Köyümüz, Toros Tahtalı
Dağları içinde dört taraflı vadi yamaçlarıyla ve dağlarla çevrili, uzaktan
bıkılınca vadi içinde olduğu için görülmeyen, ancak üzerine gelindiği zaman
görülebilen kuytu bir yer. Köyün kuzey tarafını Bayraklı dedikleri yamaç
oluşturur. Sığırların geliş gidişiyle oluşan cılgaların (patika) üzerinde biri
aşağıda biri yukarıda iki tane ardıç/andız
ağacı vardı. O ağaçlar her nasılsa yerlerinde hâlâ duruyor.
O iki ağaca teberik
derlerdi ve ben anlamının ne olduğunu bilmezdim.
Köyümüzde kullanılan dil
içinde kök itibariyle Arapça olan ancak
zamanla Türkçe’nin fonetiğine ve yapısına uygun hale gelen çok kelime vardır.
Bu sadece bizim köye aittir de denemez. Muhtemelen Anadolu’nun pek çok yerinde
benzer durum vardır.
Sonra tabii okuduk ve
Arapça’yı da öğrendik. Zamanla Esmâ’yı
öğrenen babamızdan intikal eden genetik bir özellik sebebiyle olmalı ki isimler
ile müsemmaları arasında ilgi kurma arayışı ve merakı bende de uyandı. Ayağa
giyilen şeye neden “ayakkabı” dedikleri, anahtara neden açkı, kağnının okunu
havada askıda tutan dikece neden “dayak” dediklerini irdelemek ilgi duyduğum
bir husus oldu. Belki yıllar boyu hayatımı kazanmak için dil öğretmemin de
bunda bir etkisi olmuştur.
Sonra dikkat ettim. Sohbet
meclislerinde insanlar “teberrüken” bir âyet ya da hadis okurlardı. Ya da
meclis dağılırken teberrüken Asır suresini okuyuvermek adettendi.
Böylece öğrendik ki bizim
“teberik” meğer Teberrük’ün Türkçeleşmiş şekli imiş.
“Teberrük” ise bereket
kelimesinden türetilmiş ve “bereketlenmek, uğurlu olmak, feyz almak gibi
anlamlara geliyor. Bereket ise sözlüklerin derlemesine göre, bolluk, gürlük,
ongunluk, feyz, feyezan, yağmur; meymenet, saadet, mutluluk, Allah vergisi gibi
anlamlarda kullanılıyor.
Vaktiyle bizim köy
halkı Bayraklı’nın yüzündeki tüm ağaçları kesmişler, yok etmişler. Eskilerin
anlattığına bakılırsa davar sürüsü içine girse görülmeyecek şekilde ormanmış
vaktiyle oralar. Hep kesmişler, yok etmişler. Şimdi oraların bir zamanlar orman
olduğuna delalet edecek ağaç kökleri bile yok. Ama sonunda köyün maşerî vicdanı
sızlamış olmalı belli, demişler ki bari şu ikisine dokunmayın, teberik kalsın.
Ve o iki
ardıç/andız teberik kalmış. Şimdi biz bir yadigar olarak, bir uğur, bir yümn ü
bereket olarak o ağaçları seyrediyor, yamacı inerken çıkarken dibinde
gölgelenip, dinleniyor ve mutluluk
duyuyor, Allah’ın bu ağaçlar sebebiyle üzerimize indireceği sekinesini, feyz ve
bereketini umuyoruz.
Kala kala bir
onlar kalmış teberik.
Gene de büyük
adamlarmış, hiç teberik de bırakmasalar kim ne diyecekti ki.
Onlar
geçimlerini ormandan temin ediyorlardı, nüfus azdı, doğal dengeler buna rağmen
bozulmamıştı. Ama şimdi nüfus normalin üzerinde çoğaldı. Her taraf kirletildi.
Bakir alan kalmadı. Dengeler bozuldu. Bu dengeleri yeniden tutturabilmek için ağaç
kesen o dedelerin torunları olarak bizlerin, biraz da ruhları şad olsun, kemikleri
az sızlasın diye en az onların kestikleri kadar ağaç yetiştirmeliyiz. Dikmek
yetmiyor, onları asıl yetiştirmek, büyütmek lazım geliyor.
Videosunu
internete koymuşlar. Bir tanesi geceleyin Darıca’da yol kenarında kocaman olmuş
bir ağacı uzunca bir uğraş sonucu kırıyor. Ne azim ne azim! Artık belli ki fidan
olmaktan çıkmış, kendisini kurtarmış olan koca ağacı kırıyor; adamın ayı gücü
var, ispat etmek istiyor. Ağaca karşı deve kini var, belli ki onu kusuyor.
O yüzden
eskiden ağaçları keçilerin ayaklamasından, eşeklerin kemirmesinden korumak için
özel çaba gösterirlerdi. Şimdi bir de bu türden kendini bilmezler çıktı.
İşte böyle.
Siz de evinizin
önü ya da arkasına hiç olmazsa bir tane teberik olsun diye bir ağaç dikin. Yümn
ü bereket olsun; onu büyütmenin huzurunu görün.
Dua ile!
10.11.2012
GARİBCE
Tesekkurler anlatiminiz icin
YanıtlaSilHa bu arada ismim şakir teberik
YanıtlaSil