çıkanlar bu yolun çilesini çekenler oldu.
Biz kadir kıymet nedir
bilmiyoruz. Daha düne kadar öğrencilerimizin fakülte kapılarından içeri
alınmadığını çabuk unuttuk. Sonra örtü üstü şapka garabetini yaşadık. Şimdi ise
sükuna erdik, artık durulduk diyecektik ki bir bakmışız anlamsız takıntılarla
uğraşıyoruz.
Kimimiz takıyoruz, kimimiz
takmamayı takıyoruz. Amma illâ ki bir şeyleri takıyoruz.
Kimimiz oturduğu yere
takıyor, kimimiz durduğu yere.
Kimimiz kafasına bir şey
takıyor, kimimiz onun taktığına takıyor.
Kimisi bakıyor, kimisi
akıyor.
Hocası sınıftaki huzura
takıyor, talebesi ne istiyor diye ona bakıyor.
Kimse aradığını bulamıyor.
Çünkü çoğu aradığını bilmiyor.
Bilenler yanlış yerde
arıyor.
Ve olmuyor, olmuyor.
Şemsi hocam diyor ki takma,
zaten eskiden de böyleydi.
Ve bu bizim tesellimiz
oluyor.
Bizim oğlan bina okuyordu.
Bizim oğlan gene bina
okuyor.
Şimdi bizim kız da başladı.
O da okuyor.
Ve bunun adı istikrar oluyor.
……
Âmiiin!
11.10.2012
GARİBCE
herdogan38@.
YanıtlaSilAnlatırlardı hani,ilim yüklü hocamız ders anlatacak birilerini bulamamış da -korku veya tazyikten-girmiş ahırdaki keçilere başmamış içini boşaltmaya:'Ey keçiler!Allah'tan korkun..Korkun da birbirilerinizi toslamayın..Yarın huzuru ilahîde hesaba çekileceğinizi unutmayın..'..Ohh be..demiş..rahatlamış...