4 Mayıs 2013 Cumartesi

Allah’ın zıllında olmak mı Allah’ın zıllı olmak mı?



Zıll gölge demektir.  “fî zıllıllah = Allah’ın gölgesinde olmak” ifadesi muteber hadis kitaplarında çokça geçer. Allah’ın gölgesi demek O’nun himayesinden kinaye olur. Bazı rivayetlerde de  “Fî zıllı arşillah = Allah’ın arşının gölgesinde” şeklinde tamlama şeklindedir.
Düşünün mahşer dehşetini!
Güneşin yaklaştırıldığı, beyinlerin fokur fokur kaynadığı ve hiçbir gölgenin olmadığı o günde Allah’ın özel inayetine mazhar olan ve bizzat O’nun himayesi altında bu dehşetli günün çetin azabını savan, bu şekilde özel bir korunma altına alınan kimseler var.
Biz de onlardan olmayı umut ederiz. Ama belli ki bu umutla, taleple ya da iltimasla değil hak etmekle elde edilebilecek bir mertebe gibi gözüküyor.
Kimmiş bu böyle bir mazhariyete sahip kimseler. Bir de ona bakalım. Bunlar hadislerde şöyle geçiyor:
 1.Allah yolunda birbirlerini sevenler[1].
2.Haklarına razı olanlar, istenildiği zaman verenler, insanlara hükmettikleri zaman sanki kendilerine hükmediyormuş gibi davrananlar.[2]
3.Ve meşhur yedi zümre: Âdil hâkim, âdil devlet başkanı, Rabbine ibadet ve taat içinde yetişmiş genç, kalpleri mescitlere bağlı adamlar, Allah sevgisi üzere bir araya gelen ve Allah sevgisi üzere ayrılan kimseler, sağının verdiğini solu bilmeyecek şekilde gizli sadaka verenler, soylu ve güzel bir kadının çağrısına “Ben Allah’tan korkarım” diyerek hayır diyebilenler, tenhalarda Allah’ı anıp gözlerinden yaşlar boşananlar[3].
4.Hüzün hali, halleri olanlar.[4]
5.Zor durumda olanlara ödeme için mühlet verip, gerektiğinde borç senedini yırtıp alacaklarını tümüyle bağışlayanlar.[5]
Görüldüğü gibi bu mazhariyet zor da olsa her birimizin yapabileceği özelliklerdir. Ufukta bir serap gibi asla elde edilemeyecek özellikler değildir. Yani insanlar olarak işimiz ham hayale, boş ümitlere bağlı değildir. Hani iktisadiyatı bozuk ülkelerde zengin olmak bir hayal olur, o yüzden de kumar ve şans oyunları alır yürür, çünkü iş tamamen şansa kalmıştır. Oysa iktisadiyatı düzgün ülkelerde durum öyle değildir: Orada arabaların arkasına şöyle yazarlar: “Haset etme ne olur? Çalış senin de olur!”
Gelelim Allah’ın zıllı olma hikayesine:
Efendim Allah’ın zıllında, onun özel inayetinde olmak ve bunun için çalışıp çabalamak bazı insanları kesmez, bunun bir emeğe dayalı bir mazhariyet olması onları bozar. Onlar bununla yetinmezler aksine bizzat Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olmak isterler.
Buradan kendilerine bir kudsiyet alanı oluştururlar ve dokunulmazlık ve bunun sonucu olarak da haklı olarak la yüs’el amma yef’al yani sorumsuzluk payesi elde etmek isterler. Bunu bazı hallerde kişiler kendileri yapmasa bile etrafını kuşatan aveneleri yaparlar.
Bu alanda kendilerini böyle görmek isteyen iki zümre vardır. Birincisi sultanlardır. Müstebit hükümdarlar, iktidarlarını kimseyle paylaşmak istemezler ve kimseye de hesap vermek istemezler. Yaptıklarını La yüs’el bir makamdan sadır olmuş ve meşruiyetin haza ölçüsü olacak şeyler görürler ve herkesin de  itaatini bir boyun borcu olarak talep ederler. Onların elleri Allah’ın elleridir. Hz. Ebu Bekir Allah’ın değil Rasulullah’ın halifesi (ardılı) idi, bunlar böylesi bir paye ile yetinemezler, bizzat Allah’ın yeryüzündeki halifesidirler. O yüzden mutlak hakikatin temsilcileridirler, mutlak itaati hak ederler. Bir karış bile olsa itaatten ayrılan boğazındaki Allah’a olan kulluk ipini sıyırıp atmış olur ve ipsiz kalır.
Vah vah! Vah ki ne vah!
Bunlarla ilgili literatür de oluşturulmuştur[6]. Kur’an iki kapak arasına konulmuş ve Hz. Peygamber de vefat etmiş olduğuna göre bunu Kur’an’a söyletmek elbette ki imkansızdı. Ama Peygamber ne güne duruyordu. Hem onun söyleyecekleri tükenmiş de değildi. Nice mevzu hadisi şeriflerimiz vardı ve çok da iyi gidiyordu. Ulemanın “İçinde sultan kelimesi geçen her hadis uydurmadır” şeklindeki tespitleri ancak kendilerini bağlardı. Kendilerinde ise insanları bağlayacak başka bağlar vardı. İşte o bağlar nice gözleri dağlardı, nice imkanları sağlardı. İşte böyle bir ortamda sen avane-i hazele  ve dalkavuk-ı şahane ol da “Çok yaşa padişahım”, “İsabet buyurdunuz sulltanım!” deme. İşte bu iman ve inançla 1876 tarihli  ilk Kanun-ı Esasî’mize “Zât-ı akdes-i padişahî mukaddes ve gayr-ı mesuldür” deyu yazmadık mı?
Bu da nereden çıktı deyu hiçbir aksülamel oldu mu?
Olamazdı. Çünkü hiç Zıllullahi fil’ard olan Sultan’a şaşı bakmak olur muydu? İnsan çarpılırdı. Ne din kalırdı ne iman. Hafazanallah!
Kendilerinin zıllullah olduğu iddiasında olan ikinci zümre de bir takım kendilerini ehlullah olarak takdim eden ve çoğu kerametleri kendilerinden menkul zevat-ı kiram hazeratıdır. Bunların sırları takdis olunmuştur. Bunlara “Nevverallahu merâkıdehum ve madâciahum! = Allah kabirlerini ve yattıkları yerleri pür nur etsin!” şeklinde dua etmek caiz olmayabilir. Çünkü bunlar ölmezler. Bunların zahirini batınını bir bilmek lazımdır. Onlar biz her nerede olursak olalım bizi görürler, gönlümüzden geçenleri bilirler. Hatta zamandan-mekandan münezzehtirler. Bunların halleri sırdır. Ulema gibi kitaptan değil doğrudan Allah’tan ve peygamberden alırlar. O yüzden de hallerine akıl sır ermez. Akıl sır ermeyen bir konuda at koşturmak, akıl yürütmek de bizim haddimiz değildir. Bu konuda ulama birliğinin dahi söyleyebileceği bir şey yok gibi gözükür. Ama yine de onlara sormak lazımdır.
Allah Garibce kulunu affetsin.
Ey Müslümanlar. Neye inandığınıza ve neye inandırılmak istendiğinize iyi bakın. Hoş birisinin arkasına takılıp gidiyor olsanız bile Allah size iki göz vermiş, birini kapattıysanız bari öbürünü ucundan olsun açık tutun. Arada bir yoldaki levhaları da okuyun. Eğer doğru yolda iseniz zaten mesele yok. Ama levhalar, arkasına düştüğünüz kimsenin sizi yanlış bir istikamete doğru götürmekte olduğunu işaret ediyorsa, dinin genel geçer kuralları ve ilkeleri size yanlış yaptırılmakta olduğunu söylüyorsa o zaman sakın inanmayın, hemen gözünüzün açık ucunu da yumun. Siz Allah’ın yeryüzündeki tecellisinden daha iyi bilemezsiniz. İlkeler şaşar, kurallar bizi aşar. Kitaplar yanlış yazar. İnsan dediğin bir beşer. Düşmez kalkmaz bir Allah var. Bir de zıllullahi fil ard.
Sen gassal elinde meyyit ol yeter.
Yok artık o demde ne kaygı ne keder.
İnnemâ eşkû bessî ve huznî  ilallah!
Ve ufavvidu emrî ileyke ya Rabbi!
Ben bir kulum mabudum Allah!
La havle vela kuvvete illa billah!
Açım, doyur beni.
Susuzum kandır beni!
Ey bize bizden yakın!
Görünmezsin hicap nedir?
Tutulmuş sana giden bütün yollar
Bunca vize acep nedir?
Kulun eremedi sen gel, uymaz bize istiğna!
Bunca engel var, liyukarribûnâ ilallahi zülfâ.
İyyâke na’budü ve iyyâke neste’în.
İhdinâ’s-sırata’l-müstekîm.
Allah’ım! Şifa ver bî ilacım.
Lütfu inayetine muhtacım!
04.05.2013
GARİBCE




[1] مسند أحمد بن حنبل - (5 / 328)  إن المتحابين بجلال الله في ظل الله وظل عرشه يوم لا ظل إلا ظله
[2] مسند أحمد بن حنبل - (6 / 67) عن عائشة عن رسول الله صلى الله عليه و سلم انه قال : أتدرون من السابقون إلى ظل الله عز و جل يوم القيامة قالوا الله ورسوله أعلم قال الذين إذا أعطوا الحق قبلوه وإذا سئلوه بذلوه وحكموا للناس كحكمهم لأنفسهم
[3] مسند الطيالسي ( دار هجر ) - (4 / 208) عن أبي هريرة ، قال : قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : « سبعة في ظل الله يوم لا ظل إلا ظله : حكم عدل ، وإمام عدل ، وشاب نشأ بعبادة الله ، ورجل قلبه معلق بالمسجد حتى يرجع إليه ، ورجلان اجتمعا على حب الله وتفرقا على حبه ، ورجل تصدق بصدقة فأخفاها حتى لا تدري شماله ما تخفي يمينه ، ورجل دعته امرأة ذات حسب وجمال فقال : إني أخاف الله ، ورجل ذكر الله خاليا ففاضت عيناه من خشية الله عز وجل »
[4] المستدرك على الصحيحين للحاكم مع تعليقات الذهبي في التلخيص - (1 / 533) عن أبي ذر قال : قال لي رسول الله صلى الله عليه و سلم : زر القبور تذكر بها الآخرة و اغسل الموتى فإن معالجة جسد و موعظة بليغة و صل على الجنائز لعل ذلك أن يحزنك فإن الحزين في ظل الله يتعرض كل خير
[5] المعجم الكبير للطبراني - (14 / 39) "مَنْ أَنْظَرَ مُعْسِرًا، أَوْ وَضَعَ عَنْهُ، كَانَ فِي ظِلِّ اللَّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، أَوْ كَنَفِ اللَّهِ".
 الآحاد والمثاني ـ مشكول - (3 / 576)  إِنَّ أَوَّلَ النَّاسِ يَسْتَظِلُّ فِي ظِلِّ اللهِ عَزَّ وَجَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لَرَجُلٌ أَنْظَرَ مُعْسِرًا حَتَّى يَجِدَ شَيْئًا ، أَوْ يَتَصَدَّقَ عَلَيْهِ بِمَا يُطَالِبُهُ ، يَقُولُ : مَالِي عَلَيْكَ صَدَقَةٌ ، ابْتِغَاءَ وَجْهِ اللهِ تَعَالَى ، وَخَرَقَ صَحِيفَتَهُ
[6] مسند البزار 18 مجلد كاملا - (12 / 17) 5383 السلطان ظل الله في الأرض يأوي إليه كل مظلوم من عباده فإن عدل كان له الأجر ، وَكان يعني على الرعية الشكر ، وَإن جار ، أو حاف ، أو ظلم كان عليه الوزر وعلى الرعية الصبر ، وإذا جارت الولاة قحطت السماء ، وإذا منعت الزكاة هلكت المواشي ، وإذا ظهر الزنا ظهر الفقر والمسكنة ، وإذا خفرت الذمة أديل للكفار ، أو كلمة نحوها.
السنن الكبرى للبيهقي وفي ذيله الجوهر النقي - (8 / 162)  « إِذَا مَرَرْتَ بِبَلْدَةٍ لَيْسَ فِيهَا سُلْطَانٌ فَلاَ تَدْخُلْهَا إِنَّمَا السُّلْطَانُ ظِلُّ اللَّهِ وَرُمْحُهُ فِى الأَرْضِ ».

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder