Adaleti sağlamanın ölçütleri
Söz gelimi bir sınıfta bulunan öğrencilere öğretmeninin nasıl davranması gerektiğini düşünelim. Sonuçta bu öğrenciler aynı sınıftalar ve aynı konumdalar. Öğretmenin bunlar arasında adaleti sağlayabilmesi için eşitlik ölçütüne riayet ederek herkese aynı şekilde eşit davranması gerekecek, yükümlülüklerini eşit kılacak, bir kısmına farklı muamele etmesi adaletsizlik sayılacaktır.
Bu öğrencilerin sınava alındıktan sonra öğretmenin eşitlik ilkesi gereği hepsine aynı notu vermesi halinde ise adaletin gerçekleşmeyeceğini görürüz. Çünkü bu durumda adalet her öğrenciye hak ettiğini vermek ile ancak gerçekleşecektir.
Keza bir sofraya üç kişinin oturtulduğunu varsayalım ve bunların önüne eşitlik ilkesi gereği aynı besin değeri taşıyan yemekleri koyalım. Ancak bunlardan biri 50 kilo diğeri 100 kilo öbürü de sumo güreşçisi 250 kilo olsun. Eşit olarak verilen yemekler bu üç kişiden birinciye fazla, ikincisine tam üçüncüsüne ise az gelecektir. Çünkü bu üç kişinin ihtiyaçları farklıdır. Bu durumda adaletin gerçekleşebilmesi ve sonucun hakkaniyetli olabilmesi duyulan ihtiyacın dikkate alınması ile ancak mümkün olabilecektir.
Bu kez bu üç kişinin aynı işi yapmış olduklarını varsayalım: Ücret takdiri yaptıkları işe göre mi yoksa herbirinin kendi ağırlığı dikkate alınarak mı ya da geçinme ihtiyaçları göz önüne alınarak mı olacaktır. Elbetteki bu örnekte hak etmiş olma açısından aynı konumda olmaları hasebiyle eşitlik ilkesi gereği eşit ücret vermek adaletin gereği olacaktır.
Adaletin gerçekleşebilmesi için önce insan olarak herkesin eşit görülmesi ve herkesin hiçbir ayrım yapılmaksızın temel insan hak ve özgürlüklerine sahip olması ilkesinin kabulü bir gerekliliktir. Herkes hukuk önünde eşit olmalı, aynı imkânlar herkese eşit olarak tanınmalıdır.
Esasen nazarî olarak eşitlik ilkesini hemen herkes kabul etmektedir. Ancak somut olay adaleti söz konusu olduğu zaman orada hemen çıkarlar devreye girmekte, hak ve hukuk manipülasyona açık hale gelmektedir.
Adaletin gerçekleşebilmesi için ikinci aşamada ise insanların katkıları, ortaya koydukları emekleri, ürettikleri katma değerler dikkate alınarak bunların karşılığı -ne fazla ne eksik- tam olarak verilmeli, hak etmeyenlere ise herhangi bir şey verilmemelidir.
Denkleştirici Adalet
Hak ve vazife, yetki ve sorumluluk, emek ve ücret, liyakat/ehliyet ve vazife, zarar ve tazmin sorumluluğu, suç ve ceza… arasında denge kurmayı amaçlayan adalete denkleştirici adalet denilmektedir. Bu kavram, eski hukuk dilimizde tevzinî adelet tabiriyle karşılanırdı. Kişilerin eşit olmaları, herkesin insanlıkta ve hukuk karşısında eşit sayılması esası bu çeşit adalet anlayışının bir sonucu olmaktadır. Bu anlayışın bir sonucu olarak dil, din, cins, ırk gibi hiçbir gerekçe ile ayırımcılık yapılamaz.
Adaletin bu çeşidi için şu âyetleri delil olarak görebiliriz:
وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنْسَانِ إِلَّا مَا سَعَى (39) وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى (40) ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاءَ الْأَوْفَى (41) )النجم(
“İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.” (en-Necm 53/39-41)
وَالَّذٖينَ كَسَبُوا السَّيِّپَاتِ جَزَاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍ كَاَنَّمَا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعًا مِنَ الَّيْلِ مُظْلِمًا اُولٰـئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ
“Kötü işler yapmış olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir zillet kaplayacaktır. Onları Allah’(ın azabın)dan koruyacak hiçbir kimse de yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalarla örtülmüştür. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır”. (Yunus 10/27)
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّامٖينَ لِلّٰهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰى اَلَّا تَعْدِلُوا اِعْدِلُوا هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰى وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنَّ اللّٰهَ خَبٖيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (el-Mâide 5/8)
وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذٖى عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ وَاللّٰهُ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ
“Kadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir”. (el-Bakara 2/228)
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّٖى لَا اُضٖيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍ
“Rableri, onlara şu karşılığı verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz.” (Âl-i Imrân 3/195).
Dağıtıcı adalet
Alırken yükümlünün gücünü, verirken ise ihtiyacını dikkate alan adalete ise dağıtıcı adalet denilmektedir. Bu adalet çeşidinin gereği olarak herkese hak ettiği ne ise o eksiksiz verilir, dağıtım sırasında kişilerin katkı ve kabiliyetleri esas alınır. Eski hukuk dilimizde buna tevzîî adalet denirdi.
Ülke içinde güvenlik (askerlik) hizmetlerinin görülmesini, aile içinde nafaka teminini erkeğe, anneliği ve çocukların terbiyesini kadına bir vazife olarak vermek, vergi oranlarını yükümlülerin mali güçlerine göre belirlemek, gücü olmayandan hiç almamak, az olandan az, çok olandan çok almak dağıtıcı adalete verilebilecek örneklerdir.
Bir babanın çocuklarının ihtiyaçlarını dikkate alarak harçlıklarını farklı vermesi de bu kabildendir.
Kur’an’da yer alan miras taksiminin esasını oluşturan ikili birli taksim de kadının iktisadî konumunun dikkate alınmasının bir sonucudur. Bu kadının insaniyet itibariyle erkeğin yarısı anlamına asla yorumlanamaz. Çünkü İslam söz gelimi ceza hukukunda bir kadını öldüren erkeğe, bir erkeği öldüren kadına verdiği cezanın aynısını vermekte, ancak bu aslî ceza uygulanmayıp da iş iktisadî alana çekildi mi yani diyet ödenmesi söz konusu oldu mu, kadının diyeti erkeğin diyetinin yarısı sayılmaktadır. Bu durum İslam’ın kadını insanî değil iktisadî yönden ayrı tuttuğunu açıkça göstermektedir.
Bütün bunlardan sonra bu konuda vaz edebileceğimiz en genel ilke şu olacaktır: Hukukta eşitlik, huzuzda ihtiyaç.
Bu şu demektir: Eğer bir hak etmişlik varsa erkek ya da kadın, beyaz ya da siyah, müslüman ya da kâfir… hiçbir ayrım yapılmaksızın, o hakkın, sahibine tam olarak verilmesi gerekir. Keza bir kimseye bir zarar verilmişse o zararın dengi kadar bir tazmin yükümlülüğü getirilmesi adaletin gerçekleşmesi için zaruridir. Aynı şekilde her kim bir suç işlemişse onun dengi bir cezaya çarptırılmalıdır.
Buna mukabil bir babanın çocuklarına harçlık vermesi, yahut bir kimsenin yakınlarına miras bırakması, yahut devletin sosyal devlet olma gereği vatandaşlarına yardım yapması gibi durumlarda ise, bir hak etmişlik olmadığı için harçlık verilecek yahut yardım yapılacak kimselerin içinde bulundukları durumun dikkate alınması ve ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik bir uygulama gerçekleştirilmesi yine adalet gereği olacaktır.
Mesela İslam miras hukukunda er kardeşlere kız kardeşlere verilenin iki katı verilmesi esasını ele alalım: Miras bırakılan mal, geride kalan yakınların hak ettikleri bir şey değil, tamamen sıla kabilinden elde edecekleri bir şeydir. O yüzden mirası yakınların eşit olarak paylaşmaları gerekmez.
İslam hukukunun uygulandığı toplumlarda er kardeşler, fakir olan kızkardeşlerine de bakmak zorundadırlar. Ayrıca kadının kendisi zengin bile olsa nafakası kocasına ait bulunmaktadır. Evlenirken erkek evlilik için gerekli hertürlü maddî yükün altına girmek, evleneceği kadına mehir vermek ve evlilik hayatı boyunca da karısının nafakasını karşılamak zorundadır. Ayrıca âkile olarak mensup olduğu kabileden birisinin hata yolu ile işlemiş olduğu cinayetten dolayı ödenmesi gereken diyete de katılmak zorundadır. Dolayısıyla kız kardeşine nispetle maddi açıdan daha fazla ihtiyaç içindedir. Oysa kız kardeş evlenmek istediği zaman kurulacak evin hiçbir külfetine katılmamakta ayrıca mehir almakta, zengin bile olsa nafakası kocasına ait olmaktadır. Onun bu durumu iktisadî açıdan bakıldığı zaman, er kardeşine nispetle onu daha az ihtiyaç sahibi kılmaktadır. Buna sebep de kız kardeşe bir, erkek kardeşe iki pay verilmektedir. Bu, kadın erkeğin yarısı sayıldığı için değildir. Öyle olsaydı kısasta da eşit görülmezlerdi, keza mirasta anne ve babaya pay ayrılırken, babaya iki, anneye bir pay verilirdi. Oysa her ikisine de südüs (altıda bir) verilmektedir. Fakat baba ayrıca asabe ise, arta kalanı da almaktadır. Çünkü ölen akraba hayatta ve fakir olsaydı da nafakaya ihtiyacı bulunsaydı, onun bu külfeti anne üzerine değil baba üzerine terettüp edecekti. Bu açıdan bakıldığı zaman burada bile nimet külfet dengesinin kurulduğu görülür.
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder