Bugün 67 yaş doldu ve Marmara Üniversitesinde hizmette kırk
yıl oldu. M.Ü. Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü müdürü Tabakoğlu
hocamız emekli oldu.
1984-1985 gibi yıllarda Hoca benim de doktorada İslam
İktisadı dersi hocamdı. Yıllar yılları kovalamış ben dahi hocalar hocası
olmuştum. O ise benim de hocamdı. Bu haliyle o hocaların hocasının hocası
olmuştu.
Değerli Rektörümüz Prof. Dr. Erol Özvar bir vefa nişanesi
olarak Sultanahmet’teki Külliye’de Necla Pur’un Rektör iken gene bir vefa
örneği hocası Ord. Prof. Dr. Nihad Sayar’ın adını verdiği Konferans Salonunda bir merasim icra etti.
İki türkü ve iki şarkı dinletisinin ardından hoca ile
düşünce ve duygularını ifade etmek üzere bir panel düzenlendi. Divan başkanı
Rektörümüz Erol Özvar idi. İlk sözü Necla Pur hocamıza verdi. 63 yılında talebe
olduğu ve ondan sonra da hep Marmaralı olarak hizmet ettiği ve Rektör olarak da
görev yaptığı mekânda duygulu bir konuşma yaptı.
Bu “özel ve güzel insan”ı anma vesilesiyle Vefa’dan bahsetti
ve bu anlamlı merasim sebebiyle Rektörümüzü tebrik etti. Kendi öz çocuğu gibi
gördüğü Ahmet’in çok vefalı biri olduğunu söyledi. Herkes doktor, doçent,
profesör olabilir ama insan olmak zor iş
dedi ve işte Ahmet haza bir insan dedi. Ahmet’in çok iyi bir Müslüman olduğunu
söyledi. Hatta o kadar ki iyi bir Müslüman nasıl olunur diye sorulsa Ahmet’i
göstermek lazımdır, dedi.
İnsanı insan eden erdemlerdir, terbiyedir, edeptir. İşte Ahmet
öyledir, dedi.
Kendisiyle çok güzel ve anlamlı yıllar yaşadığını söyledi.
Sonra gene vefadan söz etti ve “Ben gençliğin ne
olduğunu çok iyi biliyorum amma siz yaşlılığın
ne olduğunu bilmiyorsunuz. O itibarla hocalarınızı arayın ve hayır dualarını
alın. Sanal da olsa bir selam bir çiçek gönderin, unutmadığınızı gösterin!”
dedi.
Hoca belli ki emeklilik sonrası gerekli ilgiyi görmemişti,
şu kadar yıldır ilk kez hatırlandığını söyledi.
Vefa diye başladı ve vefa diye bitirdi. Çok da büyük bir alkış aldı.
Konuşma sonrasında ben de elini öptüm ve çok memnun oldu. İlahiyat fakültesine
de hocanın özel bir ilgisi vardı ve Cuma günleri fakültemize gelir, çeşitli
konularda brifing alırdı. Hatta helal gıda konusunda ben de kendisine bir sunum
yapmıştım.
Sonra Ezel Erverdi (d. 1943) söz aldı o da vefa dedi. Emin Işık’ın
delaleti ile Hareket dergisine geldiğini ve kendisiyle ilk kez orada
karşılaştığını söyledi. Kendisi de daha sonra yaptığı konuşmada Taksim’deki
Amerikan askerlerinin protestosu sebebiyle sözde İslamcılarla solcular
arasındaki olaydan çok etkilendiğini ve bu vesile İslam adına ne yapılmaması
gerektiğini çok iyi anladığını, hareket dergisine de bu yüzden gittiğini
anlattı.
Ezel Erverdi’nin de tavsiyesi ile İktisat tarihi üzerine
çalışmaya yöneldiğini anlattı. Çalışkanlığının ötesinde Osman Turan Ahmet’e
ilgi duyuyordu, dedi. Arşive gittiğini ve çalışmalarını orada sürdürdüğünü
duymuş, ama pek inanamamış, Birinde çağırmış, önünde bir tomar arşiv oku
bakayım demiş ve o tıfıl yaştaki Ahmet okumuş, hayranlığı artmış.
Ahmet göstermez, İstanbul surları gibidir. Görünen kısmının
ardına nüfuz bazen maharet ve zaman ister, dedi.
Not aldığım diğer cümleleri şöyle idi:
Çok iktisatlı idi. Çok güzel yemek yapardı. Dünden kalan pilavı
güzel çorba yapar ve asla israf etmezdi.
Titizdi de. Otelde kaldığı yastığın üzerine bir şeyler örtmüştü.
Yazıları ilgi çekti ve kitaplaştırdık.
Hiç boş durmazdı.
Bilgisayar ve klavye gibi yeni gelişmelere de ayak uydurdu.
Çok güzel meziyetleri vardır.
Sabri ORMAN hocamız ise yıllarca aynı odayı paylaşmış
arkadaş olarak konuştu.
O da gene vefa dedi ve vefanın bir cephesi onu anmak için
konuşmak üzere divanda olanlar ise diğer cephesi de salonu dolduran, onu
dinlemeye gelenlerdi.
Ben dahi onlardandım.
İlandaki vefayı duyunca, kendimi gitmek zorunda hissettim.
Sabri Hoca özetle şunları anlattı:
İnsanlar üç kısımdır: Bir kısım insan vardır göründüğü
kadardır. Bir kısım da vardır ki göründüğünden küçüktür. Bir kısmı da vardır ki
göründüğünden büyüktür. Ahmet de onlardandır.
Osman Turan’ı şaşırtacak kadar çalışkan ve yetenekli idi.
Ahmet iyi insandı, iyi ilim adamı idi ama Ahmet aynı zamanda
çalıştığı müesseseye kurum kazandıran biriydi. Nitekim müdürlüğünü yaptığı
enstitünün kurulması böyle olmuştu. İktisat alanında doktora ve yüksek lisans
programının açılmasında öncülük etmişti. Muhtemelen kendisi en fazla sayıda
doktora yaptıran hocalarımızın başında gelir.
Bütün bunlara karşı Ahmet de bir beşerdi ve çiğ süt emmişti.
O itibarla sağı solu belli olmayabilir. Beni resmen tehdit etmişliği vardır.
Kendisi iktisat tarihi çalıştı ben ise iktisat düşüncesi
tarihi çalışıyordum. O çalışmaları sonucunu hemen yazıyor ve kitaplaştırıyordu.
Ben ise yazamıyordum. Bana bak dedi, ya çalışmaların sonucunu yazarsın, ya da
senin yazmadığın şeyleri de ben yazarım dedi. Beni alenen tehdit etti. Tehdidi
de hala geçerli. O yüzden artık bir an evvel oturup onları yazmam gerek.
Hoca böyle hoş bir espri ile bitirdi.
Talebesi olan Prof. Dr. Mesut Küçükkalay ise Eskişehir’den
gelmiş ve Tabakoğlu Hocanın ilme katkılarını 13 maddede özetledi ve gerçekten emek
mahsulü bir değerlendirme yaptı. Çalışmalarının her birinin büyük resmin
parçaları gibi olduğu tespitini yaptı.
Hikmetin peşinde koştuğunu ve ilmi bir araç olarak gördüğünü, ilmin pratiğe
dönüştürülmesi gerektiğine inandığını vurguladı. Her vesile ile ilim ve ahlak
arasında bir bağ kurardı. Arşive gitmeden masa başı modellemeleri yeterli
görmezdi., dedi.
Osmanlı devletinin dört esas üzerine kurulu olduğunu söyler:
1. Vahdeti vücutçuluk, 2. Gelenekçilik 3. Devletin adaleti ve reayanın refahı
ve 4. Arz yönlü ekonomik yapı.
Ve kısaca erdemlerinden söz etti.
Programda Sabahattin Zaim, Erol Zeytinoğlu ve Orhan Oğuz da
hayır ile anıldı.
Sonunda Hocanın kendisi de konuştu, teşekkürler etti. “Refika-yı
elem didem” dediği eşi ve oğlu da vardı.
Akademik faaliyetin durağan olmadığını vaktiyle yazdığı çoğu
kitaplarının kendisi gibi zaman içinde şişmanladığı esprisini yaptı.
Sosyal bilimlerde kesin kanunlar olamayacağını ancak
eğilimlerin olacağını vurguladı.
Akademik âlemde geleneğin önemini belirtti. Bunun için de
öncekilerin bunun ilk halkası olması sebebiyle önemli olduğunu ve onları yâd
etmenin erdem olduğunu, kurumsal kimliğin ancak geçmişle geleceğin bir arada
varlığı ile oluşacağını söyledi.
Salonda bulunan gençlere özellikle son söz olarak hitap etti
ve onlara “İlimle meşgul olun, sakın siyasetle ilgilenmeyin!” dedi.
Sonra ne mi oldu.
Fotoğraf çektirdik, Rektörümüzün ikramı sonunda da dağıldık.
Sabri Orman hocam da yanında getirmiş olduğu Gazâlî, Adalet ve Sosyal
Adalet adlı yeni kitabından
bir adet de bize lütfetti. Cebimiz dolu evin yolunu tuttuk. Hava da yağmurlu
ama güzeldi. Yağmura tutulmadık. Tedbir olarak elimde de şemsiyem vardı.
Güzel bir gün oldu.
Vefa, Tabakoğlu Hocanın şahsında Erol Özvar Rektörümüzün himmetiyle
biraz daha anlam kazandı, daha bir canlandı.
Dua ile!
02.05.2019
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder