4 Mayıs 2013 Cumartesi

İNSANOĞLUNUN YÜKÜMLÜLÜĞÜ


 

Bu metin, Şah Veliyyullah’ın, Huccettullahi’l-bâliğa adlı eserinin 69-72 sayfalarından bazı tasarruflarla çevrilerek hazırlanmıştır.
 Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Biz amaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi; (bununla beraber onun hakkını tam yerine getirmedi). Çünkü o zâlim, çok cahildir”[1].
Gazzâlî, Beydâvî gibi bilginler emanet hakkında şu açıklamayı yapmışlardır: Emanet, tâat ve isyan karşılığında sevap ve azabı göze alarak yükümlülük altına girmek, sorumluluğu üstlenmektir. Emanetin göklere ve yere arzından maksat, onların yeteneklerinin dikkate alınmasıdır. Kaçınmalarından maksat ise, liyakatsiz olma, sorumluluğa kabiliyetli bulunmama, tabiî yapılarının buna elvermemesi anlamında kaçınmadır. İnsanın yüklenmesinden kasıt da, ona liyakat ve kabiliyetinin bulunmasıdır.
Buna göre âyette geçen, “Çünkü o çok zâlim, çok cahildir” ifadesi yükümlülüğün gerekçesini bildirmektedir. Çünkü zâlim, âdil olmayan, fakat âdil olma imkânı bulunan kimsedir. Câhil de, bilgi sahibi olmayan; fakat bilgilenme imkânı bulunan kimsedir. İnsanoğlu dışında kalan diğer yaratıklar bu özelliğe sahip değildir. Onlar, ya bilgi sahibi ve âdildirler; kendileri için asla cehalet ve zulüm söz konusu olamaz. Melekler böyledir. Ya da âdil değillerdir, ayrıca âdil olabilecek özelliğe de sahip değillerdir. Hayvanlar da böyledir. Şu halde yükümlülüğe liyakati olan ve onun için gerekli kabiliyete sahip olan, (melekler gibi) bilfiil değil bilkuvve (yani potansiyel) kemâle sahip bulunan varlıktır ki, bu da insandır.
Konunun daha açık bir hal alması için önce meleklerin hallerine bakalım: Onlar, isteklerden soyutlanmışlardır; bu itibarla ne açlık, susuzluk, korku, üzüntü… gibi hayvânî gücün tefrit hali, ne de şehvet, öfke, kendini beğenme gibi ifrat hali onları etkilemez, beslenmek, büyümek gibi şeyler onları ilgilendirmez. Onlar her an kendilerine yukarıdan inecek olan şeylere yönelik beklenti halinde bulunurlar. (…) Onlar, kendilerine ait hiçbir arzu ve istek taşımazlar, ilâhî irade içerisinde kendi benliklerini yok ederler.
Bir de hayvanların hallerine bakalım: Hayvanlar aşağılık duygularla donanmıştır. Onlar devamlı olarak süflî tabiatlarının gereği doğrultusunda hareket ederler ve onlar içerisinde kendilerini kaybederler. Onlar bir şeye yönelmişlerse, bu mutlaka hayvânî bir güdünün ya da kendi tabiatlarının gereği olan insiyaklarla meydana gelir.
İnsana gelince; Allah Teâlâ, yüce hikmetinin gereği olmak üzere insanı iki yönlü yaratmıştır:
a) Melekî yönü: Bu, insanın sahip olduğu ve melekler âlemiyle müşterek bulunduğu ulvî yönünü teşkil eder.
b) Hayvanî yönü: Bu, da insanın diğer canlılarla müşterek olan süflî yönünü oluşturur.
İnsanın bu iki yönü arasında sürekli bir çekişme hali vardır. Melekî yön, insanı yücelere doğru çekerken, hayvanî yön onu süflî âleme doğru çeker. Hayvânî güç belirgin hal alır ve etkisini gösterirse, melekî yön gizlenir. Melekî yön galebe çalarsa, hayvanî yön siner ve etkisini kaybeder.
Allah Teâlâ, ilke olarak bunlardan hangisi üstün gelirse, onu diğerine egemen kılmaktadır. Dolayısıyla hayvânî güç galebe çalarsa, Allah Teâlâ onu destekler ve ona münasip olan şeyi kendisine kolaylaştırır. Melekî kuvvet üstün gelirse bu kez de onu destekler ve kendisine uygun olan şeyi onun için kolaylaştırır. Nitekim Allah Teâlâ, bu meyanda şöyle buyurmaktadır:
“Kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlar, onda başarılı kılarız. Kim cimrilik edip vermez, kendini zengin sayıp Hakk’a boyun eğmez, en güzeli de yalanlarsa, biz de ona en zoru kolaylaştırırız”[2].
“Hepsine; dünyayı isteyenlere de, âhireti isteyenlere de, Rabbinin ihsanından, ayırt etmeksizin veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir”[3].
İnsanın melekî ve hayvanî yönleri, hem hazlara hem de elemlere açıktır. Haz duyması, kendisine uygun olanı idrak etmesi; elem ise, ters düşen şeyi tatmasıdır.
Nasıl ki, bedeninde uyuşturucu kullanan kimse, ateşin yakıcılığını hissetmez, uyuşturucunun etkisi azalıp da eski tabiî haline döndüğü zaman, acıyı son derece şiddetli bir şekilde hissederse, insan da öyledir. Hayvanî yönün melekî yöne galebe çalması halinde, şu anda hissedilmeyen elem ve ızdıraplar sonradan ortaya çıkar.
İnsanı, insan olarak yaratan Yüce Allah, bu iki gücün dengelenmesini istemektedir. Bunun için de peygamberler aracılığıyla ilahî mesajlar göndermiş ve insanın hem melekî yönünü hem de hayvanî yönünü ihmal etmeyecek bir hayat tarzı öngörmüştür.
Kısaca insan, sorumluluğa elverişli yaratılışıyla lisan-ı hal ile Yüce Allah’a arzuhalde bulunmuş, melekî yönüne uygun düşecek şeyleri kendisine vacip kılmasını, sonra bunlara riayetinden dolayı kendisini ödüllendirmesini; hayvanlık derekesine düşürecek şeyleri kendisine yasaklamasını ve şayet işlerse kendisini cezalandırmasını istemiştir.
Şu halde sorumlu kılınışımızın sebebi, akıl, irade gibi bizleri ayrıcalıklı kılan özelliklere sahip olan fıtrî yapımız, sorumluluğa olan ehliyetimizdir.
Dua ile!

04.05.2013
GARİBCE


[1] Ahzâb 33/72-73.
[2] Leyl 92/5-10.
[3] İsrâ 17/20.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder