Yüreğim
sende atıyor, seninle yaşıyorum aziz İstanbul!
Fakat
nedense dört günlük bir ayrılığın ardından gözümde tütmene rağmen sana
kavuşunca sevinemedim.
Napal’i,
Hindistan’ı, İran’ı, Suriye, Mısır, Arabistan gibi Arap ülkelerini, Arnavutluk,
Bosna Hersek gibi dünkü bizim havzamızdaki ülkeleri, Nicerya’yı gördüm.
Hepsinden dönüşte aziz İstanbul seni çok sevdim, çocuklar gibi sevindim. Çünkü
sen gördüğüm her yerden daha güzeldin, daha özeldin, daha temizdin, en büyük
sorun haline gelmiş trafiğin bile onların hepsindeki durumdan daha iyi
vaziyetteydi.
Fakat
dünkü dönüşümde sevinemedim. Torunumun elinden tutup geze geze evlerine
götürelim diye çıktık evden. Nato Yolu üzeri, işlek bir cadde. Ferah’tan
Yavuztürk sapağına kadar birlikte yürüdük. Elimden boşanır da diye korka korka
ilerledik. Çünkü trafik tehlike saçıyor. Karşıdan karşıya geçmenin ne kadar riskli
olduğunu gördük. Işıklardan geçmenin ilave bir emniyet sağlamadığını ilgili acılı
haberlerle biliyoruz. Kaldırımdan yola inmenin, yoldan kaldırıma çıkmanın ne
kadar zorlanmayı gerektirdiğini yaşadık. Her yere sanki pislik boca edilmiş
gibiydi. Çok üzüldüm.
İstanbul,
geldiğim yere göre hiç mi hiç temiz değildi. Geldiğim yerde sanki hiç kaldırım
yoktu. Sonra öğrendim ki kaldırımların engin olması ülkelerin
kalkınmışlıklarının bir göstergesi imiş. Ama herkes kendisine tahsis edilen
yerde ilerliyordu. Herkes kendine ait kurala uyuyordu. Kargaşa yoktu. Anayoldan
çıkıp arka sokaklara geçtiğiniz zaman her şey gene aynı düzen ve intizamda,
temizlikte ve huzurda idi.
Sevgili
Mustafa Kara, sana çalışmıyorsun desem haksızlık olur. Ama yapacağın o kadar
çok şey var ki. Sadece vitrinlerle değil, arka cadde ve sokaklarla da aynı
şekilde ilgilenmeniz gerekiyor. Her taraf şantiye gibi her yerden inşaat tozu
dumanı yükseliyor, bunlar gelecek için bizim dayanma gücümüzü artırıyor. Ama
yine de elimizden gelenin yapıldığına inanmak istiyoruz.
Ben
torunumun elinden tutup onu evine götürürken korku duymadan, zorlanmadan,
pisliğe bulaşmadan, göz zevkim bozulmadan, Nepal ile kıyaslama yaparak –Eh ne
yapalım bizden daha kötü olanlar var! demeden yolculuğumu aynı zamanda gezinti
kılmak istiyorum. İşte benim Canım İstanbul! Gelin, görün ve ruhunuz açılsın,
bir şehir görün, bir medeniyet temaşa edin…! diye haykırmak istiyorum.
Bu
durumun sebebinin de biz olduğumuzu biliyorum. On beş milyon insan yaşıyor
İstanbul’da, amma neredeyse hiçbiri İstanbullu değil. Herkes ya Sivaslı, ya Tokatlı,
ya Karslı, ya Rizeli, ya Urfalı… Öyle olunca da hiç kimse İstanbul’u kendi
şehri olarak benimseyip, ona sahip çıkmıyor. Biri tükürdüğü, izmarit attığı,
arabadaki küllüğü pencereden yola boca ettiği zaman… hiç kimse neden benim
şehrime bu pislikleri atıyorsun demiyor. Nasıl olsa kendi şehri değil. O yüzden
de herkes kendine ait olmayan bu şehirde her yanlışı yapıyor.
Önceki
başkanlardan Ali Müfit Gürtuna seyahat kartlarına “Ben İstanbulluyum!” diye
yazdırmıştı. O günlerde ben de bu kampanyaya destek olmak üzere bir ramazan
akşamı Teravih öncesi vaazımda bu konuyu işlemiş ve herkesin yaşadığı, ekmeği
ile doyduğu, suyu ile kandığı, havasını teneffüs ettiği bu aziz İstanbul’a
sahip çıkması gerektiğini söylemiş ve kendimce üzerime düşeni yaptığımın
huzurunu duymuştum. Namazdan sonra birkaç kişilik sohbet sırasında yaşlı bir
amca ile aramızda şöyle bir diyalog oldu:
-Hocam
nerelisin.
-Kayseriliyim.
-Az
önce kürsüde sen ne diyordun hocam! Hani bundan böyle İstanbullu olacaktık, ne
oldu, ne çabuk unuttun.
Hocası
böyle olursa cemaati ne yapsın!
Almanya’da
yaşayan Türkler de nerelisin sorusuna önce Türkiye, sonra da Rize, Kayseri…
diye cevap veriyorlar.
İnsanımız
ne kadar birbirine benziyor. Avrupa görenimiz bile özünü değiştirmiyor.
Sana
olan borcumuz borç olsun aziz İstanbul, ödeyemesek de onu sen gene de bize
kucağını açmaya devam et!
Biliyorum
seni pis görmek yüzünden üzüntüm çok sürmeyecek. Nasıl olsa unutacağız,
burnumuz alışacak, duymayacağız. Bu halinle de aziz İstanbul seni sevmeye,
yoluna baş koymaya devam edeceğiz.
Seni
sorumluluklarının bilincinde olanların uhdesine emanet ediyorum.
09.05.2012
Garibce
Elhak doğrusunuz Hocam! Bir de yapılan yüksek yüksek binalardan bahsetseniz. Çocuklarımızla gidecek ve rahatça gezecek bir park veya bahçenin olmadığını da yazabilirdiniz. Medeniyet kurallara uygun yaşayan insanların yaşadığı kurallara uygun 'şehirleşmek' değil midir? selam ve hürmetler. İsmail Taşpınar
YanıtlaSil