Sosyal medya işe de yarıyor. Eski
mezunlarımız Hüseyin Özcan, Hasan Ali Gökdemir gibi öncü arkadaşların girişimi ile bir olup bugün
için Fakültemizde birlikte kahvaltı yapmaya karar vermişler. 170 kadar
öğrenciden kırk kadarı bir araya gelmişler.
Önce sözü bize verdiler ve sonra da
sırayla kimi uzun kimi kısa yapıp ettiklerini ve medeni hallerini anlattılar.
İçlerinde dede olan henüz bir kişi vardı. O da talebe iken evlenmişmiş. Erken
evlenen döl alır hesabı…
Bu öğrencilerimiz birbirlerinden
ve bizden ayrıldıklarında hepsi de daha yirmili yaşların başındaydılar. Aradan
25 sene geçmiş ve karşılaştıklarında kimse
diğerini bıraktığı hal üzere bulamamış. Bunu anlatan espri şöyle idi:
Yedi bayan öğrenciden katılan dört hanım Fakülteye girdiklerinde, saçı sakalı
ağarmış, kafaları dazlamış bir takım
yaşlı yaşlı adamlar görmüşler. Bu amcalar da kim, bizim arkadaşlarımız nerede
diye kendilerini istikbal edenlere sormuşlar.
Rivayete göre o amcalar da: Şurada duran teyzeler de kim acaba diyesi
imiş.
Toplantı bitiminde Yümnü Sezen
hocaya rastladık ve hemen onun etrafını çevrelediler. Hoca onlara bakarak: Yahu
yaşlandığımızı mı göstermek istiyorsunuz? türünden takılıyordu.
Şaka bir tarafa ruhlar belki
kocamıyor ama bedenlerimiz yaşlanıyor. Bu dünkü talebelerimiz de haliyle
yaşlanmış, kiminin saçları ağarmış, kiminin
kafası açılmış. Önden açılmış ise cefadan, üstten ise sefadan, arkadan
ise hanım dırdırından olurmuş. Ben, babamız Adem’in kafasını göğe sürtmesinden
miras kalmış diye biliyordum. Demek daha öğrenecek çok şey var.
Bu değerli mezunlarımız iyi de
ettiler ve sırayla hepsi de kendisini anlattı. Özlemlerini dile getirdiler.
Mekan olarak her şeyin değiştiğinden değişmeyen tek şeyin binanın önünde yalnız
başına ayakta durmaya çalışan –ki o da kurumaya yüz tutmuş- tek bir ağaç
olduğunu söylediler. Bu hasbihal ve anlattıklarından beni çok bahtiyar eden birkaç
hususu paylaşmak isterim:
Bu eski mezunlarımızın birçoğu
vaktiyle İlahiyat fakültemize gönülsüz gelmiş ama zamanla hepsi de memnun olmuş
ve aidiyetleriyle iftihar etmişler. Hayata yeniden başlama imkanları olsa yine bu
Fakültede okuyacaklarını söylediler.
Hemen hepsi özellikle Marmara
İlahiyat'ın gittikleri yerde itibarlarını artırdığında hem fikirdiler.
Aralarında ticaretle vb.
uğraşanlar olsa da büyük çoğunluğu eğitime gönül vermiş ve idari görevlerde
bulunmuşlar, sorumluluk almışlar. Belli ki eğitimimize önemli katkıları olmuş
ve olmaktadır.
Çoğunun çocukları da kendi
yollarında eğitim görüyorlarmış. Bu da haliyle sevindirici bir durum.
Zamana mekana ve kişiye göre
değişmeyen mutlak gerçekliğe sahip çıkma ve adanmışlığa vurgu yaptılar.
Hanım mezunlarımızdan da bunca
yaptığımız hizmetlere rağmen daha iyilerini yapmaya mecbur olduğumuzu ifade
eden oldu.
Bir bayan mezunumuz da Garibce’yi
takip ettiğini ve arkadaşların da takip
etmelerini arzuladığını söyledi. Hitamuhu misk oldu.
Bu arada Ziya Yılmazer hocamızın
da “Bizi de tümden unutmayın, arada çaya çorbaya da çağırın!” diye takılması da
yerindeydi.
Bir mezunumuzun da tespit ettiği
gibi kırkından sonra tanışıklıklar ne
kadar olsa da eski dostluklar gibi olmuyor. İnsanların birbirlerine isimleriyle
hitap etmesi ve yanlarında tabii davranabilmesi, birbirlerine takılabilmesi gibi
güzel bir şey var mı? Eski arkadaşlıklar işte böyle bir şey, tadına doyum
olmuyor. Boşuna dememişler her şeyin
yenisi dostun eskisi makbuldür diye.
Bu etkinliğin diğer mezunlarımıza
da örnek olması dileği ile.
28.08.2015
GARİBCE
Mehmet hocamıza hasetten teşekkür ederim buluşmamıza katılarak bizleri şereflendirdi, hem de burada izlenimlerini yayınladı. Bu sayede "Garipçe" blog sayfasından da haberdar olduk. Benim ve arkadaşlarım için günün kazanımlarından biriydi. Ayrıca Ziya Yılmazer Hoca'mızda renk kattı. Bir sonraki buluşmamızın hocalarımızın ve de arkadaşlarımız daha iyi katılımlı dileğiyle Allaha emanet olun
YanıtlaSil