Bizim
peygamberimiz son peygamberdir. Arkasından başka bir peygamber gelmeyecektir. Herkes
bunu böyle bile ve kimse kendisine durumdan vaziyet çıkarmaya yeltenmeye.
Asra
yemin olsun ki bu böyle ve aksi, insanlık birikimine hakaret olur.
Madem
daha peygamber gelmeyecektir öyle olunca kıyamete dek bu şeriatı sürdürecek
olan kurumlar olmalıdır.
Ulema,
peygamber işlevini sürdürecek varislerdir.
“Peygamber,
Şâri idi öyle ise ulema da şâridir. Yani din koyucularıdır.”
Bunu
diyemeyiz. Ama nasıl ki peygamber kendisine buyrulanı duyurdu ve açıkladı,
öğretti ve uyguladı ise, ulema da peygamberden devralmış oldukları mirasa sahip
çıkarak onu yeni nesillere duyurmak, açıklamak ve uygulamak durumundadırlar.
Daha
önce şeraitler belirli bir kavme ve zamana ait idiler. Arkadan gelen nebiler,
önceki Rasûllerin şeriatlarını teyit ediyor ve gerektiği halde de güncelliyorlardı.
Bizim
şeriatımızda öne çıkan özellik, somut hükümlerin arkasında zamanla ortaya
çıkarılmış olan ilke ve esasların hakimiyetidir. Yani şeriat, kıyamete kadar
varlığını ve evrenselliğini işte bu ilke ve esaslar doğrultusunda ve ulemanın
dönüştürücü işlevi sayesinde kazanır ve sürdürebilir.
Sistem
aynı sistem, ilke ve esaslar aynı ilke ve esaslar, ancak bunların
güncellenmesi, zamanın ruhuna uygun hale getirilmesi (update edilmesi) söz konusu
olacaktır. Aksi takdirde zamansallık ve mekansallık etkisini icra edecek ve aynı
zamanda bir hukuk da olarak İslam’ı hayatımızın dışına itecektir.
Bidayette
önemli olan Hz. Peygamber’in varlığıdır.
O,
yaşadığı dönemde bilfiil hayatın içinde bir beşer olarak mevcudiyeti haizdi ve inananlar
onun varlığına göre hiza alıyorlardı.
Peki,
daha sonrakiler ne ve nasıl yapacaktı?
İşte
bu noktada arayışlar belirdi.
Kimilerine
göre Hz. Peygamber ölemezdi, o hep vardı ve var olmaya devam edecekti.
Kur’an’ın
onun ölümlü olduğunu ve herkes gibi onun da öleceğini söylemiş[1]
olmasına rağmen kimileri onu öldürmedi. Onu yaşatmaya devam etti. O kabrinde ya
da başka bir boyutta yaşamaya devam ediyordu. Hem bizim peygamberimiz sözgelimi
Hz. İsa’dan neden geri kaslındı ki. İsa ölmediyse, Hz. Peygamber hiç ölmezdi.
“Adının,
Adı ile bile yazılmış olması” yetmezdi. Varlığı da varlığı gibi olmalıydı. İşi
şirke kadar götüren bir sürü inanç biçimi böylece Müslümanlar arasında yer
bulmuştu.
Oysa
Hz. Peygamber de bir beşerdi ve diğer insanlar gibi ölümlüydü ve de ölmüştü.
Dinin vâzıı bir kere o değildi. Vâzı olan Allah, Hay ve kâdir-i mutlak olarak hükmünü
bizim üzerimizde de sürdürüyor.
Bu
din tamama erdirilmişti. Eksik bir tarafı mı kalmıştı ki Hz. Peygamber’in ilelebet
varlığı zorunlu olsundu. Din tamamlanmıştı ve kemale ermişti. “Arabî-Ümmî” bir
olgusallık üzerinden ilkeler vazedilmiş, esaslar belirlenmişti.
Aynı
ilke ve esaslar kıyamete kadar da var olacaktı ve insanlığın ihtiyacına kefil
olan din de esasen bunlardan ibaretti.
Ve
bu din hayatın içinde ve hayatla kol kola yol alarak insanlığa huzur ve saadet
getirecekti. Hayatı zorlaştırmayacak kolaylaştıracaktı ve ona anlam kazandıracaktı.
Yeter ki ulema kendisine düşen vazifeyi bihakkın yapabilsindi.
Ulema
yoksa, yetkin değilse, bihakkın görevini ifa edememişse bunun tabii sonucu
olarak dinin hayattan dışlanması olacaktır.
Bunun
çaresi Hz. Peygamber’i sözde yaşatmak değildir. Gerçek din âlimleri yetiştirmek
ve ondan tevarüs ettiğimiz ilke ve esasları hayata egemen kılmaktır.
Bu
yol terk edilirse, hayatımıza bu dinin ilke ve esasları hâkim kılınmazsa, o
zaman meydan ilmini bizzat ve doğrudan peygamberden aldığını iddia edenlere,
hayatı düşe yatarak yönlendirmeye kalkışanlara kalır.
Şeytanlar
yolumuzu keser.
İslam’ın
bir fıkıh medeniyeti olması ve fıkhın da temellerini Kitab ve Sünnet’in oluşturması, ümmet-i merhumenin bu durumdan gaflet
içinde olmadığının en büyük delilidir.
Peygamberimiz
aramızda yaşıyor olmayabilir. Ama onun tuttuğu yol bizim de yolumuzdur.
Yolun
sonunda aynı yerde buluşacak olmamız yetmez mi?
Dua
ile!
28.06.2013
GARİBCE
[1] إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُمْ مَيِّتُونَ
(30) ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ
(31) [الزمر : 30 ، 31]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder