Garibce doğalı tam bir
sene olmadı, ama yazılarının sayısı tam bir yılın günlerine denk düştü.
İlk yazısı mahkeme
“kadıya mülk değil” başlığı ile yayınlanmıştı ve 24 Mart 2012 tarihini
taşıyordu.
Bismillah denmiş ve
Garibce bir pencere açılmıştı.
Her gün bir yazı yazmak
ilkemizdi.
Ramazan bereketiyle günde
iki-üç yazı yazdığımız olmuştu.
Tatil, izin, görev vb.
gibi sebepler yüzünden yazamadığımız günler de olmuştu.
Ama şükürler olsun
Garibce belli bir istikrar tutturdu ve yoluna devam ediyor.
Garibce “Tek başına bir
ümmet” diyor bir hocamız.
Garibce kimsenin dili
değil, özünde kabaran duyguların, zihninde çakan fikirlerin, aklında uçuşan
fikirlerin ve tabi ki yılların birikimi bilginin dili.
Garibce’nin şiarı
bildiğiniz gibi bilgi, duygu ve mizahtır. Yani üçü bir arada.
İşin içine mizah girince
hoş oluyor. Fakat birileri gülerken, birilerine de batabiliyor.
Garibce bazen hatta çoğu
zaman malzeme olarak kendisini kullanıyor, bu hoşuna da gidiyor. Bizim hoca: “Beni
öldürseler ben o şekilde kendimden bahsedemem” diyor, kendimi mizah konusu
yapmamı kastediyor.
Garibce tuttu. Hatta bazı
hocalarım beni artık Garibce olarak çağırıyor. Hoşuma gidiyor mu? Pek
bilmiyorum. Çünkü Garibce ben değilim, o içimdeki ben. Biraz muzip, yazgan,
eyvallahı olmayan biri. Oysa ben garibim öyle mi? Ağzı var dili yok… Üstelik
ilk görenler için oldukça sert bir görüntü veriyor, kendisine yaklaşılması zor
görülüyor. Sessiz mi sessiz. İş bölümünde konuşmak ellere, dinlemek ona düşmüş.
Hele anlatılan bayat ve kaba fıkralar karşısındaki tutumu, anlatanı çileden
çıkartacak kadar soğuk ve tepkisiz. O yüzden fıkra anlatma meraklısı olanlar
ondan çok haz etmezler.
Neyse ki sonuçta Garibce
de içimdeki ben. O yüzden Garibce diye çağrılmamı çok da yadırgamıyorum.
Garibce’nin yazdıkları –başarısına
rağmen- yeterince makes bulmadı. Çünkü onu daha çok talebeler okuyor. Etki
alanı dalga dalga yayıldığında o mizahların ucunun birilerine dokunabileceği
anlaşılıyor. Şimdiden bazı tepkiler de gelmeye başladı sayılabilir.
Çünkü Garibce hep hayatın
içinden şeyler anlatıyor. Kendisinin özne ya da müşahit olduğu olayları,
yaşanmış hatıraları veriyor. Güzeli de çirkini de ortaya çıkarıyor. Haliyle
biraz abartılar da yapılabiliyor. Sahnede ışık belli bir nokta üzerine
çevrilince, etraftaki unsurlar silikleşir. Yazı da öyle. Bir olayı anlatırsınız
ve fakat o olayı anlatmak değildir asıl maksadınız. Belli ki o olay üzerinden
bir noktanın altını çizmek istemektesiniz. Bu durumda o olayı bütün ayrıntılarıyla
ve eşit bir biçimde nakletmek yoluna gitmezsiniz, vurgulamak istediğiniz yönü
öne çıkarırsınız. Bu da birilerine aşırı bir değer atfını gerektirirken,
diğerlerini de silikleştirme, önemsizleştirme gibi bir durumun içine sokar.
Oysa niyetiniz ne odur ne de öteki.
Geçen Samsun’da bir
dostun evindeydik. O dost sohbet konusu açmam üzere Garibce’den bir ipucu
vererek beni o alana çekmek istedi. İyi de ben Garibce değilim ki. O içimdeki
ben.
Ben bir türlü Garibce’nin
yazdıklarını hatırlayamadım. Hani hocam şöyle idi böyle idi ya! Eee! Gene bir
şey yok. Hoca neredeyse hikayenin tümünü anlatmak zorunda kaldı. Sonunda ancak
hatırlayabildim. Mahcup da olmuştum.
Vaktiyle bir hocamıza
güldüğüm şey bu kez Garibce yüzünden benim kendi başıma gelmişti.
İnsanlar taze edindikleri
bilgileri sıcağı sıcağına paylaşıveriyorlar sonra da o bilgi tabi kalıcı
hafızaya kaydedilmediği için uçuşup gidiyor. Yazı kalıyor, hafıza siliniyor.
Ben de belli ki öyle yapmışım “Garibce’nin eşşek şakası” başlıklı yazımda o
günlerde kendisine bir eşek şakası yapılmış olan hocamızın canı yanmış biri
olarak kendisi ile ilgili anlattığı bir hikayeyi sıcağı sıcağına Garibce’nin hatırasına
bir mukaddime olsun diye yazıvermişim, ama benim kendime ait mahfuz bilgilerden
olmadığı için de demek ki buruşturup çöp kutusuna atıvermişiz. Onan sonra da
hatırla bakalım nasıl hatırlayacaksan.
Anladım ki Garibce bu
yüzden benim başıma daha çok iş açacak.
Laf aramızda Garibce
benden daha meşhur olmuş. Birçok öğrencimiz “Hocam, ben sizi Garibce’den
tanıyorum” diyor.
Kimileri şöyle notlar
düşmüş:
“Garibce’nin bakış açısı
şimdiye dek karşılaştığım bazı hocalardan farklı olduğu için düşünce yapımda
değişiklikler olduğunu hissettim. Yani benim için taşlar yerinden oynuyordu da
mecrasından kayıyor mu yoksa yerine mi oturuyordu bilemedim”
“Hem ağlatabilen hem
güldürebilen bir yeteneğiniz beni size hayran bıraktı”.
“Örnekler vererek,
somutlaştırarak anlatımınız işi kolay kılıyor”.
“Garibce rahat
düşünüyor!”
Garibce’nin yazılarına
ilişkin yapılan muhtelif yorumlar oldu. Bunların büyük çoğunluğu takdir doluydu
ve bunlar bizi yolumuzda sabitkadem kılmada daha bir azimli kıldı.
Sadece bir iki tanesi
olumsuzdu. Garibce onları da yayınlamada bir beis görmedi. Çünkü hak ve hakikat
her ne ise hakkı verilmeli idi. Okuyucuları tek bir pencereye mahkum etmek -bu
pencere Garibce bile olsa- Garibce’nin anlayışına uymazdı. Hem onlar nerden
bilsinler, yazdıklarında Garibce aslında kendini yazmıştı.
Garibce hayatın içinden
yazıyor. Garibce bizzat yaşanmış olayları dile getiriyor. Başkaları ile
paylaştığı hatıraları anlatıyor. Onlardan dersler çıkarıyor. Hal böyle olunca
aynı olayın içinde yer alanlar farkına vardıklarında tepki veriyorlar:
“Hocam o toplantıda ben
de vardım… Hakikaten çok güzel olmuştu, yahut çok duygulanmıştık!” gibi geri
bildirimler oluyor.
Kimi de “Bu anlatımdan rencide
oldum!” şeklinde tepki gösteriyor.
Bu kabilden olanlar
nadir. “en-Nâdiru felâ hukme leh” der bizim fakihler. Nadirattan olan şeyler
bir mesele olarak ele alınıp da hakkında bir hüküm verilmez, anlamındadır. Nadir
de olsa bu türden incinmeler de olabiliyor. Ne yapalım biz Garibce’nin
penceresinden bakıyor ve gördüklerimizi okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz.
Mümkün olduğu kadar isim vermemeye ya da tanınacak kadar belli olacak şekilde
resim çizmemeye çalışıyoruz ama bazen imalar bile çok anlaşılır olabiliyor,
oklar hedefini çabucak bulabiliyor. Mizahın kaçınılmaz sonucu bu.
Garibce’nin kimseyi
incitmek gibi niyeti hiçbir zaman olmamıştır. Ama bilmeden, farkında olmadan
insanlar incinebiliyor.
Hereke’de vaiz iken Cuma
vaazında bir gün önce trende şahit olduğumuz bir olaya sebep olayın içinde olan
adamı yerden yere vurmuştum. Maksadım müslümanın ferasetini, nezahetini,
irfanını ortaya koymaktı. Verdiğim misal de çok uygundu. Namaz sonrasında bir
adam yanıma yaklaştı ve : “-Hocam dedi, bu gün öyle oldu öyle oldu ki!”
Dedim: “-Ne oldu?”
“-Senin o bahsettiğin
avanak, irfansız, ferasetsiz Müslüman var ya işte o bendim!” dedi. Adama karşı
çok mahcup olmuştum, ama anlattıklarımın hepsi doğruydu. Adam da zaten
farkındaydı, o yüzden hoş bir şey olmuş gibi anlatıyordu.
Madem çıktık bu yola,
olacak bu gibi yol kazaları. Allah beterlerinden korusun!
“Garibce saiki özünde bir
azmin ifadesidir” diyor fikir babası.
Garibce, o azimle öğrencilerimizin
ufuklarının açılmasında, farklı bakış açıları tanımalarında çok faydalı işler
gördü ve görüyor.
Garibce, dini hayatın
içinde görmek istiyor, o yüzden de kolaylaştırıcı, sevdirici, kucaklayıcı bir anlayışı
tervic ediyor.
Garibce, eğitimin aksayan
yönlerini ısrarla dile getirdi ve getiriyor.
Garibce İslam’ın yumuşak
karnı kadın konusunda sürekli yazılar yazıyor.
Garibce katıldığı
etkinliklerle ilgili haberler yapıyor ve özetler sunuyor.
Garibce kültürü ihmal
etmiyor.
Garibce dil konusunda da
duyarlı davranıyor ve eğlenceli yazılar yazıyor.
Garibce bazen Abdurrahman
Usta’lık da yapıyor.
Ve hatta kendi uzmanlık
alanı olan fıkha dair yazılar bile yazıyor.
Velhasıl Garibce, garib
bir şekilde yoluna devam ediyor.
Garibce, eski
yazılarımızı havalandırıp daha çok okunmasına vesile olan paylaşmacı
okuyucularımıza teşekkür ediyor. Onların bu konuda himmetlerinin artarak devam
etmesini diliyor.
Garibce, okurlarına
minnet ve şükran duygularını sunuyor.
Garibce cümlenize selam
ediyor.
Ve Garibce Allah’a hamd
ediyor.
Dua ile!
11.01.2013
GARİBCE
hocam sizi her gün merakla takip ediyoruz yazilarinizin devamini sabirsizlikla bekliyorum 365..
YanıtlaSil