Bu metin, Şah Veliyyullah’ın, Huccettullahi’l-bâliğa
adlı eserinin 69-72 sayfalarından bazı tasarruflarla çevrilerek hazırlanmıştır.
Bu konuda Allah
Teâlâ şöyle buyurur:
“Biz amaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de
onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan
yüklendi; (bununla beraber onun hakkını tam yerine getirmedi). Çünkü o zâlim,
çok cahildir”[1].
Gazzâlî, Beydâvî gibi bilginler emanet hakkında şu
açıklamayı yapmışlardır: Emanet, tâat ve isyan karşılığında sevap ve azabı göze
alarak yükümlülük altına girmek, sorumluluğu üstlenmektir. Emanetin göklere ve
yere arzından maksat, onların yeteneklerinin dikkate alınmasıdır.
Kaçınmalarından maksat ise, liyakatsiz olma, sorumluluğa kabiliyetli bulunmama,
tabiî yapılarının buna elvermemesi anlamında kaçınmadır. İnsanın yüklenmesinden
kasıt da, ona liyakat ve kabiliyetinin bulunmasıdır.
Buna göre âyette geçen, “Çünkü o çok zâlim, çok
cahildir” ifadesi yükümlülüğün gerekçesini bildirmektedir. Çünkü zâlim,
âdil olmayan, fakat âdil olma imkânı bulunan kimsedir. Câhil de, bilgi sahibi
olmayan; fakat bilgilenme imkânı bulunan kimsedir. İnsanoğlu dışında kalan
diğer yaratıklar bu özelliğe sahip değildir. Onlar, ya bilgi sahibi ve
âdildirler; kendileri için asla cehalet ve zulüm söz konusu olamaz. Melekler
böyledir. Ya da âdil değillerdir, ayrıca âdil olabilecek özelliğe de sahip
değillerdir. Hayvanlar da böyledir. Şu halde
yükümlülüğe liyakati olan ve onun için gerekli kabiliyete sahip olan, (melekler
gibi) bilfiil değil bilkuvve (yani potansiyel) kemâle sahip bulunan varlıktır
ki, bu da insandır.
Konunun daha açık bir hal alması için önce meleklerin
hallerine bakalım: Onlar, isteklerden soyutlanmışlardır; bu itibarla ne açlık,
susuzluk, korku, üzüntü… gibi hayvânî gücün tefrit hali, ne de şehvet, öfke,
kendini beğenme gibi ifrat hali onları etkilemez, beslenmek, büyümek gibi
şeyler onları ilgilendirmez. Onlar her an kendilerine yukarıdan inecek olan
şeylere yönelik beklenti halinde bulunurlar. (…) Onlar, kendilerine ait hiçbir
arzu ve istek taşımazlar, ilâhî irade içerisinde kendi benliklerini yok
ederler.
Bir de hayvanların hallerine bakalım: Hayvanlar aşağılık
duygularla donanmıştır. Onlar devamlı olarak süflî tabiatlarının gereği
doğrultusunda hareket ederler ve onlar içerisinde kendilerini kaybederler.
Onlar bir şeye yönelmişlerse, bu mutlaka hayvânî bir güdünün ya da kendi
tabiatlarının gereği olan insiyaklarla meydana gelir.
İnsana gelince; Allah Teâlâ, yüce hikmetinin gereği olmak
üzere insanı iki yönlü yaratmıştır:
a) Melekî yönü: Bu, insanın sahip olduğu ve melekler
âlemiyle müşterek bulunduğu ulvî yönünü teşkil eder.
b) Hayvanî yönü: Bu, da insanın diğer canlılarla
müşterek olan süflî yönünü oluşturur.
İnsanın bu iki yönü arasında sürekli bir çekişme hali
vardır. Melekî yön, insanı yücelere doğru çekerken, hayvanî yön onu süflî âleme
doğru çeker. Hayvânî güç belirgin hal alır ve etkisini gösterirse, melekî yön
gizlenir. Melekî yön galebe çalarsa, hayvanî yön siner ve etkisini kaybeder.
Allah Teâlâ, ilke olarak bunlardan hangisi üstün gelirse,
onu diğerine egemen kılmaktadır. Dolayısıyla hayvânî güç galebe çalarsa, Allah
Teâlâ onu destekler ve ona münasip olan şeyi kendisine kolaylaştırır. Melekî
kuvvet üstün gelirse bu kez de onu destekler ve kendisine uygun olan şeyi onun
için kolaylaştırır. Nitekim Allah Teâlâ, bu meyanda şöyle buyurmaktadır:
“Kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz
de onu en kolaya hazırlar, onda başarılı kılarız. Kim cimrilik edip vermez,
kendini zengin sayıp Hakk’a boyun eğmez, en güzeli de yalanlarsa, biz de ona en
zoru kolaylaştırırız”[2].
“Hepsine; dünyayı isteyenlere de, âhireti isteyenlere de,
Rabbinin ihsanından, ayırt etmeksizin veririz. Rabbinin
ihsanı kısıtlanmış değildir”[3].
İnsanın melekî ve hayvanî yönleri, hem hazlara hem de
elemlere açıktır. Haz duyması, kendisine uygun olanı idrak etmesi; elem ise,
ters düşen şeyi tatmasıdır.
Nasıl ki, bedeninde uyuşturucu kullanan kimse, ateşin
yakıcılığını hissetmez, uyuşturucunun etkisi azalıp da eski tabiî haline
döndüğü zaman, acıyı son derece şiddetli bir şekilde hissederse, insan da
öyledir. Hayvanî yönün melekî yöne galebe çalması halinde, şu anda hissedilmeyen
elem ve ızdıraplar sonradan ortaya çıkar.
İnsanı, insan olarak yaratan Yüce Allah, bu iki gücün
dengelenmesini istemektedir. Bunun için de peygamberler aracılığıyla ilahî
mesajlar göndermiş ve insanın hem melekî yönünü hem de hayvanî yönünü ihmal etmeyecek
bir hayat tarzı öngörmüştür.
Kısaca insan, sorumluluğa elverişli yaratılışıyla lisan-ı
hal ile Yüce Allah’a arzuhalde bulunmuş, melekî yönüne uygun düşecek şeyleri
kendisine vacip kılmasını, sonra bunlara riayetinden dolayı kendisini
ödüllendirmesini; hayvanlık derekesine düşürecek şeyleri kendisine
yasaklamasını ve şayet işlerse kendisini cezalandırmasını istemiştir.
Şu halde sorumlu kılınışımızın sebebi, akıl, irade gibi
bizleri ayrıcalıklı kılan özelliklere sahip olan fıtrî yapımız, sorumluluğa
olan ehliyetimizdir.
Dua ile!
04.05.2013
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder