11 Ocak 2013 Cuma

Bu yazı Garibce’nin 365. yazısı


 

Garibce doğalı tam bir sene olmadı, ama yazılarının sayısı tam bir yılın günlerine denk düştü.
İlk yazısı mahkeme “kadıya mülk değil” başlığı ile yayınlanmıştı ve 24 Mart 2012 tarihini taşıyordu.
Bismillah denmiş ve Garibce bir pencere açılmıştı.
Her gün bir yazı yazmak ilkemizdi.
Ramazan bereketiyle günde iki-üç yazı yazdığımız olmuştu.
Tatil, izin, görev vb. gibi sebepler yüzünden yazamadığımız günler de olmuştu.
Ama şükürler olsun Garibce belli bir istikrar tutturdu ve yoluna devam ediyor.
Garibce “Tek başına bir ümmet” diyor bir hocamız.
Garibce kimsenin dili değil, özünde kabaran duyguların, zihninde çakan fikirlerin, aklında uçuşan fikirlerin ve tabi ki yılların birikimi bilginin dili.
Garibce’nin şiarı bildiğiniz gibi bilgi, duygu ve mizahtır. Yani üçü bir arada.
İşin içine mizah girince hoş oluyor. Fakat birileri gülerken, birilerine de batabiliyor.
Garibce bazen hatta çoğu zaman malzeme olarak kendisini kullanıyor, bu hoşuna da gidiyor. Bizim hoca: “Beni öldürseler ben o şekilde kendimden bahsedemem” diyor, kendimi mizah konusu yapmamı kastediyor.
Garibce tuttu. Hatta bazı hocalarım beni artık Garibce olarak çağırıyor. Hoşuma gidiyor mu? Pek bilmiyorum. Çünkü Garibce ben değilim, o içimdeki ben. Biraz muzip, yazgan, eyvallahı olmayan biri. Oysa ben garibim öyle mi? Ağzı var dili yok… Üstelik ilk görenler için oldukça sert bir görüntü veriyor, kendisine yaklaşılması zor görülüyor. Sessiz mi sessiz. İş bölümünde konuşmak ellere, dinlemek ona düşmüş. Hele anlatılan bayat ve kaba fıkralar karşısındaki tutumu, anlatanı çileden çıkartacak kadar soğuk ve tepkisiz. O yüzden fıkra anlatma meraklısı olanlar ondan çok haz etmezler.
Neyse ki sonuçta Garibce de içimdeki ben. O yüzden Garibce diye çağrılmamı çok da yadırgamıyorum.
Garibce’nin yazdıkları –başarısına rağmen- yeterince makes bulmadı. Çünkü onu daha çok talebeler okuyor. Etki alanı dalga dalga yayıldığında o mizahların ucunun birilerine dokunabileceği anlaşılıyor. Şimdiden bazı tepkiler de gelmeye başladı sayılabilir.
Çünkü Garibce hep hayatın içinden şeyler anlatıyor. Kendisinin özne ya da müşahit olduğu olayları, yaşanmış hatıraları veriyor. Güzeli de çirkini de ortaya çıkarıyor. Haliyle biraz abartılar da yapılabiliyor. Sahnede ışık belli bir nokta üzerine çevrilince, etraftaki unsurlar silikleşir. Yazı da öyle. Bir olayı anlatırsınız ve fakat o olayı anlatmak değildir asıl maksadınız. Belli ki o olay üzerinden bir noktanın altını çizmek istemektesiniz. Bu durumda o olayı bütün ayrıntılarıyla ve eşit bir biçimde nakletmek yoluna gitmezsiniz, vurgulamak istediğiniz yönü öne çıkarırsınız. Bu da birilerine aşırı bir değer atfını gerektirirken, diğerlerini de silikleştirme, önemsizleştirme gibi bir durumun içine sokar. Oysa niyetiniz ne odur ne de öteki.
Geçen Samsun’da bir dostun evindeydik. O dost sohbet konusu açmam üzere Garibce’den bir ipucu vererek beni o alana çekmek istedi. İyi de ben Garibce değilim ki. O içimdeki ben.
Ben bir türlü Garibce’nin yazdıklarını hatırlayamadım. Hani hocam şöyle idi böyle idi ya! Eee! Gene bir şey yok. Hoca neredeyse hikayenin tümünü anlatmak zorunda kaldı. Sonunda ancak hatırlayabildim. Mahcup da olmuştum.
Vaktiyle bir hocamıza güldüğüm şey bu kez Garibce yüzünden benim kendi başıma gelmişti.
İnsanlar taze edindikleri bilgileri sıcağı sıcağına paylaşıveriyorlar sonra da o bilgi tabi kalıcı hafızaya kaydedilmediği için uçuşup gidiyor. Yazı kalıyor, hafıza siliniyor. Ben de belli ki öyle yapmışım “Garibce’nin eşşek şakası” başlıklı yazımda o günlerde kendisine bir eşek şakası yapılmış olan hocamızın canı yanmış biri olarak kendisi ile ilgili anlattığı bir hikayeyi sıcağı sıcağına Garibce’nin hatırasına bir mukaddime olsun diye yazıvermişim, ama benim kendime ait mahfuz bilgilerden olmadığı için de demek ki buruşturup çöp kutusuna atıvermişiz. Onan sonra da hatırla bakalım nasıl hatırlayacaksan.
Anladım ki Garibce bu yüzden benim başıma daha çok iş açacak.
Laf aramızda Garibce benden daha meşhur olmuş. Birçok öğrencimiz “Hocam, ben sizi Garibce’den tanıyorum” diyor.
Kimileri şöyle notlar düşmüş:
“Garibce’nin bakış açısı şimdiye dek karşılaştığım bazı hocalardan farklı olduğu için düşünce yapımda değişiklikler olduğunu hissettim. Yani benim için taşlar yerinden oynuyordu da mecrasından kayıyor mu yoksa yerine mi oturuyordu bilemedim”
“Hem ağlatabilen hem güldürebilen bir yeteneğiniz beni size hayran bıraktı”.
“Örnekler vererek, somutlaştırarak anlatımınız işi kolay kılıyor”.
“Garibce rahat düşünüyor!”
Garibce’nin yazılarına ilişkin yapılan muhtelif yorumlar oldu. Bunların büyük çoğunluğu takdir doluydu ve bunlar bizi yolumuzda sabitkadem kılmada daha bir azimli kıldı.
Sadece bir iki tanesi olumsuzdu. Garibce onları da yayınlamada bir beis görmedi. Çünkü hak ve hakikat her ne ise hakkı verilmeli idi. Okuyucuları tek bir pencereye mahkum etmek -bu pencere Garibce bile olsa- Garibce’nin anlayışına uymazdı. Hem onlar nerden bilsinler, yazdıklarında Garibce aslında kendini yazmıştı.
Garibce hayatın içinden yazıyor. Garibce bizzat yaşanmış olayları dile getiriyor. Başkaları ile paylaştığı hatıraları anlatıyor. Onlardan dersler çıkarıyor. Hal böyle olunca aynı olayın içinde yer alanlar farkına vardıklarında tepki veriyorlar:
“Hocam o toplantıda ben de vardım… Hakikaten çok güzel olmuştu, yahut çok duygulanmıştık!” gibi geri bildirimler oluyor.
Kimi de “Bu anlatımdan rencide oldum!” şeklinde tepki gösteriyor.
Bu kabilden olanlar nadir. “en-Nâdiru felâ hukme leh” der bizim fakihler. Nadirattan olan şeyler bir mesele olarak ele alınıp da hakkında bir hüküm verilmez, anlamındadır. Nadir de olsa bu türden incinmeler de olabiliyor. Ne yapalım biz Garibce’nin penceresinden bakıyor ve gördüklerimizi okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz. Mümkün olduğu kadar isim vermemeye ya da tanınacak kadar belli olacak şekilde resim çizmemeye çalışıyoruz ama bazen imalar bile çok anlaşılır olabiliyor, oklar hedefini çabucak bulabiliyor. Mizahın kaçınılmaz sonucu bu.
Garibce’nin kimseyi incitmek gibi niyeti hiçbir zaman olmamıştır. Ama bilmeden, farkında olmadan insanlar incinebiliyor.
Hereke’de vaiz iken Cuma vaazında bir gün önce trende şahit olduğumuz bir olaya sebep olayın içinde olan adamı yerden yere vurmuştum. Maksadım müslümanın ferasetini, nezahetini, irfanını ortaya koymaktı. Verdiğim misal de çok uygundu. Namaz sonrasında bir adam yanıma yaklaştı ve : “-Hocam dedi, bu gün öyle oldu öyle oldu ki!”
Dedim: “-Ne oldu?”
“-Senin o bahsettiğin avanak, irfansız, ferasetsiz Müslüman var ya işte o bendim!” dedi. Adama karşı çok mahcup olmuştum, ama anlattıklarımın hepsi doğruydu. Adam da zaten farkındaydı, o yüzden hoş bir şey olmuş gibi anlatıyordu.
Madem çıktık bu yola, olacak bu gibi yol kazaları. Allah beterlerinden korusun!
“Garibce saiki özünde bir azmin ifadesidir” diyor fikir babası.
Garibce, o azimle öğrencilerimizin ufuklarının açılmasında, farklı bakış açıları tanımalarında çok faydalı işler gördü ve görüyor.
Garibce, dini hayatın içinde görmek istiyor, o yüzden de kolaylaştırıcı, sevdirici, kucaklayıcı bir anlayışı tervic ediyor.
Garibce, eğitimin aksayan yönlerini ısrarla dile getirdi ve getiriyor.
Garibce İslam’ın yumuşak karnı kadın konusunda sürekli yazılar yazıyor.
Garibce katıldığı etkinliklerle ilgili haberler yapıyor ve özetler sunuyor.
Garibce kültürü ihmal etmiyor.
Garibce dil konusunda da duyarlı davranıyor ve eğlenceli yazılar yazıyor.
Garibce bazen Abdurrahman Usta’lık da yapıyor.
Ve hatta kendi uzmanlık alanı olan fıkha dair yazılar bile yazıyor.
Velhasıl Garibce, garib bir şekilde yoluna devam ediyor.
Garibce, eski yazılarımızı havalandırıp daha çok okunmasına vesile olan paylaşmacı okuyucularımıza teşekkür ediyor. Onların bu konuda himmetlerinin artarak devam etmesini diliyor.
Garibce, okurlarına minnet ve şükran duygularını sunuyor.
Garibce cümlenize selam ediyor.
Ve Garibce Allah’a hamd ediyor.

Dua ile!
11.01.2013
GARİBCE

1 yorum:

  1. hocam sizi her gün merakla takip ediyoruz yazilarinizin devamini sabirsizlikla bekliyorum 365..

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...