Zıll
gölge demektir. “fî zıllıllah = Allah’ın
gölgesinde olmak” ifadesi muteber hadis kitaplarında çokça geçer. Allah’ın
gölgesi demek O’nun himayesinden kinaye olur. Bazı rivayetlerde de “Fî zıllı arşillah = Allah’ın arşının gölgesinde”
şeklinde tamlama şeklindedir.
Düşünün
mahşer dehşetini!
Güneşin
yaklaştırıldığı, beyinlerin fokur fokur kaynadığı ve hiçbir gölgenin olmadığı o
günde Allah’ın özel inayetine mazhar olan ve bizzat O’nun himayesi altında bu
dehşetli günün çetin azabını savan, bu şekilde özel bir korunma altına alınan
kimseler var.
Biz
de onlardan olmayı umut ederiz. Ama belli ki bu umutla, taleple ya da iltimasla
değil hak etmekle elde edilebilecek bir mertebe gibi gözüküyor.
Kimmiş
bu böyle bir mazhariyete sahip kimseler. Bir de ona bakalım. Bunlar hadislerde
şöyle geçiyor:
1.Allah yolunda birbirlerini sevenler[1].
2.Haklarına
razı olanlar, istenildiği zaman verenler, insanlara hükmettikleri zaman sanki
kendilerine hükmediyormuş gibi davrananlar.[2]
3.Ve
meşhur yedi zümre: Âdil hâkim, âdil devlet başkanı, Rabbine ibadet ve taat
içinde yetişmiş genç, kalpleri mescitlere bağlı adamlar, Allah sevgisi üzere
bir araya gelen ve Allah sevgisi üzere ayrılan kimseler, sağının verdiğini solu
bilmeyecek şekilde gizli sadaka verenler, soylu ve güzel bir kadının çağrısına
“Ben Allah’tan korkarım” diyerek hayır diyebilenler, tenhalarda Allah’ı anıp
gözlerinden yaşlar boşananlar[3].
4.Hüzün
hali, halleri olanlar.[4]
5.Zor
durumda olanlara ödeme için mühlet verip, gerektiğinde borç senedini yırtıp alacaklarını
tümüyle bağışlayanlar.[5]
Görüldüğü
gibi bu mazhariyet zor da olsa her birimizin yapabileceği özelliklerdir. Ufukta
bir serap gibi asla elde edilemeyecek özellikler değildir. Yani insanlar olarak
işimiz ham hayale, boş ümitlere bağlı değildir. Hani iktisadiyatı bozuk
ülkelerde zengin olmak bir hayal olur, o yüzden de kumar ve şans oyunları alır
yürür, çünkü iş tamamen şansa kalmıştır. Oysa iktisadiyatı düzgün ülkelerde
durum öyle değildir: Orada arabaların arkasına şöyle yazarlar: “Haset etme ne
olur? Çalış senin de olur!”
Gelelim
Allah’ın zıllı olma hikayesine:
Efendim
Allah’ın zıllında, onun özel inayetinde olmak ve bunun için çalışıp çabalamak
bazı insanları kesmez, bunun bir emeğe dayalı bir mazhariyet olması onları bozar.
Onlar bununla yetinmezler aksine bizzat Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olmak
isterler.
Buradan
kendilerine bir kudsiyet alanı oluştururlar ve dokunulmazlık ve bunun sonucu
olarak da haklı olarak la yüs’el amma yef’al yani sorumsuzluk payesi elde etmek
isterler. Bunu bazı hallerde kişiler kendileri yapmasa bile etrafını kuşatan
aveneleri yaparlar.
Bu
alanda kendilerini böyle görmek isteyen iki zümre vardır. Birincisi
sultanlardır. Müstebit hükümdarlar, iktidarlarını kimseyle paylaşmak istemezler
ve kimseye de hesap vermek istemezler. Yaptıklarını La yüs’el bir makamdan
sadır olmuş ve meşruiyetin haza ölçüsü olacak şeyler görürler ve herkesin
de itaatini bir boyun borcu olarak talep
ederler. Onların elleri Allah’ın elleridir. Hz. Ebu Bekir Allah’ın değil
Rasulullah’ın halifesi (ardılı) idi, bunlar böylesi bir paye ile yetinemezler,
bizzat Allah’ın yeryüzündeki halifesidirler. O yüzden mutlak hakikatin
temsilcileridirler, mutlak itaati hak ederler. Bir karış bile olsa itaatten
ayrılan boğazındaki Allah’a olan kulluk ipini sıyırıp atmış olur ve ipsiz
kalır.
Vah
vah! Vah ki ne vah!
Bunlarla
ilgili literatür de oluşturulmuştur[6].
Kur’an iki kapak arasına konulmuş ve Hz. Peygamber de vefat etmiş olduğuna göre
bunu Kur’an’a söyletmek elbette ki imkansızdı. Ama Peygamber ne güne duruyordu.
Hem onun söyleyecekleri tükenmiş de değildi. Nice mevzu hadisi şeriflerimiz
vardı ve çok da iyi gidiyordu. Ulemanın “İçinde sultan kelimesi geçen her hadis
uydurmadır” şeklindeki tespitleri ancak kendilerini bağlardı. Kendilerinde ise
insanları bağlayacak başka bağlar vardı. İşte o bağlar nice gözleri dağlardı,
nice imkanları sağlardı. İşte böyle bir ortamda sen avane-i hazele ve dalkavuk-ı şahane ol da “Çok yaşa
padişahım”, “İsabet buyurdunuz sulltanım!” deme. İşte bu iman ve inançla 1876 tarihli ilk Kanun-ı
Esasî’mize “Zât-ı akdes-i padişahî mukaddes ve gayr-ı mesuldür” deyu yazmadık mı?
Bu da nereden çıktı deyu hiçbir aksülamel oldu mu?
Olamazdı. Çünkü hiç Zıllullahi fil’ard olan Sultan’a şaşı bakmak olur
muydu? İnsan çarpılırdı. Ne din kalırdı ne iman. Hafazanallah!
Kendilerinin zıllullah olduğu iddiasında olan ikinci zümre de bir takım kendilerini
ehlullah olarak takdim eden ve çoğu kerametleri kendilerinden menkul zevat-ı kiram
hazeratıdır. Bunların sırları takdis olunmuştur. Bunlara “Nevverallahu
merâkıdehum ve madâciahum! = Allah kabirlerini ve yattıkları yerleri pür nur
etsin!” şeklinde dua etmek caiz olmayabilir. Çünkü bunlar ölmezler. Bunların
zahirini batınını bir bilmek lazımdır. Onlar biz her nerede olursak olalım bizi
görürler, gönlümüzden geçenleri bilirler. Hatta zamandan-mekandan
münezzehtirler. Bunların
halleri sırdır. Ulema gibi kitaptan değil doğrudan Allah’tan ve peygamberden
alırlar. O yüzden de hallerine akıl sır ermez. Akıl sır ermeyen bir konuda at
koşturmak, akıl yürütmek de bizim haddimiz değildir. Bu konuda ulama birliğinin
dahi söyleyebileceği bir şey yok gibi gözükür. Ama yine de onlara sormak
lazımdır.
Allah Garibce kulunu affetsin.
Ey Müslümanlar. Neye inandığınıza ve neye inandırılmak istendiğinize iyi
bakın. Hoş birisinin arkasına takılıp gidiyor olsanız bile Allah size iki göz
vermiş, birini kapattıysanız bari öbürünü ucundan olsun açık tutun. Arada bir
yoldaki levhaları da okuyun. Eğer doğru yolda iseniz zaten mesele yok. Ama
levhalar, arkasına düştüğünüz kimsenin sizi yanlış bir istikamete doğru
götürmekte olduğunu işaret ediyorsa, dinin genel geçer kuralları ve ilkeleri size
yanlış yaptırılmakta olduğunu söylüyorsa o zaman sakın inanmayın, hemen
gözünüzün açık ucunu da yumun. Siz Allah’ın yeryüzündeki tecellisinden daha iyi
bilemezsiniz. İlkeler şaşar, kurallar bizi aşar. Kitaplar yanlış yazar. İnsan
dediğin bir beşer. Düşmez kalkmaz bir Allah var. Bir de zıllullahi fil ard.
Sen gassal elinde meyyit ol yeter.
Yok artık o demde ne kaygı ne keder.
İnnemâ eşkû bessî ve huznî ilallah!
Ve ufavvidu emrî ileyke ya Rabbi!
Ben bir kulum mabudum Allah!
La havle vela kuvvete illa billah!
Açım, doyur beni.
Susuzum kandır beni!
Ey bize bizden yakın!
Görünmezsin hicap nedir?
Tutulmuş sana giden bütün yollar
Bunca vize acep nedir?
Kulun eremedi sen gel, uymaz bize istiğna!
Bunca engel var, liyukarribûnâ ilallahi zülfâ.
İyyâke na’budü ve iyyâke neste’în.
İhdinâ’s-sırata’l-müstekîm.
Allah’ım! Şifa ver bî ilacım.
Lütfu inayetine muhtacım!
04.05.2013
GARİBCE
[2] مسند أحمد بن حنبل - (6 /
67) عن عائشة عن رسول الله صلى الله عليه و سلم
انه قال : أتدرون من السابقون إلى ظل الله عز و جل يوم القيامة قالوا الله ورسوله أعلم
قال الذين إذا أعطوا الحق قبلوه وإذا سئلوه بذلوه وحكموا للناس كحكمهم لأنفسهم
[3]
مسند
الطيالسي ( دار هجر ) - (4 / 208) عن أبي هريرة ، قال : قال رسول الله صلى الله عليه
وسلم : « سبعة في ظل الله يوم لا ظل إلا ظله : حكم عدل ، وإمام عدل ، وشاب نشأ بعبادة
الله ، ورجل قلبه معلق بالمسجد حتى يرجع إليه ، ورجلان اجتمعا على حب الله وتفرقا على
حبه ، ورجل تصدق بصدقة فأخفاها حتى لا تدري شماله ما تخفي يمينه ، ورجل دعته امرأة
ذات حسب وجمال فقال : إني أخاف الله ، ورجل ذكر الله خاليا ففاضت عيناه من خشية الله
عز وجل »
[4] المستدرك على الصحيحين للحاكم
مع تعليقات الذهبي في التلخيص - (1 / 533) عن
أبي ذر قال : قال لي رسول الله صلى الله عليه و سلم : زر القبور تذكر بها الآخرة و
اغسل الموتى فإن معالجة جسد و موعظة بليغة و صل على الجنائز لعل ذلك أن يحزنك فإن الحزين
في ظل الله يتعرض كل خير
[5] المعجم الكبير للطبراني -
(14 / 39) "مَنْ
أَنْظَرَ مُعْسِرًا، أَوْ وَضَعَ عَنْهُ، كَانَ فِي ظِلِّ اللَّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ،
أَوْ كَنَفِ اللَّهِ".
الآحاد والمثاني ـ مشكول -
(3 / 576) إِنَّ أَوَّلَ النَّاسِ يَسْتَظِلُّ فِي ظِلِّ اللهِ
عَزَّ وَجَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لَرَجُلٌ أَنْظَرَ مُعْسِرًا حَتَّى يَجِدَ شَيْئًا
، أَوْ يَتَصَدَّقَ عَلَيْهِ بِمَا يُطَالِبُهُ ، يَقُولُ : مَالِي عَلَيْكَ صَدَقَةٌ
، ابْتِغَاءَ وَجْهِ اللهِ تَعَالَى ، وَخَرَقَ صَحِيفَتَهُ
[6]
مسند البزار 18 مجلد كاملا - (12 / 17) 5383 السلطان
ظل الله في الأرض يأوي إليه كل مظلوم من عباده فإن عدل كان
له الأجر ، وَكان يعني على الرعية الشكر ، وَإن جار ، أو حاف ، أو ظلم كان عليه الوزر
وعلى الرعية الصبر ، وإذا جارت الولاة قحطت السماء ، وإذا منعت الزكاة هلكت المواشي
، وإذا ظهر الزنا ظهر الفقر والمسكنة ، وإذا خفرت الذمة أديل للكفار ، أو كلمة نحوها.
السنن الكبرى للبيهقي وفي ذيله
الجوهر النقي - (8 / 162) « إِذَا مَرَرْتَ بِبَلْدَةٍ لَيْسَ فِيهَا سُلْطَانٌ فَلاَ تَدْخُلْهَا
إِنَّمَا السُّلْطَانُ ظِلُّ اللَّهِ وَرُمْحُهُ فِى الأَرْضِ ».
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder