5 Mart 2013 Salı

Acele işe şeytan karışır!




Fi’l-aceleti nedâme ve fi’t-teennî selame!
Bu bir Arap atasözü. Aynı anlamda Hadis de vardır:
“Teennî Allah’tan, acele, şeytandandır.”[1]
Acele, bir şeyi vaktinden evvel elde etmeye çalışmaktır. Bu yerilmiş bir özelliktir. Bir şeyi çabucak yapmak, hızlı bir biçimde elde etmek için gayret sarf etmek ise, işin hakkını vermek ve kontrollü olmak kaydıyla yerilen bir haslet değildir. Aksine hızlı/seri olma bir erdem sayılır.
Teennî ise, bir şeyi düşüne düşüne, imkânları dikkate alarak, hakkını vererek, sonunu dikkate alarak yapma demektir. Teennili hareket etmek her zaman için olması gereken ve övülen bir özelliktir.
Acele eden, ecele gider.
Acele ile menzil alınmaz.
Bu trafikte böyledir. Hızlı yaşa ki genç ölesin, felsefesi dahi öyledir. Çünkü her şeyin bir zamanı ve mekânı vardır. Fiil kendi tabii zarfı içinde işlenmişse yerindedir. Ama zamanı ve mekânı taşırmaya çalışılmışsa o fiil yerinde olmaktan çıkar. Normal zamanından önce hedefe ulaşma hırsı, aracın yoldan çıkması ve kaza yapması riskini artırır. Mirasa vaktinden önce konma hırsı kişiyi murisini öldürmeye sevk eder ve sonunda işlenen cinayet yüzünden hem maldan olur hem de zindanlara düşer, hayatı kararır, mahvolur gider.
Bu ilke dostluk ve düşmanlık ilişkisinde de aynen doğrudur. İnsan bir dostunu hemen bir kalemde çizivermemelidir. Dostluklar öyle kolay kazanılamıyor. Kolayca da harcanmamalıdır. Düşmanın bir anda can ciğer kuzu sarması olması biçiminde dostluğun zirvesine çıkması da riskli olabilir.
Kişi komşusunu hırsız edeceği zaman da teennili davranmalı ve hemen ithama kalkışmamalıdır.
Aksi takdirde pişmanlık arkasını bırakmaz.
Fakültede binanın yıkılması sonucu odalarımızı taşıma zorunda kalmıştık. Günler sonra bir ses kayıt cihazımın kaybolduğunu fark ettim. Aradım bulamadım. Benim için hem değerliydi hem de çok işime yarıyordu.
Olur dedim kendi kendime, düşebilir. Belki de mevcut kargaşa ortamında eşya birbirine karışmıştır. Bakarsın açılan koliler içerisinden çıkıverir. İmkânsız da değil hani.
Aradan bir süre geçince bu kez masamdaki küçük zarif bir makas kayboldu. Her tarafı aradım, bir türlü bulamadım. Büyük bir mağaza açılış kurdelesini kesmek üzere davetçiler için özel tasarlamış küçük bir makastı, ama işlevseldi.
Kayıt cihazının arkasından makas da kaybolunca içimden bazı düşünceler de geçmeye başladı. Birkaç hafta sonra kalemlikler içinde tuttuğum ve kızımın bana hediye olarak almış olduğu, yerine göre bıçak, yerine göre çatal, kalem açacağı vb. gibi çok amaçlı kullanmakta olduğum, görüntüsü de güzel çakı bıçağım da kayboldu.
İçimdeki kuşku iyice arttı. Acaba benden başka odaya girme imkânı olan falanca kişi olabilir mi? diye düşünmeye başladım. Acaba kendisine söylesem mi? Söylersem tepkisi nasıl olur? Kırılır mı, gücenir mi? Ya bir de o almadıysa ve ben buna rağmen onun hakkında suizan besliyor isem… Böyle böyle uzunca bir süre bu basit durum zihnimi ara sıra da olsa işgal etti. Hani onlar önemli değil belki ama, hatıra değeri var. Hem onlar bir başlangıç da olabilir endişesi de vardı.
Diyecek oluyorum, sonra hele dur acele etme diyor vazgeçiyorum.
Bak peygamberimiz bize teennili olmamızı buyuruyor. Herkese verirken talkını kendimizi yapmazsak ayıp olur hani. Böyle böyle derken mesele benim zihnimde de tavsamış oldu. Artık fazla da tedirginlik duymaz olmuştum.  Unutmuştum da.
Aradan haftalar geçti. Bir gün raftaki birbirine karışmış fişleri düzeltiyordum. Aralarından sarı bir metal ucu gözüktü. Eyvah dedim, makas olmalı. Hakikaten de makastı.
Kendi kendime iyi ki adamcağıza bir şey dememişim, dedim.  Şimdi sözümün altında kalmış olacaktım ve adamın yüzüne bir daha bakamayacaktım. O da beni her görüşünde üzerine yamamaya çalıştığım ithamın ağırlığı altında ezilecekti. Hele bir de bu başkaları tarafından duyulursa, o takdirde insanların olumsuz bakışlarının hedefi de olacaktı.
Aradan bir hafta kadar daha geçti. Bu kez kalemliklerden birinin dibinde gözüme bir şey ilişti. Kayıp çakı bıçağına benziyordu. Allah! Allah! Baktım hakikaten de o idi. Oysa daha önce oralara kaç defa bakmıştım.
Bir kez daha mahcubiyet duydum. Kendimden ve aklımdan geçen düşüncelerimden utandım.
Ya Rabbi! Bizi sen yarattın.
Biliyoruz zaaflarımız var. Fakat bir sürü donanımız da var. Fren mekanizması yerine geçecek güçlü bir irademiz, teennili davranmamız, tedbirli olmamız gibi evvelemirde özümüze düşen görevlerimiz var.
“Malına sahip ol, komşunu hırsız etme!” diyen tecrübe üstüne tecrübe katmış ve imbikten geçirerek tecrübelerini bize aktarmış atalarımız var.
Ey gafil, bre acul! Söyle hele! Sen olsaydın böyle bir şeye tevessül eder miydin?
O zaman nasıl olur da başkaları için aklından geçirebilirsin?!
Hakikaten utandım.
Kayıt cihazı da bir yerlerden çıkarsa bu utancım daha da artacak.
Ama mal canın yongasıdır demişler. Utancım yanında bulursam belki de biraz sevineceğim.
Ve’l-basü bade’l-mevti hakkun.
Eşeği kaybedip de arkasından bulunca sevinmek hoş bir duygu olmalı.
Ben yitirdiğim eşyaları bulduğum için doğrusu pek sevinmedim. Ama az daha bir insanın gönlünü kıracak, belki de lekeleyecektim. Teennili hareket etme, bir erdem olarak eğer önüme çıkıp bana kollarını gererek “Dur, yanlış yapmaktasın!” dememiş olsaydı utancım büyük olacaktı. Ayrıca günahı da cabası.
İşte beni bu utançtan kurtardığı için teenni ile hareket etmeyi bize salık veren aziz peygamberimizi bir daha saygı ile andım.
Ve Allah’ıma şükrettim.
Dua ile!

05.03. 2013
GARİBCE


[1] السنن الكبرى للبيهقي وفي ذيله الجوهر النقي - (10 / 104) عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ النَّبِىَّ -صلى الله عليه وسلم- قَالَ :« التَّأَنِّى مِنَ اللَّهِ وَالْعَجَلَةُ مِنَ الشَّيْطَانِ ».

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...