Bir
Ramazan günüydü.
Artık,
tesbih gibi elinden düşürmeyip bakmayı vird edindiği akıllı telefonunu gene
eline aldı dakikalarca baktı. Baktıkça yüzü geriliyor, sinirleri artıyordu. Her
yerden silah ve kan kokusu geliyordu. Ciğer göğünmelerinin konursusu yürekleri burkuyordu.
Gezi
olayları yüzünden günlerce hiçbir şey yapamamıştı. Suriye’de akan kan oluk
oluktu. Şimdi bir de Mısır çıkmıştı. Beterin beteri vardı. Masum kalabalıkların
üzerine ordu sahici mermilerle ateş
ediyor, iki yüz kişi ölüyor ve yüzlercesi ağır olmak üzere binlercesi yaralanıyordu. Üstelik ölenler
nişan alınarak vuruluyordu. Vuran ordu, milletin kendi öz ordusu görünüyordu.
Feys’de
yüzler gülmüyordu. Tivit’te keza kin ve nefret yağıyordu. Herkes birbirine
lanet yağdırıyordu.
Böyle
bir dünyada yaşıyordu. Olmasına müstazafların yanındaydı ama yaptığı bir şey de
yoktu. Dua ediyordu ya. Daha ne yapsındı. Dua en güçlü silahtı.
Bir
oruç mevsimindeydi ve huzuru yoktu. Huzuru bozacak o kadar şey vardı ki,
bunların arasından sıyrılıp huzuru bulması mümkün değildi.
Bir
yanda genç kraliçe doğum yapmış diye bütün medya ona kilitlenmişti. Bir yanda
savaşlar yüzünden ölen sayısız çocuk vardı, hala dünyada açlıktan ölenlerin
sayısı milyonlarla ifade ediliyordu ama varlıkları ile yoklukları arasında kayda değer bir durum olmadığı için onlar habere
konu olmuyordu.
Sılayı
rahim ömrü uzatır diye duymuştu. Çoktandır gitmediği memleketini özledi.
Sırayla birkaç kardeşini aradı. Cevap veren olmadı. Herhalde işte güçte idiler,
dedi. Sahi oruç da tutuyorlar mıydı? Ne de olsa ağır işleri vardı ve günler çok
uzundu. Sonra eski zamanları hatırladı. Ekin biçimi mevsimine denk gelen oruçları…
İnsanlar oruçlarını tutarlardı. Zaten orucun bir albenisi de vardı. Kendisini
tuttururdu zahir.
Bir
süre sonra telefonu bir kez çaldı. Az
önce aradığı kızkardeşi kendisine dönmüştü. Belki kontörü yoktu. Onu yeniden
aradı ve konuştular, halleşip, dertleştiler. Köyün bir kenarında güzel bir
evleri vardı. Önünde bir bahçe.
Şehirlerde olsa villa derlerdi hani. Çiçek tarhı olacak yerlere onlar soğan,
maydanoz, biber vb. ekerlerdi. Çiçekleri de olurdu. Dışarıdan bakınca varlıklı
sayılırlardı.
“Geçiminiz
nasıl?” diye sordu.
“Çok
şükür!” dedi.
Hangi
Anadolu kadını böyle bir sual karşısında hemen dert yanardı ki. Laf lafı açtı
ve adam kardeşinin geçim sıkıntısı çekmekte olduğunu anladı. Ayda elli yüz lira
bile olsa bir gelirin onlar için ne kadar önemli bir şey olduğunu öğrendi. Adam
altmış beş yaşına ulaşmış artık onu çalıştırmak için kimse gurbete götürmez
olmuş. Çocuklar ayrılmışlar zar zor geçinirlermiş. Köyde bir iki inekleri
varmış. O da tabak hastalığına yakalanmış, sütleri kesilmiş. Güzün olunca komşuların
ekmeğine gidermiş, dağ yemişleri toplar, mevsiminde yemlik, kenger, ekşimen,
yılan pancarı toplarmış, yazın mevsim erişince de çıkan salatalık, biber,
domates ile ekmeğe katık edip gül gibi geçinip giderlermiş.
Bütün
bunları öğrendi. İnanamadı. Ne yapılabilirle ilgili bir şeyler konuştu. İki
tarafın da sözü uzatamayacağı anlaşılmıştı. Telefonu kapadı.
Yanakları
ıslanmıştı. Öfkesini alamadı. Epey bir hıçkıra hıçkıra ağladı.
Özlediği
huzurun kendisini yavaşça sarmaladığını hissetti.
Sosyal
medyaya ve tüm küresel araçlara lanet etti.
Dünyanın
öbür ucundaki olaylardan anında haberdar ediliyordu. Ama savrulmuş kendi öz
ailesinin bireylerini ihmale terk ediyor ve ilgisizliğe bir anlamda mahkum
ediyordu.
Kraliçe’nin
bebesine mi sevinsindi.
Msır
halkına mı yansındı.
Suriye
halkına mı.
Kendi
öz ailesine karşı ilgisizliğine mi ağlasındı.
Yüreğinde
bir sızı hissediyordu. İlginç bir şekilde sızı arttıkça huzuru artıyordu.
Sılamızı
ihmal ettik; başkalarının derdiyle dertlenmedik. Allah da bizden huzuru aldı.
Açlar
bulamıyor.
Biz
ise tat alamıyor olduk.
İyi
mi!
Galiba
tövbe etme zamanı.
Dua
ile!
27.07.2013
GARİBCE
Ne kadar dogru, ne kadar "gercek"..
YanıtlaSilherdogan38@.
YanıtlaSilEvet, hem de ne tevbe....?