يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ (7) [محمد : 7]
“Ey inananlar! Siz Allah’a yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar” (Muhammed 47/7).
Bu âyete genelde “Ey inananlar! Allah’a yani onun elçisine arka çıkmak suretiyle yardım edin, ona destek verin ki Allah da size yardım etsin!” şeklinde bir anlam verilmektedir. Hâşâ doğrudan Allah’a yardımdan zaten söz edilemez. O Samed’dir; hiçbir kimseye ve şeye ihtiyacı yoktur. Her şey O’na muhtaçtır. Nitekim Hasan Basri Çantay’ın meali şöyledir:
“Ey îmân edenler, siz Allah (ın dînine, Onun peygamberi zîşânın) a yardım ederseniz O da (düşmanınıza karşı) size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.”
Benim kendisinden en çok istifade ettiğim hocalarımdan Ahmet Muhtar Büyükçınar ise bu âyete daha bir derinlikli anlam verir ve takdir yapmadan yukarıda yaptığım tercüme gibi anlardı. O bu âyetle insana gerçek anlamda bir sorumluluk yüklendiğini ifade ederdi.
Allah evreni yarattı, sonra da Arş’a kuruldu. Niçin “liyüdebbire’l-emre” yani yarattığı halk âlemini el-Emr ile tedvir için. Bunun için koyduğu yasa da bu: Siz Allah’a yardım edin, O da size etsin. Yani yaratma iki uçlu bir şey; önce insan kendi üzerine düşeni ortaya koyacak, karşılığında da Allah kendi kudretini o şeye bağlayacak ve halk edecek. İnsanın halifeliğinden anlamamız gereken mana da bu yani ilk adımı atma sorumluluğu olmalı.
“Felemmâ zâğû ezâğallah” âyetinde de aslında durum aynıdır. Yola gelme de yoldan çıkma da iki uçlu bir halk (yaratma) işidir.
فَلَمَّا زَاغُوا أَزَاغَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ (5) [الصف : 5]
Şimdilerde birçok Müslüman, insan olarak kendi üzerine düşün yükü taşımaya hiç gönüllü değil, sorumluluk almaya ve ilk adımı atmaya hiç niyeti yok, her şeyi Allah’ın üzerine yıkmış tam bir tembellikle (teslimiyet ve tevekkül değil) her şeyi O yapsın diyor. Filistin’i O kurtarsın, fakirleri O doyursun, çıplakları o giydirsin, dünyadaki açlık, susuzluk, genel yoksulluk gibi ne kadar büyük kriz varsa hepsini Allah çözsün, Allah halletsin, gücü mü yetmiyor gibisinden bir mantık işletiyor.
Onların İsrail oğullarından selefleri de aynı tavrı gösteriyorlar ve Musa’ya “Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturup bekleyeceğiz” diyorlardı.
قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا أَبَدًا مَا دَامُوا فِيهَا فَاذْهَبْ أَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَا إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ (24) [المائدة : 24]
Ama Hz. Peygamber’in Bedir’e çıkarken ki ashabı “Hayır!” diyorlardı, “Biz İsrail Oğullarının Musa’ya dedikleri gibi demeyeceğiz, ‘Sen önümüzde denize dal biz de seninle beraber dalacağız!’ diyoruz, “ diye yapılan istişarede görüş bildiriyorlardı.
Zaferi Allah’ın yüce kudretine havale etmede değil, esbap ve şartlarını kendilerinin hazırlamalarında görüyorlardı. Keza riski de! O yüzden Hz. Peygamber özellikle bu riski hesaba katarak görüş bildirmelerini istiyordu.
Bütün önlemler alındıktan sonra dua da ediyorlardı. Çünkü dua ayakların sabit kılınmasında çok etkindir. Ama hiçbiri Müşriklerin üstesinden gelmek için bin bir hatim indirmek gibi bir yol tutmamıştı. Ya da işi Allah’a yıkmak gibi bir edepsizlik ve kıt akıllılık içinde olmamıştı.
Bu vesile ile Hocamıza acil şifalar diliyorum.
Selametle kalın!
02.09.2012
GARİBCE
'Ey Âdemoğlu, senden yemekle doyurulmamı istedim, ama sen Beni doyurmadın'. Âdemoğlu sordu; 'Yarabbi seni yemekle nasıl doyurayım? Sen âlemlerin Rabbisin'. Allah anlattı; 'Falan kulum senden yemek istedi. Ama ona yedirmedin. Bilemedin mi? Ona yedirseydin Beni yanında bulacaktın'.
YanıtlaSilBu kudsi hadis de hatırlatılabilir müslümanlara.
Allah razı olsun hocam.
YanıtlaSil