Tarih 17 Ağustos 1999. Deprem gecesi idi. Allahın
sevdiği bir kulmuşuz ki –inşallah öyledir- depremin korkunç yüzünü bana
göstermedi. O şiddetli zelzele ben uykuda iken olup bitmiş. Fakat ben evin
içini kaplayan çığlıklara sebep uyandım. Kalktığımda oğlum, kızlar ve eşim bir
oraya bir buraya koşuşturuyorlardı. Özellikle on dokuz yaşlarındaki oğlum
aklını kaybetmiş gibi idi, yerinde duramıyor, bir ileri bir geri hareket
ediyor, ağlıyor mu, hıçkırıyor mu, çığlık mı atıyor… belli değildi.
Ben ise
uyanmıştım ama, kendimi bir gün önce evlerinde misafir olduğumuz Konya’daki bir
akrabamızın yanında sanıyordum. Aslında biz tatil dönüşü o gece eve gelmiştik.
Geç vakitte yükümüzü yıkmış ve yorgun argın yatmıştık. Ve ben uyuyakalmışım.
Depremin sarsıntısı bile beni uyandırmaya yetmemişti. Hoş şimdi uyanıktım ama,
Konya’da misafirlikte olduğumu sanıyordum ve ne olup bittiğini anlamaya
çalışıyordum.
Uyanıktım,
ama bilincim düne ait idi. Bu halimle kendi kaderime hâkim değildim ki,
çocuklara yardım edeydim. Sonra aklım da başıma geldi, şükür, anladık olup
bitenleri ve almaya çalıştık gereken tedbirleri.
Şimdi
gelelim kıssadan hisseye: Günümüzde İslam dünyasının uyandığından söz ederler.
Devasa problemlerle boğuşmakta olan ve her biri ile hesaplaşması gereken İslam
dünyası uyanmış, gerçekten bu sevindirici bir şey. Fakat uyanan İslam
dünyasının bilinci ne zamana ait, güncel mi, yoksa tarihin belli bir dönemine
mi ait. İşte asıl üzerinde durulması gereken soru bu. Yani Müslüman uyanık ama,
bundan şu kadar öncesine ait bilinçle hayatı kotarmaya çalışıyor.
Ashab-ı kehf’i hatırlayalım. Onlar üç yüz
senenin ardından uyandılar ve kaldıkları yerden hayatlarına devam etmeye
çalıştılar. Bilinçleri ise uyandıklarında uykuya yattıkları güne aitti.
İçlerinden birini yiyecek almak üzere çarşıya gönderdiler. Yiyeceğe karşılık
elindeki parayı uzatmıştı. Satıcı parayı aldı, evirdi çevirdi, bir paraya bir
de parayı uzatan adama baktı. Bakışları anlamlıydı. Fakat bizimkisi bu anlamlı
bakışlara hiçbir mana veremiyordu. Çünkü elindeki akçanın dünkü akça olarak
geçerli olduğunu düşünüyordu. Oysa o geçer akçanın üzerinden üç yüz sene geçmiş
ve geçerliğini artık kaybetmişti. Fakat o, bunu bilmiyordu ve halâ o paranın
geçerli olduğunu düşünüyordu. Hayatını onlarla idame edebileceklerine
inanıyordu. Ama hayatta geçerli olan artık başka değerlerdi. Geçmez akçaların
geçerleriyle değiştirilmesi gerekiyordu. Üç yüz yıl öncesi günde kalarak
hayatlarını götüremeyeceklerini bu acı tecrübe ile anladılar ve bu işin böyle gitmeyeceğini gördüler. Sonunda
ya bilinci de yenileyeceklerdi ya da çarenin, tekrar götüremeyecekleri bir hayatın
zilletini çekmektense uykuya kaldıkları yerden devam etmek olduğunu düşüneceklerdi.
Ve öyle de yaptılar. Yeniden ve bir daha uyanmamak üzere uyudular.
Allahım! Bizi gaflet uykusundan uyandır.
Bilincimizi içinde yaşadığımız güne ait kıl.
Dua ile!
24.04.2012
Garibce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder