Geçenlerde
(14.04.2014) Kıbrıs’ta Kutlu Doğum gecesinde din hizmetleri müşaviri Ahmet
Durmuş anlatmıştı:
Adamın
birisi Nasrettin Hoca’ya:
“-Hocam!
Bir rüya gördüm yorumlayabilir misin?” demiş. Hoca da :
“-Anlat hele bakalım!” deyince adam başlamış anlatmaya.
“-Anlat hele bakalım!” deyince adam başlamış anlatmaya.
“-Rüyamda
su gördüm; havuz mu desem göl mü desem, deniz mi desem okyanus mu desem.”
“-Eee!”
“-Bir
de ağaç gördüm, çam mı desem ardıç mı desem, köknar mı desem ladin mi desem…
“-Eee!”
-“Rüyamda
bir de ev gördüm, villa mı desem, köşk mü desem, dubleks mi desem tripleks mi
desem…!
Hocanın
sabrı taşmış ve iyice canı sıkılmış:
“-Tamam
tamam. Yorumluyorum bak!” demiş:
“-Allah
senin belanı verecek. Ama bugün mü desem, yarın mı desem, yarından da yakın mı
desem…”
Bir
rüya anlatmasını bile beceremiyoruz.
Bu
hafta Kutlu Doğum haftası ve her yerde kutlamalarımız var.
Hz.
Peygamber’i ve onun aziz hatırasını yad ediyoruz. Ama becerebiliyor muyuz?
“Alemlere
rahmet” olan bu aziz peygamberi anma toplantısına gelenler acaba rahmete gark
olarak en azından rahmetle hoşça bir tanışma ile dönebiliyorlar mı?
Bir
intibaı sizlerle paylaşmak istedim:
Kutlu
doğum haftası programına katılacağı için “çok sevinçli” olduğunu söyleyen bir Garibce
okuyucusu program sonrasında intibalarını şöyle ifade etmiş:
“Kutlu doğum programındaydım ama çok uykum geldi, her an uyuyabilirdim. Allah'ım beni affetsin!
Çok sıkıldım.
Aslında bence, insan yaşarsa ve bundan lezzet alırsa anlatımı
güzel olur, hissiz duygusuz şu şöyle yapmış bu böyle yapmış, böyle yapın şöyle
yapın diye sadece sözle anlatılan bir İslam’dan ne bekleyebilirsiniz ki…
Hayatımda ilk defa bir müftü gördüm mesela, hep mi böyledir
müftüler bilmem, üç adam mağarada kalmış taşın açılması için dua etmişler diye
başladı, çok özür dilerim ama adamdan utanmasam bildiğini hayata geçirmek bu
mudur diye soracaktım, İslam’ın her şeyi sevgiyle kuşatan varlığı nasıl oluyor
da bu kadar yüzeysel ifade edilebiliyor bilemiyorum, İslâm’ı anlatmak değil
yaşamak lazım. Anlatılanlar hikâyeler yumağı gibiydi sanki…
Ana baba dini dedikleri bu olsa gerek, bu yüzden birçok insan
belki de dinlerinden uzaklaşıyor dinini tanımıyor ve anlamıyor.
Aslını isterseniz dört öğretmen arkadaşımı daha götürdüm. Onlar
dersten kaçmak için geldiler biliyorum ama yine de belki hoşlarına gider diye
düşünmüştüm ama hiç de düşündüğüm gibi olmadı, tersine dinine bu denli aşık
biri olarak ortamdan ve icra edilen programdan oldukça utandım, Program
çıkışı konuşmalarından anladığım o ki bir kez daha İslâm’a karşı zafer kazanmış
gibiydiler, hele de bir tanesi, çok utandım çok, beni en çok üzen şey bu. Bu
konuda insanlık adına yapmamız gereken çok daha sistemli mücadelelere ihtiyacımız
var. Bir kez daha anladım, insanların gönlüne İslâm aşkını nakşetmenin tek yolu
İslâm’ı yaşamak bununda ötesinde Rabbimin inayet ve Keremine ihtiyacımız var.
Ama İslâm’ı eleştirerek değil, ne kadar çok icabet edersek o kadar
çok Rabbimizin lütfuna ve muhabbetine kavuşuruz…”
Evet! Etkinliğe çok sevinçli olarak katılan arkadaşımızın
ayrıldıktan sonraki intibaları böyle.
Umarım bütün kutlamalar böyle değildir.
Salat olsun İslam’ın rahmet peygamberine.
Baş tacı olsun “Din samimiyettir!” buyruğu ile bize bir
özeleştiri yapma gereğini hatırlatan Kutlu Nebi’ye.
Ve teşekkürler bu vesile ile Kutlu Doğum etkinliklerini başlatan
Diyanet’e!
Dua ile!
19.04.2014
GARİBCE
(Not: Aslında bu yazı hafta
başında yazılmıştı ama. Cuma Gecesi benim dahi Kutlu Doğum vesilesiyle
konferansım vardı. Yazıda anlatılanlar benim başıma da gelebilir korkusuyla
yayınlayamamıştım. Ama canların duasıyla çok şükür korktuğumuz başımıza
gelmedi. Üstelik hoş, güzel bir konuşma olduğunu söylediler. Benim açımdan hoş
olmayan bir şey vardı: Sahnede gezinerek konuşmuştum ve bitirirken fark ettim
ki pantolonumun sağ paçası hafiften yukarı kıvrık imiş. Dostlar, yüze bakarlar
ya, o yüzden onlar da fark etmemişler! Kimseyi kınamayacaksın vesselam!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder