Efendim,
bendeniz oturmakta olduğumuz evin arkasına, bizim balkonun baktığı tarafa
vaktiyle üç tane selvi fidanı dikmiştim. Bu ağaçlar kavak gibi hızlı ve dikine
büyüyor, söğüt gibi etrafa fazla yayılmıyor. O yüzden fazla yeri olmayanlar
için uygun bir ağaç. Sonra baktım bu üç ağaç buraya fazla gelecek, ortadakini
söktüm. Diğer ikisi büyümeye devam etti. Bir kış günü baktım, ikiden birisi yağan
karın ağırlığına dayanamamış ve kırılmış. Üzüldüm. Sonra da fark ettim ki
vaktiyle ağacın dibine dayanak olarak diktiğim dikeçi tutturmak üzere bağlamış
olduğum çelik çamaşır ipi ağacı boğmuş, üzerine fazla yük binince de o zayıf
kalan kısımdan kırılmış. Sonra o da etraftan yeni sürgünler verdi ve o da
yeniden büyümeye başladı. Kök güçlü olunca, gövdedeki bazı arızaları vücut
telafi edebiliyor.
Öbür
ağacımız ise maşallah büyüde de büyüdü. Şimdi bizim dördüncü katı da aştı.
Balkondan seyrine doyamıyorum. İçeriden salınışını izliyor, güzellere neden “selvi
boylum” dendiğini daha iyi anlıyorum. İki tane karga da yuva yaptı. Onları izlemek
ayrı bir heyecan veriyor.
Bizim
karşıda da Malatya’lı bir yaşlı amca var. Bir cesaretle bir ikindi serinliğinde
yanına vardım, bahçesini genişletmeye çalışıyor, İSKİ’ye ait yerlere yeni yeni
fidanlar dikiyor. Bir iki tane de benim yetiştirdiğim ağaçtan dikmiş. Ona dedim
ki:
“-Bizim
ağacın fidanından dikmişsin, bunlar hızlı büyüyorlar, iyi etmişsin…” O bana:
“-Sizin
ağaç nere, onun güzelliğine baksana. Bizimki ondan değil?” dedi. Ben:
“-Yok!
Yok! O komşu tavuğu!” dedim. Adam bir türlü inanmadı.
“-Yok!”
dedi “o başka, o güzel bir ağaç!”.
Yanında torunu vardı. Ona,
“-Git!”
dedim, “şu bizim ağacın dalından bir parça kopar da getir”. Çocuk gitti ve
getirdi. Tabii her ikisi de aynı ağaçtı.
Eh,
ne de olsa komşu tavuğu…
İnsan
kendi özdeğerlerine komşunun tavuğuna baktığı göz ile bakmıyor… Kendine ait
olanı yeterince değerli görmüyor.
Ben
doktora tez savunmasında şöyle bir eleştiriyle yüzleşmiştim.
“Doktora
tezinde Halil Günenç’in kitabına yer vermişsin!”
“Verdim…
dedim. Çünkü o benim hocamdır. Bir vefa borcu olarak onun adını anmam benim
için hem bir şeref hem de bir vazife telakki edilmelidir. İkincisi ve daha da
önemlisi, benim tezimde kaynak olarak gösterdiğim bir sürü Arapça eser var.
Eğer Halil Günenç’e ait eser seviyesinde olanlar bir teze yakışmıyorsa, o zaman
bir iki değil pek çok eserin aynı şekilde eleştiri konusu yapılması gerekir.
Oysa onlar için bir şey denmiyor!”
(Tabii
bunlar demek istediğim idi. Ne kadarını diyebildim bilmiyorum! Ama gayretime
dokunmuştu, o yüzden epeycesini söylediğimi ve buna sebep ısınan havanın
yumuşatılması için danışman hocam Hayrettin beyin devreye girdiğini
hatırlıyorum.)
Niye
denilmiyor? Çünkü onlar komşu tavukları, uzaktan kaz görünüyorlar. Ben eminim
ki benim kaynaklarım arasında klasik eserler dışında Sabri Ülgener’in Darlık Buhranları ve İslam İktisat Siyaseti
(Ankara 1984) ayarında Arapça belki de tek bir eser yoktu. Ama gel gör ki bizim
kendi öz değerlerimiz yeterince takdir görmedi, görmüyor.
Şu
anda yapılmış, kimi yayınlanmış kimi merhun vaktini bekleyen nice tezlerimiz,
çalışmalarımız var. Ama bunlar Türkçe’nin kuytu kucağında iki kapak arasında
tutsak kılınmış vaziyettedir. Bunlar sirke değil ki eskidikçe kıymete bine.
Oysa fikirlerin gün yüzüne çıkarılması ve diğerleriyle çarpışması ve hakikatin
işte bu müsademei efkardan düşünce ufuklarımızda şakıyıp dünyamızı aydınlatması
gerekiyor.
Dua
ile!
04.10.2012
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder