E.K.
adlı MEB’de çalışan bir bayan arkadaşımız şöyle diyor:
“Bilmem ne
camisinde namaz kılayım dedim, imam kapıyı kilitlemiş… Cami kapıları her daim
açık olmalı!”
Bu yazı ve
talep bir anımızı hatırlattı. Nijerya’nın başkenti Abuca’da idik. Bizim Şemsi
Hoca ile sabah namazı vakti bir Camiye gidesimiz tuttu. Orada küçük küçük
mescitler çok. Ve bulduk bir tanesini ve içeri girdik. Küçücük bir mekân ve o mekânın
neredeyse tüm alanı sıra sıra yatan insanlarla dolu. En az onbeş kişi boylu
boyunca uzanmışlar ve hepsi de uykularını uyuyorlar. Artık namaz kılma vakti de
olduğu için bizim varışımızla birlikte kalktılar ve abdest aldılar, birlikte
namaz kıldık. Sonra öğrendik ki bu adamlar, yakın şehir ve kasabalarda görev
yapan hocalar. On beş günde, bir ayda bir mescitte buluşmak üzere anlaşıyorlar
ve gelen geceyi o mescitte geceleyerek geçiriyor. Sabah namazından sonra da bir
halka oluşturuyorlar ve birlikte ders okuyorlar, müzakere yapıyorlar.
Biz de merak
ettik, ne okuyorlar diye. Bizim bu talebimiz üzere çok genç birisine Kur’an
okuttular. Arap makamı üzere güzel sesiyle Kur’an okudu. Ondan sonra da
derslerine koyuldular ve biz de ayrıldık. Bizim için güzel bir tecrübe olmuştu.
Küçücük bir
mescit. Sergi namına hemen hemen hiçbir şey yok. Sanat eseri sayılacak bir şey
yok. Mihrap, minber, kürsü öylesine derme çatma. Bizim yol üzerindeki bazı
mescitler gibi. İşte böyle bir mescit on beş kadar evsizi o geceye mahsus
ağırlayabilmiş. Kapısı ardına kadar açık. Kilit milit bir şey yok. Çünkü kilit arkasına
koyacak bir şey yok.
Gelelim bir
de bizim camilere.
Bizim
camilerimizde hem para edecek eşya var, hem de çok tarihî değeri olan eserler
var. İnsanların dininin imanının para olduğu bir zamanda, para eden şey caminin
minaresi ise neredeyse onu da bir kılıfına uydurup çalacaklar. Nice tarihî
çinilerimiz sökülmüş, şamdanlar, mihraplar, minberler soyulmuş, Kabe örtüleri
çerçevelerinden sökülmüş… Para kumbaraları parçalanmış… Hele halılar…
Soyulmadık, çalınmadık para edecek hiçbir değer kalmamış… Bütün bunlar olunca insanlar
çareyi namaz sonrasında hemen kapıları kapatmakta bulmuşlar. Hz. Peygamber’in mescidine girseydiniz ve bir
şeyler almak isteseydiniz neyi alıp götürecektiniz. Şamdan, lamba, idare… bile yoktu. Minber, mihrap gibi mescid için en
işlevsel kısımlar, birer hurma kütüğünden ibaretti. Zemin topraktı, yağmur
yağdığı zaman çamur olurdu. Hz. Ömer zamanında çakıl döşenmişti. Sergi yoktu.
İnsanlar varsa ayakkabıları (na’l), onlar
ile namazlarını kılarlardı. Ve
kapıları ardına kadar açıktı. Eşi Fatıma ile kavga eden Alilerimiz oraya
sığınır ve geceyi orada geçirirlerdi. Uzaklardan gelen kervanlar ağırlıklarını
oraya indirirlerdi. Evsizler için zaten Suffe denilen bir kısım tahsis
edilmişti, üzeri örtülü o çardakta yaşantılarını sürdürürlerdi.
Bütün bu
sadeliğine karşın, Hz. Peygamber’in mescidi çok işlevseldi o kadar ki tüm
hayatın nabzı orada atardı. O günkü mescid, bu gün mevcut olan her bir kurumun
nüvesiydi; cami-mektep-adliye teşkilatı-meclis binası-askerî komuta merkezi,
evlendirme dairesi, acil servis… gibi aklınıza gelen her türlü hizmetlerin
yapıldığı bir mekân halindeydi.
Medeniyetin
ilerlemesi ve hayatın sadelikten kozmopolit bir yapıya evirilmesiyle birlikte
iş bölümü gereği kurumların her biri artık mescitten ayrılmış ve müstakillik
kazanmıştı.
Camiler,
artık sadece ibadet edilen yerler halini almıştı. Bu olandır, iyi veya kötü şeklinde bir değer
atfetmeksizin ortaya konulmuş bir tespittir.
Mescitleriniz
sade iken o sizi koruyordu ve sığınmak isteyen, orada gecelemek isteyen herkese
kapıları açıktı ve mabet olmanın yanında sığınaktı, korunaktı.
Ama
camileriniz şimdi çok süslü, çok şatafatlı, çok değerli eşyalar, paraya
çevrilebilir eserler içeriyor. Haliyle siz de onları saklamak istiyorsunuz.
Bunun yolu da kapısına kilit vurmak.
Eminim
ilgililere sorsanız size benzer cevaplar vereceklerdir.
Şimdi ben
size sorayım: Siz olsaydınız ne yapardınız?
Camileriniz
sadece ibadetlerin yapıldığı dört duvarı olan ve iklim şartlarına göre üzeri
açık ya da kapalı olan kapısı hiç olmayan ya da ardına kadar açık olan,
ayaklarımızdaki nalinlerle ya da nasır tutmuş çıplak ayaklarla basmaktan
çekinmeyeceğiniz, kedi köpek gibi hayvanların dışkılarını yapması halinde fazla
bir sorun oluşturmayacak hatta bedevinin indiğinde küçük abdestini bile
bozabileceği toprak bir zemin ya da
basit bir hasır içeren bir şekilde mi olsun?
Ya da çıplak ayakla bile basıldığı zaman iz
yapan lüks halılarla kaplı, her türlü ihtişamı, estetiği, güzelliği bir araya
getirmiş, altın varaklarla yazılmış levhalarla, gümüş şamdanlarla, avizelerle…
süslü bir camimiz mi olsun. Eğer cevabınız ikincisi ise o zaman ayakkabılarınız koymak
için bile kilitli sandukalar yapmak, dört bir tarafa kamera koymak ve her bir
kapıyı kilitlemek zorundasınız.
Bir başka
yol daha var. Kendini mabetlere adamış adamlarımız olur mu? İşleri sadece namaz kıldırmaktan
ibaret olmayan, kendini gerçek anlamda camiye ve cemaate adamış gönüllüler
olursa belki o zaman da camilerimizi devamlı olarak açık tutmak mümkün
olabilir. İmamlarımızın devamlı camilerde beklemeleri çok zor.
Bazı
camilerde sonradan gelenler için namaz kılabilecekleri küçük bir mekân
olmaktadır. Aynı işlevi görecek mekânlar
her cami için düşünülebilir ve sonradan gelenler de en azından camiye
giremeseler bile namazlarını kılmış olurlar.
Müftülerimiz
bu konuda, özellikle de kadınların camilere alıştırılması hususunda düşünüyor
olmalılar.
Bir zamanda
ve mekânda genel ahlak bozuldu mu, bunun pis kokusu demek oluyor ki
mescitlerimizi bile etkiliyor. Yoksa neden kilitleyelim ki?
Dua ile!
25.09.2012
GARİBCE
Şam'daki bir anımı hatırlattı yazdıklarınız. Sûk-ı Hamidiyye'de Ebû Hureyre mescidine büyük bir şevk ve merakla girmiştik de daracık yerde yatan adamları görünce doğru düzgün dua bile edemeden çıkmıştık. Bilâl-i Habeşî dahil birçok sahâbenin kabirleri Türkiye'de olsa kim bilir ne güzel çinilerle hatlarla donatılırdı diye düşünmüştük. Nitekim Ebû Eyyûb el-Ensârî bize tabir-i caizse Peygamber mirası, onu bize İstanbulda hatırlatan bir manevi önder, nasıl da güzel yapmış türbesini ecdâd... Kültür farkı olmalı sebep. Ama bu kadar tarihi ve kıymetli eser barındıran camilerimizde özgürce ibadet de edebilmeliyiz. Geçtiğimiz yıllarda Sultanahmet Camii'nin üst katında namaz kılarken güvenlik görevlileri bizleri aşağı indirmişti. Sebep? Ordaki birkaç çininin daha önce çalınmış olması... Bilmiyorum ki hangisi doğru...
YanıtlaSilSaygıdeğer hocam, biliyorsunuz Neşet Ertaş vefat etti. Eğer türküleri sizde bizde oluşturduğu yankıyı oluşturuyorsa o güzel Türkçenizle bize onunla ilgili bir yazı yazsanız... Türkülerindeki temiz Türkçeyi yazınızda tatsak... Selam ile...
YanıtlaSil