14.07.2024 tarihinde Erzurum İslami İlimler Fakültesi ve
İlahiyat Fakültesi eski mezunlarının Kayseri buluşması vardı. Bir tür
gocamışlar toplantısı gibi. Ayna gibi kocamış simamızı ele veren akran
toplantısı yani. Gayretkeş arkadaşlarımızın himmeti ile senelerdir bunu yapmaktayız
ve iyi de olduğunu görmekteyiz. Kimimiz eşleri ile katılıyordu ve benim gibi
torunları ile de katılanlar vardı.
Öğleden sonra panelimiz vardı ve ben de konuşmacılar
arasındaydım. Konumuz modernitenin aile ve gençlik üzerindeki etkisi ve çare
önerileri idi. Beşi de profesör olan konuşmacılar maharetle konunun etrafında
dolandılar ya da öyle sanıldılar. Hatta tertip heyetinden ev sahibi kendisi de profesör
olan idareci hocamız meşhur bir fıkra anlattı. Hani ipini koparan balondaki
birinin an itibariyle konumunu öğrenmek için aşağıdaki birine “Ben neredeyim?” diye
sorması, onun “Yukarıda, balondasın” demesi, “Peki sen neredesin?” demesi
üzerine de “Ben de senin altında, yerdeyim” demesi ve bunun üzerine yukarıdakinin
aşağıdakine “Yahu sen profesör müsün?” diye sorması, onun da “Nereden bildin?” demesi
üzerine “Dediklerinin hepsi doğru ama bir şeye yaramıyor olmasından!” diye
açıklık getirmesi.
Benim konuşmamın özü üç defa tekrarladığım “Cin şişeden
çıktı” repliği idi.
Çağımız değişimlerin en hızlı bir şekilde yaşandığı dönemdi
ve benim acizane görüşümce de bu süreçte en belirgin olan görüntü kadınların
evden çıkmasıydı. Sadece evden de çıkmadılar, kimisi örtüsünden de çıktı. Kabuğundan
kurtulan kaplumbağa gibi özgürlüğün sefasını sürdüklerini sandılar. Kimisi de
örtüsünü korudu ama tavırları itibariyle ciddi değişim gösterdiler. Bu arada
örtü demek de neredeyse başörtüsü demekti. Baş örtülmüş ve kurtarılmışsa
gayrısı önemli değildi.
İnternette şöyle bir hikaye dolaşıyor:
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra keyif yapmak ister.
Pazar sabahı kalktığında, bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline
gazetesini alır ve bütün gün ayaklarını uzatıp evde oturacağını düşünür. Tam
bunları düşünürken oğlu koşarak gelir ve parka ne zaman gideceklerini sorar.
Baba, oğluna söz vermiştir. Bu hafta sonu parka götürecektir. Ama hiç dışarı
çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekir. Gazetenin promosyon olarak
dağıttığı yapboz dünya haritasını alır ve oğluna: “Eğer bu haritayı düzeltirsen,
seni parka götüreceğim” der. Aklınca
çocuk onu akşama kadar düzeltemezdi. “Oh
be kurtuldum!” diye sevinir. Fakat aradan on dakika geçer geçmez, çocuk
babasının yanına koşarak gelir. “Baba” der, “Haritayı düzelttim, artık parka
gidebiliriz.” Adam şaşırır, inanamaz. “Getir göreceğim” der. Gördüğünde de hayretler
içinde kalır. Gerçekten yapmıştır. Oğluna bunu nasıl yaptığını sorar. Çocuk
şöyle der: “Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İnsanı düzelttim,
dünya düzeldi.”
Bu hikayedeki espri aynısıyla benim nazarımda kadınlar için
de geçerlidir.
Kadın konusu bizim yumuşak karnımızdır. Eğer biz kadın
konusunu düzeltebilirsek eminim ki çok şey de kendiliğinden düzelmiş olacaktır.
Eskiden ne güzeldi, biz erkeklere özgü bir dünyamız vardı,
evden çıkardık akşam olunca da bizi bekleyen yuvamıza dönerdik. Kapımızı açan, soframızı
kuran, peşkir omuzunda abdest suyumuzu döken, bir dediğimizi iki etmeyen, bütün
dünyası dört duvar arasından ibaret cennet hatunlarımız vardı.
Değişim furyası dâbbetü’l-arz gibi yerden bitti, gökten indi
ve evimizin duvarlarını ortadan kaldırdı ve kendisi var ama adı bile olmayan
kadın dışarıyı gördü ve nazarını celbetti, merak saikiyle evden çıktı. Ve çıkış
o çıkış. Cin şişeden çıkmıştı ve bir daha da oraya dönmeye niyeti yoktu.
Ne ki bu kez ne olacağını bilemedi. Hangi değerlerin
arkasına düşecekti. Nereye gidecek, nasıl edecekti, bilemedi.
Hoş, ne yapacağımızı ve onlara nasıl davranacağımızı biz de
bilemedik.
Kızın biri sahilde gezinirken bir şişe buldu. Şişeyi evirdi
çevirdi, ovunca içinden bir cin çıktı. Cin, “Dile benden ne dilersen!” dedi.
Kız akıllıydı “Beni öyle bir hale getir ki bütün erkekler ardımdan koşsun!”
dedi. Cin “Olur!” dedi ve kız artık bir futbol topuydu.
Bu espri çağın gerçekliğini açıklıyor sanki. Kadınlar bütün
erkekler ardımızdan koşsun derken erkekler de önce onları yakalamak için
koşturuyorlar sonra da var güçleriyle tekmeliyorlar ve başlarından atıyorlar. Sonra
yine koşturuyorlar… Bu böyle devam edip gidiyor.
Eskiden genelde kadın erdemlere düşkündü, güçlü ve erdemli
erkekleri kendine bende etmeye çalışırdı. Süslü erkeklerden pek hazzetmezdi. Aksine
erkekler de kadınlarda süslü olmayı yeğler, alımlı, güzel, süslü kadınlara
rağbet çok olurdu.
Modernite mikserle toplumu oluşturan bireyleri birbirine
çırptı, artık cinsiyetsiz bir toplum istiyor. Bireyler elde etmek istedikleri
hazlara kolayca ulaşıyor, cinsel tatmin için huzurlu bir ev ortamına artık
ihtiyaç duyulmuyor olmalı ki evlilik seyri giderek hızla yavaşlıyor, boşanmalar
artıyor ve evlilik yaşı da doğurganlık yaş sınırına kadar yükselir oluyor.
Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!
İpini koparmış danalar, çitten atlamışlar, sağa sola
sıçrıyor, özgürlük naraları atıyorlar. Hemen
bir adım ötelerinde ise ağzının salyası akan canavarlar onları keyifle
seyrediyor ve ellerini ovuşturuyor.
Ah be özgürlük! Sen neymişsin be!
Dua ile!
17.07.2024
GARİBCE
Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet
YanıtlaSilEsir’i aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten…”
(Ey hürriyetin güzel yüzü, ne kadar büyüleyiciymişsin ki
Esaretten kurtulduysak da aşkının esiri olduk.)
Namık Kemal 'in ünlü hürriyet kasidesinden