Herkes bir yol tutturmuş
gidiyor.
İyi, güle güle, ne
diyelim.
Ama İslam adına bir yol iddiası
varsa o zaman elbette ki Garibce bir Müslüman olarak bizim de söyleyeceklerimiz
vardır.
Hiç kimse İslam adına insanlarımızı
iğfal etmemeli, onları sonu belli olmayan maceralara sürüklememeli, ateş
çukurunun yanı başında şaklabanlığa, oyun ve eğlenceye dalacak aymazlıklara
müncer olacak yönlendirmelere girişmemeli.
Hz. Peygamber –canlar
feda- bağından kopmuş inançsızlık boşluğunda yuvarlanmakta olan insanları kulluk bağı ile kopmaz bir kulpa
sabitlemek uğrunda canını ortaya koyarak ne gayretler içinde ömrünü tüketti. Ateşin göz
alıcı cazibesine kendisini kaptıran kelebekleri
yanmaktan kurtarabilmek için ne fedakarane çabalar içinde oldu. Uçurumun
kenarında helak çukuruna atlamak isteyen nice şehvet esaretince basireti
körelmiş yol bilmez yordam bilmezi bel kemerlerinden yakalayıp, cehennem
çukurlarına yuvarlanmadan kurtarıp, cennetin ebedi huzur ve sükun iklimine
yollamaya çalıştı.
Sonunda bütün ölümlüler
gibi o da ölümü tattı ve Hakk’a yürüdü.
Arkasından Ebu Bekirler,
Ömerler, Osmanlar ve Aliler bir koldan, İbn Mesûdlar, Abdullahlar, Zeyd b.
Sabitler Übey b. Ka’blar ve tabii ki Hz. Aişeler diğer koldan Hz. Peygamber’in
öğretisini sürdürme sorumluluğunu devraldılar.
Hz. Peygamber geriye bir
iz bırakmıştı. Arkadan gelenler onun izinin üzerine basa basa onu takip
ettiler. Derken izler birbirine karıştı da kocaman bir yol oldu. Arkadan gelen
ve katma değer oluşturan her bir İslam alimi ve yöneticisi (ulema ve ümera) bu
izlere bir iz daha katarak oluşan yolun daha geniş, düz ve engebesiz hale gelmesine katkıda
bulundular.
İmdi sırada sen ve ben
varız. Bir de o tabii.
Yol onun yolu. Yolunda
olmak ve yolunda ölmek sadece bu demek. Bu yoldan çıkarak onun yolunda olduğunu
iddia etmek sadece sapıklıktır. Herkes kendisinden sorumludur. Sizin bizzat
kendinizin yoldan çıkması sizi ilgilendirir. Fakat İslamlık adına arkanıza bir
sürü masum ve körpe dimağları takıp da kendi sapkınlığınıza ortak etmek ve
içine atlamaya hevesli olduğunuz ateş çukuruna bu masum ve körpe dimağları da
çekmek isterseniz ve bu durumda bizler de suskun kalırsak onların helakine dair
çıkarılacak olan ağır faturada elbette bizlere de bir pay düşecektir. Bu
herkesçe böyle biline.
Herkesin günah işleme
özgürlüğü vardır. Cehennem boşa yaratılmış değil, elbette ki onun da
müşterileri olacaktır; hem de ne müşteriler!
Ama o türden kimselerin
bizim kendi insanlarımızı yoldan çıkarmış olmalarına, o yoldan çıkmışların
arkasına takılmaları halinde helak olacaklarına bile bile bizim onlara karşı
sessiz kalmamıza makul bir izah getirmemiz ve bu vebalin altından kolayca
kalkmamız zor hatta imkansız olur.
Müslümanlık yolda
olmaktır, yolunda ölmektir.
Ama hangi yol!
Şeytanın da kendine göre
bir yolu var.
Bize lazım olan Allah’a
götürecek olan yoldur.
Bunun da tek garantisi
oraya kılavuzluk eden aziz peygamberimizin yolunu yol edinmektir.
Bu yolu tutmak demek Hz.
Peygamber’in giydiğini giymek, yediğini yemek, bindiğine binmek demek değildir.
Bu yolu tutmak demek, onun davranışlarının saiklerini kendi davranışlarımıza
saik kılmak demektir. Bir bütün olarak İslam’ı umdeleri, ilkeleri ve amaçları
ile birlikte benimsemek ve onu hayatın içinde tutmak demektir.
Halk arasında hani bir
söz vardır: “Tam aradığım hocayı buldum!” diye.
İnsanlar özellikle de
kendi heva ve heveslerinin zebunu olan, İslam içinde kendine bir hükümranlık
alanı oluşturmak isteyen hesaplı kitaplı insanlar gerek Kur’an’dan ve gerekse
Hz. Peygamber’in buyruklarından “Tam da aradığım buydu!” tavrıyla işlerine
yarayacak hususları cımbızlayıp kendi İslamlığını inşa etmek ve kendi
inananlarını oluşturmak ve arkasından da
müptezel amaçlarına ulaşmak için kasıtlı olarak bazen de cahilliğin bir
sonucu olarak bütünlüğü göz ardı edip, olmadık şaklabanlıklarla ipi göğüslemek
isterler[1].
Maalesef insanlar da o kadar saf ki, hemen her meşrep kendisine yeterinden daha
fazla mürit bulabiliyor. Haydi hep beraber Cehennem’e jumping yapacağız diye
cerbezeli biri ortaya çıksa, bir anda arkasında kuyruk oluşabiliyor.
Bütün bu acı gerçekler,
özünde saygın ve mükerrem olan bu
insanlığa, Yüce Yaratıcı’nın rahmet ve merhamet elini uzatmasının ne kadar da
bir gereklilik olduğunu gösteriyor. O da mecburiyetten değil haşa ama mahza
lütuf ve ihsanından dolayı hemen her dönemde hidayet rehberleri göndermiş, rahmetini
insanlığın üzerinden eksik etmemiş. Ebu Cehillere rağmen Muhammedî çağrı, bir
İsa Mesih soluğu gibi dertlere derman olmuş, insanlık hak ve hakikatin yoluna
düşmüş, bir sevad-ı azam oluşmuş, bireyler yanılsa da maşerî vicdan yanılmamış
ve bu günlere gelinmiş.
O maşerî vicdan yine aynı
şekilde hüküm ferma. O sese dil olmak, o sesi yaymak ve herkese ulaşmasını
sağlamak için “ülülemr” her zaman için kendisine düşeni yapmaya çalışmış.
Garibce de bu meyanda
kendisine düşeni yapmaya çalışıyor. Biraz garibce de olsa sonunda yaptığı şey
budur:
İnsanlara “yolda olmak ve
yolunda ölünmek gerektiği”ni haykırmak. Başka ne bir derdi var ne de sevdası.
Allah bizi daim yolda ve
yolunda eylesin!
12.01.2013
GARİBCE
[1] Bu türden tavırlar ve her meşrebin kendisine
sözde delil bulduğu gerçeğine bir örnek olmak üzere bk. İbn Kuteybe (ö. H. 376),
Te’vîlü muhtelefi’l-hadîs, Beyrut1985, s. 11-15.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder