İnsanlık rahminde
doğum sancıları başlamıştı ve sana halvet sevdirilmişti. Hatice’ne veda eder ve
Hıra’ya çekilirdin. Günler günleri, geceler geceleri kovalardı. Azığın bitince
döner ve Hatice’n seni gene uğurlardı. “Neden bizi kendi halimize bırakıp
gidersin” demezdi.
Doğum anı gelmişti ve
gök kapılarını sana açmıştı.
İkra emri ile
yüzleşmiştin. Rabbin adına insanları Hakk’a okumak ile görevlendirilmiştin.
Hatice’ne geldin. “Beni
örtün!” dedin.
O sevgisiyle,
şefkatiyle bürüdüğü gibi seni örttü ve teskin etti. Olup bitenlerden
kaygılıydın. O, “Allah seni asla darda bırakmaz. Çünkü sen akrabalık haklarını gözetir, sılayı rahimde
bulunursun, kimsesizin sığınağısın, yoksulun yanındasın, misafir ağırlarsın,
darda kalanların imdadına koşarsın…” dedi
ve bir bir meziyetlerini saydı.
Böylesi kutlu bir
insanı Rab sahipsiz bırakmazdı ve terk etmezdi.
Seni Amcasının oğlu
Varaka’ya götürdü.
O seni dinledi ve
senin bu ümmetin peygamberi olduğunun müjdesini verdi. Tabi aynı zamanda
karşılaşacağın sıkıntıların da habercisiydi bu.
Seni yüreklendiren ve
görevlendiren her buyrukla birlikte görevinin ağırlığı arttı ve yerine getirmek
uğruna her şeyini feda ettin. Hatice’n hep yanındaydı. O kadar yanındaydı ki o
öldükten sonra dahi hiçbir zaman ona karşı duyduğun vefa ve minnet duygusunu
unutmadın ve Ayşe’n gibi eşsiz biri bile ömrü billah hep onu kıskandı senden.
Müslüman olması için
nice kereler Allah’a yalvardığın ama bir türlü nasibdar olmayan amcan Ebu Talib
de bu yolda sana çok müzahir oldu. Ehl-i Beyt’inden olan Ali de onun sana bir
armağanı idi.
Her bir müslümanın bu
uğurda ortaya koyduğu bir çilesi vardı. Kimi canıyla, kimi malıyla, kimi
sevdiği yurdunu terk suretiyle bu yola baş koyduklarını ispat etmişlerdi.
Ne arayışlara girdin
ya Rasulallah!
Sonunda katline ferman
çıkmıştı Kureyş’in elinden. İşte böyle bir can pazarında sana açılan bir kucak
olan Yesrib’e bütün inanlarını gönderdin ve arkalarından da sen gittin.
Onlar beklemedelerdi
seni, üzerlerine bir dolunay gibi doğdun Veda tepelerinden.
İlk işin tüm inanların
için mihver olacak mescidin inşası idi.
Davrandın ve 186
haneyi tek bir hamlede Medineli hane sahipleriyle kardeş yaptın, hiçbir şeyi olmayan, her şeylerini arkada Kureyş’e
terk ederek canlarını kurtarma pahasına avuçlarında kor ateş gibi taşıdıkları
dinlerini söndürmemek için sığındıkları bu yeni yurtlarında onları
çaresizlikten ve kimsesizlikten kurtardın. Onlar da öyle büyüklerdi ki kendiler
fakr u zaruret içinde olsalar bile kardeşlerini kendi özlerine tercihi
üzerlerine konmuş bir talih kuşu bilirlerdi. Hem evlerini, hem aşlarını paylaştılar.
Böylesi kadirşinas insanlara Allah Ensar adını koydu ve kitabında Muhacirinden
sonra kıyamete kadar saygı ile anılacak bir mevkiye onları yerleştirdi.
İmdi bir muhacirinimiz
vardı ve bir de onları bağırlarına basan ensarımız. Ve biz de oların izlerinden
gelenler olarak Yüce Rabbimizin rahmetinden ümitvarız.
Seni bu yeni yurdunda
da kendi haline bırakmadılar. Sen önce barış dedin, herkesi etrafında toplamaya
çalıştın. Lakin Kureyş’in azıtmaları sonucu kimi münafık oldu, seni hızlana
sürüklemek istedi, kimisi hıyanet edip seni arkandan vurmayı diledi.
Hele Kureyş müşrikleri
vardı ya sizi kovmaları yetmezmiş gibi birde sizden geride kalan her ne varsa onları
satıp parasıyla sizin üstünüze yürüyecek ve sizi tümden yok edecek bir ordu
kurmak üzere bir kervan oluşturmuşlardı. Sen bunların dönüşünü gözettin ve
vurmak istedin lakin ilahi yazgı seni
kervanla değil, üzerinize gelen azgın müşrik ordusuyla karşılaşmanızı çoktan
yazmıştı bile.
Bir avuç kendini Allah’a
adamış müminlerinle kendilerinden üç kat daha fazla bir orduyu o gün dize
getirdiniz ve ne kadar küfrün elebaşısı varsa hepsini Bedir’in kör kuyularına
doldurdunuz.
Bundan sonra savaş talii
saatin sarkacı gibiydi, bir kazandın bir kaybettin. Ama Allah sonunda sana öyle
bir fetih nasip etti ki artık bir devir kapanmış, yeni bir devir başlamıştı.
Artık hicret yoktu, Hak yolda, hakikat uğruna baş koymak ve bir de İslamlığın
gereğini yaşamak ve yaşatmak vardı.
Ve final muhteşemdi.
Veda haccında 120 bin sahabene ilan ettiğin ilkeleri bugün bile hala insanlık
ufkumuza konulan en yüce değerler görüyoruz. O gün senin kutlu ayakların altına aldığın
insanlık ayıbı davranışlardan hâlâ kurtulamamış olmaktan utanç duyuyoruz. Senin
o sağıltıcı soluğuna bugün de en az o günkü gibi öylesine muhtacız ki!
Ya Rasûlallah! Sen,
bir peygamberdin ve ümmetine şahit tutuldun. O demde sen ümmetinden hazır
olanların gaib olanlara şahit olmalarını istiyordun. Ve bu görev halka halka ta
bize kadar gelmiş bulunuyor. Biliyoruz ki şu anda biz şahidiz ve senin
emanetini elimizden geldiğince eksiksiz olarak ulaştırmayı varlık amacımız olarak
görüyoruz. Lakin kusurumuz çoktur, liyakatimiz yoktur. Bunu da biliyoruz.
Sen, devlet
istememiştin ama devlet kendi gelmişti.
Arkandan nice
halifelerin geldi. İkilinin ikincisi ve üçlünün üçüncüsü. Yollarını yolun
saydığın Râşid halifelerin…
Bize gelince en büyük
devlet sana ümmet olmak ve bunun nasıl bir şeref olduğunu idrak etmekti.
Senin bu hayata veda
ederken son sözün “İla’r-Rafîki’l-a’lâ” demekti.
Bize de senin civarın olsun
ya Rasûlallah!
11.01.2014
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder