25 Eylül 2012 Salı

Cami kapıları neden kilitli olur?

 
E.K. adlı MEB’de çalışan bir bayan arkadaşımız şöyle diyor:
“Bilmem ne camisinde namaz kılayım dedim, imam kapıyı kilitlemiş… Cami kapıları her daim açık olmalı!”
 
Bu yazı ve talep bir anımızı hatırlattı. Nijerya’nın başkenti Abuca’da idik. Bizim Şemsi Hoca ile sabah namazı vakti bir Camiye gidesimiz tuttu. Orada küçük küçük mescitler çok. Ve bulduk bir tanesini ve içeri girdik. Küçücük bir mekân ve o mekânın neredeyse tüm alanı sıra sıra yatan insanlarla dolu. En az onbeş kişi boylu boyunca uzanmışlar ve hepsi de uykularını uyuyorlar. Artık namaz kılma vakti de olduğu için bizim varışımızla birlikte kalktılar ve abdest aldılar, birlikte namaz kıldık. Sonra öğrendik ki bu adamlar, yakın şehir ve kasabalarda görev yapan hocalar. On beş günde, bir ayda bir mescitte buluşmak üzere anlaşıyorlar ve gelen geceyi o mescitte geceleyerek geçiriyor. Sabah namazından sonra da bir halka oluşturuyorlar ve birlikte ders okuyorlar, müzakere yapıyorlar.
Biz de merak ettik, ne okuyorlar diye. Bizim bu talebimiz üzere çok genç birisine Kur’an okuttular. Arap makamı üzere güzel sesiyle Kur’an okudu. Ondan sonra da derslerine koyuldular ve biz de ayrıldık. Bizim için güzel bir tecrübe olmuştu.
Küçücük bir mescit. Sergi namına hemen hemen hiçbir şey yok. Sanat eseri sayılacak bir şey yok. Mihrap, minber, kürsü öylesine derme çatma. Bizim yol üzerindeki bazı mescitler gibi. İşte böyle bir mescit on beş kadar evsizi o geceye mahsus ağırlayabilmiş. Kapısı ardına kadar açık. Kilit milit bir şey yok. Çünkü kilit arkasına koyacak bir şey yok.
Gelelim bir de bizim camilere.
Bizim camilerimizde hem para edecek eşya var, hem de çok tarihî değeri olan eserler var. İnsanların dininin imanının para olduğu bir zamanda, para eden şey caminin minaresi ise neredeyse onu da bir kılıfına uydurup çalacaklar. Nice tarihî çinilerimiz sökülmüş, şamdanlar, mihraplar, minberler soyulmuş, Kabe örtüleri çerçevelerinden sökülmüş… Para kumbaraları parçalanmış… Hele halılar… Soyulmadık, çalınmadık para edecek hiçbir değer kalmamış… Bütün bunlar olunca insanlar çareyi namaz sonrasında hemen kapıları kapatmakta bulmuşlar.  Hz. Peygamber’in mescidine girseydiniz ve bir şeyler almak isteseydiniz neyi alıp götürecektiniz. Şamdan, lamba, idare…  bile yoktu. Minber, mihrap gibi mescid için en işlevsel kısımlar, birer hurma kütüğünden ibaretti. Zemin topraktı, yağmur yağdığı zaman çamur olurdu. Hz. Ömer zamanında çakıl döşenmişti. Sergi yoktu. İnsanlar varsa ayakkabıları (na’l), onlar  ile namazlarını kılarlardı.  Ve kapıları ardına kadar açıktı. Eşi Fatıma ile kavga eden Alilerimiz oraya sığınır ve geceyi orada geçirirlerdi. Uzaklardan gelen kervanlar ağırlıklarını oraya indirirlerdi. Evsizler için zaten Suffe denilen bir kısım tahsis edilmişti, üzeri örtülü o çardakta yaşantılarını sürdürürlerdi.
Bütün bu sadeliğine karşın, Hz. Peygamber’in mescidi çok işlevseldi o kadar ki tüm hayatın nabzı orada atardı. O günkü mescid, bu gün mevcut olan her bir kurumun nüvesiydi; cami-mektep-adliye teşkilatı-meclis binası-askerî komuta merkezi, evlendirme dairesi, acil servis… gibi aklınıza gelen her türlü hizmetlerin yapıldığı bir mekân halindeydi.
Medeniyetin ilerlemesi ve hayatın sadelikten kozmopolit bir yapıya evirilmesiyle birlikte iş bölümü gereği kurumların her biri artık mescitten ayrılmış ve müstakillik kazanmıştı.
Camiler, artık sadece ibadet edilen yerler halini almıştı.  Bu olandır, iyi veya kötü şeklinde bir değer atfetmeksizin ortaya konulmuş bir tespittir.
Mescitleriniz sade iken o sizi koruyordu ve sığınmak isteyen, orada gecelemek isteyen herkese kapıları açıktı ve mabet olmanın yanında sığınaktı, korunaktı.
Ama camileriniz şimdi çok süslü, çok şatafatlı, çok değerli eşyalar, paraya çevrilebilir eserler içeriyor. Haliyle siz de onları saklamak istiyorsunuz. Bunun yolu da kapısına kilit vurmak.
Eminim ilgililere sorsanız size benzer cevaplar vereceklerdir.
Şimdi ben size sorayım: Siz olsaydınız ne yapardınız?
Camileriniz sadece ibadetlerin yapıldığı dört duvarı olan ve iklim şartlarına göre üzeri açık ya da kapalı olan kapısı hiç olmayan ya da ardına kadar açık olan, ayaklarımızdaki nalinlerle ya da nasır tutmuş çıplak ayaklarla basmaktan çekinmeyeceğiniz, kedi köpek gibi hayvanların dışkılarını yapması halinde fazla bir sorun oluşturmayacak hatta bedevinin indiğinde küçük abdestini bile bozabileceği toprak bir  zemin ya da basit bir hasır içeren bir şekilde mi olsun?
 Ya da çıplak ayakla bile basıldığı zaman iz yapan lüks halılarla kaplı, her türlü ihtişamı, estetiği, güzelliği bir araya getirmiş, altın varaklarla yazılmış levhalarla, gümüş şamdanlarla, avizelerle… süslü bir camimiz mi olsun. Eğer cevabınız  ikincisi ise o zaman ayakkabılarınız koymak için bile kilitli sandukalar yapmak, dört bir tarafa kamera koymak ve her bir kapıyı kilitlemek zorundasınız.
Bir başka yol daha var. Kendini mabetlere adamış adamlarımız  olur mu? İşleri sadece namaz kıldırmaktan ibaret olmayan, kendini gerçek anlamda camiye ve cemaate adamış gönüllüler olursa belki o zaman da camilerimizi devamlı olarak açık tutmak mümkün olabilir. İmamlarımızın devamlı camilerde beklemeleri çok zor.  
Bazı camilerde sonradan gelenler için namaz kılabilecekleri küçük bir mekân olmaktadır.  Aynı işlevi görecek mekânlar her cami için düşünülebilir ve sonradan gelenler de en azından camiye giremeseler bile namazlarını kılmış olurlar.
Müftülerimiz bu konuda, özellikle de kadınların camilere alıştırılması hususunda düşünüyor olmalılar.
Bir zamanda ve mekânda genel ahlak bozuldu mu, bunun pis kokusu demek oluyor ki mescitlerimizi bile etkiliyor. Yoksa neden kilitleyelim ki?
Dua ile!
25.09.2012
GARİBCE
 

2 yorum:

  1. Şam'daki bir anımı hatırlattı yazdıklarınız. Sûk-ı Hamidiyye'de Ebû Hureyre mescidine büyük bir şevk ve merakla girmiştik de daracık yerde yatan adamları görünce doğru düzgün dua bile edemeden çıkmıştık. Bilâl-i Habeşî dahil birçok sahâbenin kabirleri Türkiye'de olsa kim bilir ne güzel çinilerle hatlarla donatılırdı diye düşünmüştük. Nitekim Ebû Eyyûb el-Ensârî bize tabir-i caizse Peygamber mirası, onu bize İstanbulda hatırlatan bir manevi önder, nasıl da güzel yapmış türbesini ecdâd... Kültür farkı olmalı sebep. Ama bu kadar tarihi ve kıymetli eser barındıran camilerimizde özgürce ibadet de edebilmeliyiz. Geçtiğimiz yıllarda Sultanahmet Camii'nin üst katında namaz kılarken güvenlik görevlileri bizleri aşağı indirmişti. Sebep? Ordaki birkaç çininin daha önce çalınmış olması... Bilmiyorum ki hangisi doğru...

    YanıtlaSil
  2. Saygıdeğer hocam, biliyorsunuz Neşet Ertaş vefat etti. Eğer türküleri sizde bizde oluşturduğu yankıyı oluşturuyorsa o güzel Türkçenizle bize onunla ilgili bir yazı yazsanız... Türkülerindeki temiz Türkçeyi yazınızda tatsak... Selam ile...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...