Araplar, “el-Hîle bintü’l-hâce” derler. Hile, çare anlamındadır. “İhtiyaç, kendi çözümünü, gerekli kurumlarını
da üretir” anlamında bir sözdür.
Türkler at sırtında yaşadıkları için pantolonu
onlar bulmuş. Bu büyük buluşu ben çok geç öğrendim. Çünkü etek ile ata
binilmez. Şalvarın dahi peyki at binmeyi zorlaştırır. Bu iş için en iyi çözüm pantolon
giymektir.
Tarih
boyu kredi ihtiyacı beyu’l-îne, bey bi’l-vefâ, bey bi’l-istiğlâl, para faizsiz
tarla icarsız, muamele-i şeriyye gibi bir çok yolu –riba yasağı sebebiyle- uygulamaya
sokmuş ve bunlar nazari olarak da ele alınmış ve literatüre girmiştir.
Güvenlik
ihtiyacı ve riskin paylaşılması anlayışı akile ve benzeri kurumları ortaya
çıkarmış ve çeşitli aşamalardan evrilerek sigorta şirketlerinin vücut
bulmasına, emeklilik sistemlerinin oluşmasına sebebiyet vermiştir.
Mübadele
ihtiyacı her zaman varlığını dayatmış ve bu ihtiyacın karşılanması için trampa
usulü ve altın ve gümüşten başlayarak, mangır (fels), kâime (altın ve gümüş
yerine geçmek üzere kullanılan ilk kağıt para sayılabilecek senetler) ve
zamanla tamamen itibari bir değerden ibaret olan kağıt paralar ve arkasından
kaydî para dönemi, kredi kartları bu ihtiyacı karşılamak için vücut bulmuş,
devrini tamamlayan sahneden çekilip, yerini yeni olanlara devretmiştir. Şimdi
de yakında akıllı cep telefonları devreye girecek deniyor…
Aile
ve üyeleri arasında iş bölümü hep olagelmiş ama roller ve görevler zamanla
farklılık arzedebilmiştir.
Üreme
hala bir erkek ve dişinin varlığına ihtiyaç göstermektedir.
Annelik,
doğurma özelliğini hâlâ tekelinde tutan kadına özgü olmaya devam etmektedir.
Yarın fıtratın çığlığının çanına ot basılır da kuluçka makinelerini andıran
kurumlar çıkarsa hiç şaşmamak lazımdır.
Yeni
doğanı doyuracak süt, annelerin göğüslerine emanet edilmiştir. Çocukla birlikte
rızkı da eş zamanlı oluşmaktadır. Anne yoksa ya da sütü yeterli değilse bir
sürü şirket mama üretimi için rekabet halindedir.
İsterseniz
hep birlikte geçmişe bir yolculuk yapalım. Mekke pazarına gidelim ve seyrü
temaşa edelim. Badiyeden kadınlar
gelmiş, geçimlerine medar olabilecek bir müşteri bulabilirler mi ümidiyle yenidoğanlarını
getirmiş insanlarla pazarlıklar halindedirler. Sebepleri farklı olabilir ama adet
böyledir: Çocuklar kendilerini doğuran kadınlardan alınır ve badiyede yaşayan
onu emzirebilecek ve ona bakabilecek evsafta kadınlara emanet edilirdi. Bu
arızî bir durum da değildi. Genelde her çocuğun başına gelen bir şeydi. Pazara
Halime de gelmişti. Arık eşeği belki de arkada kalmasına sebep olmuştu. Pazara
ulaştığında varlıklı ailelerin çocuklarının çoktan alınıp obalara götürüldüğünü
anlamış ve sadece kendi şansına bir yetimin kaldığını görmüştü. Hiç yoktan iyi
diyerek, görünce akındığı bu sabiyi bağrına basmış ve kendi yurduna götürmüştü.
Halime
artık onun emziren annesiydi, doyuran annesiydi, her türlü vücut bakımını yapan
annesiydi. Birlikte büyüdükleri Şeyma kızkardeşi olmuştu. Halime’nin her bir
yakını onun da yakını halini almıştı.
İmdi
böylesine emdiği sütüyle doyan, kucağında, himaye ve gözetiminde büyüyün bir
çocuğun o aileden biriyle evlenmesi, kendi öz ailesinin bir üyesi ile evlenmesi
gibiydi ve insanî hiçbir erdemle izahı kabil olmayan bir şeydi.
İslam,
işte böyle bir kurumu benimsemiş ve Halime gibi körpe bir yavruyu alıp emziren,
besleyip büyüten kadını ve onun birinci derecede yakınlarını haram kılmıştı. Bu
haramlık, saygıya dayalı bir haramlıktır. Malum olduğu gibi haramların bir
kısmı necaseti sebebiyle iken diğer bir kısmı kerameti sebebiyledir. Domuzun
eti yenmez necasetinden dolayı. İnsanın eti de yenmez ama kerametinden dolayı.
Bu
itibarla bu haramlığın asıl saikının hürmet ve keramet olduğu anlaşılıyor.
Bizim
Türkler gibi kendi doğurduğu yavrusunu emzirmeyi kendisi için bir vazife ve
aynı zamanda bir şeref bilen kadınların bulunduğu kavimlerde belki bir sütanneliği
müessesesi yoktur. Ama bu gibi
toplumlarda da bu kez öksüz kalmış ya da anne sütünden yoksun kalmış yenidoğanların,
aileden, oymaktan aynı yaşta başka bir çocuğun annesi tarafından emzirilmesi
nadir de olsa bir olgu olarak var olan bir durum olmuştur.
İmdi
kentleşme ve göç olgusu kişileri kendi oymaklarından, öz yurtlarından ayırıp
koparınca, yan yana dizilmiş evler ve birbiri ile birlikte büyüyen yaşıt
çocuklar bu yeni durumla birlikte kaybolunca geleneksel bir kurum olarak süt
anneliği ve nadir de olsa kendi yavrusunu emziren bir annenin yaşıt öksüz başka
bir çocuğu da emzirmesi gibi durumlar imkan alanını kaybetti.
Şimdi
artık sütanneler yok. Yeni doğanlar sadece kendi annelerinin emzirme imkanına
mahkum haldedirler. Eğer onların başına bir şey gelirse ya da sütleri daha ilk
günlerden itibaren azalır, yeterli olmaz ya da tümden kesilirse, bu çocukların
anne sütüyle büyüme şansları da böylece bitmiş oluyordu. Artık hangi mama daha
iyidir, ya da hangi hayvan sütü daha yararlıdır şeklinde bir arayışın içine
giriliyordu.
Sütanneliğin
bir kurum olarak ya da bireysel olarak yokluğa müncer olması gerçekten
yenidoğanların anne sütüne olan ihtiyaçlarını da yok edip ortadan kaldırdı mı?
Üretilen mamalar bu ihtiyacı tam anlamıyla karşıladı mı?
Eğer
bu soruya cevabınız evet ise mesele zaten çözülmüş, ortada bir sorun yok
demektir.
Ama
cevabımız “Maalesef hayır, bu çocukların anne sütüne olan ihtiyaçları aynen devam
etmektedir. Ama ne yapalım ki çaresizliğin bir çaresi olarak elimizdeki
imkanlarla yetinmek zorundayız” diyorsanız, ben de derim ki “Hiç merak etmeyin,
eğer gerçekten içinde bulunduğumuz durum sahici bir ihtiyaç ise ve bu ihtiyaç
eşdeğer ya da daha iyi derecede başka ikame tedbirlerle karşılanamamışsa
duyulan bu sahici ihtiyaç mutlaka ama mutlaka kendi çözümünü de beraberinde
getirecektir.
Süt
bankası arayışları işte bu ihtiyacın çocuğunun ayak sesleridir.
İnsanların
doğasında muhafazakarlık hep var olagelmiştir. Değişimin kendi varlıklarına
yönelik bir tehdit içerebileceği korkusu, genelde içine kapanma ve yenilikler
karşısında tavır alma gibi bir davranışı ortaya çıkarmıştır. Ama zamanla karşı çıkılan yenilikleri kişi gördükçe
gördükçe, daha bir yakından tanıdıkça duyulan endişelerin bir çoğunun yersiz
olduğu anlaşılmaktadır. Üstelik vaktiyle yenilik olarak görülen ve karşı
çıkılan şeyler çok geçmeden geleneksel yapının bir parçası halini almakta ve bu
kez insanlar onu korumanın muhafazakarlığı içine girmektedirler. Şapkayı
giydiği zaman gavur olacağından korkan Anadolu halkının bundan birkaç on yıl
öncesinde şapkayı başından çıkarmayı mürüvvete aykırı görmesi örneği gibi.
Duamız
dualarınızla bir olsun!
Gözümüz
gören göz, yüzümüz Hakk’a tutulan yüz olsun!
28.02.2013
GARİBCE
herdogan38@.
YanıtlaSilKonunun gereği tamam, lakin çekinceler ve tedbirler konusundaki mülahazalarda görüş serdetmemişsiniz..
EldHas Historian acaba o zaman bankadan alınan sütten sıhriyet doğmuyor mu. bakıcı annelik kaydından dolayı.
YanıtlaSilNurullah Aydeniz hocam anne sütünün çocuk üzerinde bir etkisi yok mu?. süt kardeşlerin evliliğinin haramlığı sadece süt emziren anneye, o aileye ve orada birlikte geçirilen zamana saygıya mı bağlıdır?. şayet ikincisi kabul edilirse (bir önceki yazınız) evde kalmış kızın derdini çeken abiye, amca oğlu yanında ikinci bir seçenek daha sunulmuş olmuyor mu? ve aynı zamanda "süt kardeş" ifadesini de literatürden kaldırıyor. yazılarınızı ilgiyle okumaya çalışıyorum ve gerçekten çok istifade ediyorum. saygılarımla