Garibce nazarında şiddete karşı olmak
anlamsız bir şey. Çünkü şiddet sıradan bir şey değil, bir sonuç.
Asıl karşı olunması gereken hususlar
o sonucu intaç eden sebepler olmalı.
Şiddet, birilerinin karşı çıkmasıyla
ortadan kalkacak, yok olacak bir şey de değil.
Tüm doğada var.
Hem terbiye aracı olarak, hem tecziye
aracı olarak tarih boyunca vardı ve günümüzde de var.
Hanelerde var.
Devletler arasında var.
Hayvanlar aleminde var.
Bitkiler aleminde var.
Var da var.
Bizim evin önünde büyük bir ceviz
ağacı vardı. Dibinde olan ne varsa hepsini boğdu, biraz uzakta olanları da
altından kovdu.
Sık ağaçlı yerlerdeki fidanlara
bakın. Ölçüsüz biçimde boyları uzuyor, enlemesine gelişemiyorlar, verimli
olamıyorlar. Öncekiler sonra dikilenlere adeta şiddet uyguluyor.
Hayvanların birbirleriyle oyunlarına
bakın. Sürünün liderliğini ele geçirme mücadelelerine bakın! Annenin
yavrularını eğitimine bakın, hepsinde şiddet var.
Ama doğada doğal olarak var olan
şiddet yerinde ve dozunda.
Önemli olan da işte budur. Şiddetin
yerinde ve dozunda kullanılması.
Askerlikte, “Asker, lütfen ayağa
kalkar mısın?, Gece nöbetine çıkar mıydınız? Sizi bulaşığa yazabilir miyiz?” üslubu gitmiyor.
Otoritesiz hayat yürümüyor. Disiplin
lazım geliyor. Kaosa son vermek ve düzen kurmak ve sürdürmek uğruna lazım geldiğinde şiddet kullanmak gerekebiliyor.
Ama ölçülü olarak ve tam yeri
geldiğinde!
Allah mü’minlerden bahsederken “Eşiddâu
ala’l-küffâr ve ruhamâu beynehum” buyuruyor. “Düşmanlarına karşı sert
ama kendi aralarında çok sevecen, şefkatli ve merhametli olurlar”, diyor. Tabi kastedilen düşman da sizin hayatınıza
kasteden, öldürmediğiniz zaman sizi öldürecek olan düşmandır. Yoksa mücerred
sizin inancınızı paylaşmıyor diye her inançsız olana şiddet uygulayacaksınız, onlara
savaş açacaksınız anlamında da anlaşılmamalı. Zulme uğradıkları, haksız yere yurtlarından
çıkarıldıkları için insanlarımıza müşrik Araplara karşı savaş etmeleri izni
verilmiştir[1]. (bk. el-Hacc 22/39-40) Bu itibarla bunu teşmil etmek baştan yanlıştır. Fetihleri de
insanları şiddet uygulayarak İslâm’a zoraki de olsa sokma çabası değil, İslâm
davetinin önündeki engelleri kaldırma amaçlı yapılan çabalar olarak görmek gerekiyor.
Günümüzde şiddet deyince merkeze
hemen kadın ve çocuk oturuveriyor. Zayıf olan, okkanın altına gidiyor. Açlıktan
ölenlerin kahir ekseriyetini çocuklar ve kadınlar oluşturuyor.
Tecavüze uğrayanların, şiddete maruz
kalanların çoğunluğunu da keza öyle onlar oluşturuyor.
Şiddet olmasın.
Şiddete karşıyız.
İyi, olmasın, ama oluyor.
Neden oluyor?
Çünkü şiddeti üreten sebepler
yeterince var da ondan!
Şiddet eskiden de vardı elbette.
Ama şimdilerde hem daha çok, hem de
daha çok ortada. Çırılçıplak, o yüzden de utanılacak bir durum oluşturuyor ve
çok rahatsız ediyor.
Bir kere doğru tespit etmek lazım:
Sadece erkekler kadınlara değil, aslında gücü yeten gücü yettiğine şiddet
uyguluyor.
Şiddete maruz kalan kadının bizzat
kendisi aynısını kendi çocuklarına ve farklı şekillerde kocasına uygulayabiliyor.
Beni anam rahmetli derede anadan üryan
çimdirirken bir eliyle kafama sabun çalardı, bir eliyle de sırtıma sırtıma şaplak
çalardı. Ne yapsın kadın, bizimle baş edemezdi. Anneleri kimse dinlemez. Köy
yerlerinde o zamanlar on beş günde bilemedin ayda bir yunak yunuyor, onda da çocuk yıkanmaya
yanaşmaz, elinin altından kaçar, zorla tutar oturturlar, o da öfkesini öyle
alır. Sen misin çimmek istemeyen ve elinin altından kaçan? Ne yapsın şimdi bu
kadın. Sevgisiz desek, değil. Sever. On tane de olsa her biri ciğer paresi,
birini diğerinden ayırt etmez. Birinin ayağına taş değse o acısını yüreğinde
duyar. Bir ağıt yakar, hepsinin adını bir bir sayar. Ama çimdirirken bir taraftan da pataklar.
Kadın, evin ekmeğini kendi yapar. On
çocuk iki de kendileri tam on iki
horanta, bir de gelip giden eksik olmaz bütün bunların günlük ekmeğini anne
olarak sen kendin yapacaksın, hamurun yarısına gelmişsin, pişirdiğin ekmeğin
sayısı ise bir türlü artmıyor. Sacın üstünden daha inmeden eller ardı ardına
uzanıyor ve sen yetiştiremiyorsun. Artık tükenmişsen, elindeki oklavayı ya da
efracı tam o sırada kim elini uzatmışsa onun kafasına indirivermişsen bu
sevgisizlikten ve şiddet severlilikten değil, bu başka bir şeyden. Bu artık
gücün tükenmesinden ve çaresizlikten…
O yüzden o çocukların çalgı yiyen ve
yarılan kafasında, şaplak yiyen tenlerinde güller bitmiş, ne bir acı ne bir ıstırap
kalmış yerlerinde.
Sorun zamanla kapanmayan dil
yaraları.
Sorun dil yaralarının kanattığı,
müstehzi, saygısız bakışların körüklediği kin ve öfke dolu taşlaşmış kalplerin
kustuğu nefret ve şiddet.
Sorun çaresizliğin çaresi olarak
görülen kin, nefret ve şiddet.
İnsanları savurdunuz, aileleri un
ufak ettiniz ve çekirdek haline getirip dört duvarın arasına tıktınız. Kadının
kocadan beklentileri var. İhtiraslar, ihtiyaçların yerini almış, adam karşılayamıyor.
Kocanın kadından beklentileri var, sabır ve tahammül istiyor, davranışlarıyla, bakışlarıyla
belki yalvarıyor, kadın adamın ellerine bakmaktan sıra bulup da başını kaldırıp
yüzüne ve gözüne bir türlü bakmıyor ki… Dolayısıyla adam da bir türlü karşılık
bulamıyor.
Bu dört duvar arasında yanlarında hiç
kimse yok. Her yerde hâzır ve nâzır olan Allah ise çoğu kez kırsal’da kalmış ve
henüz şehre tam anlamıyla getirilememiş (Hâşâ!). Dolayısıyla birbirlerinden
beklentilerini karşılayamayan, birbirini bir türlü anlayamayan iki insanın bir
hücrede hapsi gibi bir ortam kin, nefret ve şiddet üretmesin de ne üretsin.
Adamcağız, tarım toplumunun dolu
ambar gibi yıllık ekonomik güvencelerini terk ederek şehre inmiş, nevalesini
şimdi günlük kazanıyor ve poşetle eve taşıyor, artırma şöyle dursun kazancı doğru
dürüst yetmiyor. Kadın ve varsa çocuk o adamdan ekstra taleplere başlıyorlar.
Çoğu da ihtiyaç değil, ihtiras kabilinden. Çocuğun istediği bir çağdaş oyuncak,
adamın belki bir-iki aylık maaşına denk. Bu şekilde talepler ve bahaneler, ısrarlar ve savsaklamalar sonucunda işler gerilme ve kopma noktasına geliyor. Taraflar
restleşiyor. Çaresizlik son çare olarak devreye giriyor. Dil yaralarıyla gönlü paramparça
olmuş adamın kalkan yumruğu bir balyoz gibi öfke dolu kadını/ çocuğu pestil
gibi yassılamak ve pürüzsüz hale getirmek istiyor. Bir iki derken kadın / çocuk korku eşiğini de
bir aştı mı artık hiç kimseyi durdurmak mümkün olmuyor.
Huzur ve sükunun adresi olması, mutluluk
devşirilmesi için tasarlanan yuva, kemik kırma, göz morartma, et çürütme, diş
geçirme, haya sıkma ve hatta punduna getirip boğaz kesme, parçalama ve dilim
dilim dilimleme, kıyma çekme atölyelerine dönüşüyor.
Müdahil olacak hiç kimse yok mu?
Yok!
Baba dede/ anne nine varsa huzur
evlerinde. Ya da ben doğduğum yerde ölmek istiyorum diye kaldığı memleketinde.
Konu komşu! Ohooo! Onlar sizlere
ömür, komşuluk çoktaaan öldü. Hem dizilerimiz var. Komşunun kahrını kim çeker.
Evdeki başköşeye kurulmuş deccal (tv) ve kıyamet alametlerinden olan dâbbetü’l-arz
(internet) bize sosyallik olarak yetiyor da artıyor bile.
Geriye ne kaldı.
Geriye karşılıklı kin, nefret ve
öfke. Her iki taraf da yorulana kadar bu iş devam edeceğe benziyor. Kin, nefret
ve öfke öyle bir şey ki, ateşin odunu yemesi ve yedikçe kuvvetlenmesi gibi,
kolay kolay dinmiyor, teskin olmuyor, ateşlendikçe ateşleniyor, harlandıkça
harlanıyor.
Allah’ım ne olur, artık
şehirlerimize, dört duvar arası mahpushanelerimize de gel!
Sen Rahman’sın ve Rahîmsin. Sen Vedûd’sun. Sevginden, rahmet ve merhametinden bize de ver!
Sen Rahman’sın ve Rahîmsin. Sen Vedûd’sun. Sevginden, rahmet ve merhametinden bize de ver!
Başka çaremiz yok.
“Çaresizseniz çare sizsiniz!” diye
bizi kendi halimize mahkum etme anlayışına son ver. Biz seni analım, sen
bizimle ol! Ol ki, kimsesiz ve sahipsiz kalmayalım, sevginle bir olalım, diri
olalım, sevelim, sevilelim. Yüzümüze gene renk gelsin; ama mor değil, al olsun!
Gözlerimize ışık gelsin. Hayatımız umut dolsun.
Sana muhtacız! Bizi kendi halimize
koyma. Medet ya Erhame’r-Râhımîn!
25.12.2012
GARİBCE
[1] أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا
وَإِنَّ اللَّهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ [الحج : 39
hocam elinize, yüreğinize sağlık. bu konuda okuduğum en güzel, en samimi yazılardan biri. halimize nasıl da tercüman olmuşsunuz
YanıtlaSil
YanıtlaSilSalih Eser: Çok güzel bir yazı olmuş hocam, elinize sağlık. Siz bir de fakültenin eğitim derslerindeki "şiddetsizlik" özlemini görseydiniz
EldHas Historian "Her yerde hazır ve nazır olan Allah ie çoğu kez kırsalda kalmış ve henüz şehre tam anlamıyla getirilememiş."
Çok anlamlı, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir tespit.
YanıtlaSilÂrife Gümüş: Ellerinize emeğinize sağlık hocam..Allah sa'yü gayretinizi artısın. ürpererek okudum bir solukta..
Osm An: Ellerinize, yüreğinize sağlık hocam.bu konuda okuduğum en güzel, en samimi yazılardan biri. nasıl da tercüman olmuşsunuz halimize
Bu samimi ve icten yaziniz yureklerimize oyle dokundu ki. Tesekkurler
YanıtlaSilherdogan38@.
YanıtlaSilGaribce'm sağ ol..Anacığına rahmet okuttun..Aile bakanlığının el altı etmesi gereken bir çalışma...Keşke bilbordlara büyük puntolarla yazıp afişe etmek lazım...
Teşhis ve çare...Bir kitap dolusu...
Üsdat, Diyanet dergisine göndersen olmaz mı...?
Nazif Toybiyik: Kalemine sağlık hocam..hem memlekete götürdün beni eskiyi yad ettim.hem hali pür melalimizi ortaya koydun..lezzetli bir yazıydı...saf,duru,anlaşılır,sade ve kimseyi kırmadan dökmeden.anlayanlara...
YanıtlaSilZübeyir Fırat Kalemine ve gönlüne sağlık Mehmet Abi,
YanıtlaSilMahkum olmadan
Beton yığını süslü hapishanelere
Yürürdük
Lastik ayakkabılarla çamurlu yollarda
Kirlense de elbiselerimiz
Çocukluğumuzu yaşardık özgürce
Tertemiz
Seher vaktinin kokusu vururdu ruhumuza
Her yağmurda eleğe dönse de damlarımız
Loğ sesleri altında
Huzurumuz vardı
Toprak damlı evlerimizde....
Zübeyir Fırat