27.03.2024
Değer ölçülerimiz:
Davranışlarımızı belirlerken, tercihlerimizi yaparken, bir
nesneyi değerlendirirken illaki bir takım kıstaslara vurur ona göre sonuç elde
ederiz. İnsanın boyunu metre ile, ağırlığını kilo ile ölçeriz. İşlerimizi
yaparken sonucuna bakarız, hayır mı şer mi?.
Bu ölçemlerin şaşmaz olması lazımdır. Aksi halde sağlıklı
sonuç alamayız.
Kitabımız “Lâ reybe fîh =asla kuşku içermeyen özellikte
oluşu ile bize şaşmaz, aşkın değerler verir.
Aslında değerden yoksun hiçbir topluluk da yoktur. Söz
gelimi cahiliye toplumunda da bir takım değerler vardı ve insanlar bunlara göre
davranışlarını ortaya koyarlardı. Bu değerlerin belki de başında asabiyet
gelirdi. Yani mensubu olduğu kabileye sorgusuz sualsiz bağlılık esastı.
Kabilene mensup olan biri ile kavga ediyorsa senin vazifen hemen onun yanında
yer alman ve ona arka çıkman, o kime vuruyorsa senin de ona vurman idi. Niyesi
sorulmazdı. Haklı ya da haksız olduğuna bakılmazdı. “Unsur ehâke zâlimen ev
mazlûmen” sözü o dönemden kalma bir deyişti. Zalim de olsa mazlum da olsa
kardeşine yardım et diyordu.
İslam işte bu değerleri tersyüz edip gerçek değerleri ikame
etmeye çalıştı. Bu sözü Hz. Peygamber (s.a.s.) de söyledi. Ama içeriğini
değiştirdi. Zalime yardımın onun zulmüne mani olmak şeklinde olacağını söyledi.
Cahiliye değerleri arasında tekâsür yani çoklukla öğünmek
vardı.
Cinsiyet ayırımı vardı ve kadın olmak zordu.
Irk/renk ayırımı vardı.
Arap olan olmayan ayırımı vardı. Arap olmayanların hepsi
Acem torbası içine doldurulurdu. Acem dilsiz demekti, hayvanlar için kullanılan
bir kelime idi.
İnsanların değeri mal ve erkek evlat çokluğu ile
belirlenirdi. Malı ve erkek çocukları olmayan kimseden peygamber mi olurdu?
İslam geldi insanları aşkın değerlerle ölçmenin yolunu açtı.
Ne tezekten terazi ne de boktan dirhem olsun istemedi.
İnsanlığa zait olan İslamiyetin en başta gelen değeri iman
idi.
İman elde birdi.
Saygınlığın Allah katındaki ölçemi takva idi. Takva kulluk
bilinci demekti ve o birin sağına konulan bir sıfır gibiydi.
Amel-i salih o birin sağına konulan bir sıfır daha demekti.
Ve illaki ahlak olmalıydı.
Ahlak kökleri ve gövdesi olan ağacın meyvesi gibi bir şeydi.
Meyve hem tabii sonuç hem de nihaî amaçtı.
Ağaç meyvesini kendisi için vermezdi, başkaları ondan
yararlansın diye meyveye dururdu. Öyle ise müslüman da yararı başkalarına yönelik
olan erdemlerle bezeli olmalıydı. Zaten İslam’ın kendisinden istediği sağlam
inançları, sahih ibadetleri ve niyet/kulluk bilinci ile yapıp ettikleri hepsi
bu erdemlerin oluşması içindi.
Hem meyve tohumunu da içermesi sebebiyle bekanın da teminatı
idi.
Bütün bu süreçte ilim işe yarardı. İlimsiz olmazdı. Öyle ise
o da birin sağında bir sıfır gibi değerlerimize değer katardı. Ama bizatihi
kendisi amaç da değildi.
İman, amel-i salih ve takva/ mekarim-i ahlak bir kimsede
bulundu mu onun hakkında Rahman sevgi yaratırdı[1],
artık o kimse yer ve gök ehli tarafından sevilen biri olurdu.
Dua ile!
29.03.2024
GARİBCE
[1] اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُداًّ
"İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler
yapanlara gelince, Rahman onlar için (gönüllerde) bir sevgi
yaratacaktır." (Meryem 19/96)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder