Tarık Tufan, 7 Ekim
2012 tarihinde Hürriyet'te “Sadece kongrelerden tanıyanlar ve hiç bilmeyenler için Sezai Karakoç”
başlıklı bir yazı yazdı.
Malum başbakanımız AK Parti IV. Olağan Kongresinde
konuşmasına Sezai Karakoç’un “Sevgili, en sevgili, ey sevgili…” şiiriyle
başlamış, Hz. Peygamber’in aziz hatırasına saldırıların yaşandığı ve İslam
ülkelerinde ölçüsü kaçan protestoların nice masum canları aldığı bir iklimde bu
şiir müthiş bir etki yapmış ve nice gözler buğulanmış, nicelerinden yaşlar
boşanmış, niceleri de hıçkırıklara boğulmuştu.
Sevgiyse sevgiydi ve de protestoların en derini, en sessizi
ve en etkilisiydi. Bu sevgi seli karşısında ona uzanan hiçbir leke kalıcı
olamazdı. “Velev künte fazzan galiza’l-kalbi lenfaddû min havlik…” diyordu ya
hani Yüce Allah Aziz Peygamberine, işte bu da öyle idi. “Eğer kaba ve katı
kalpli olsaydın kimse etrafında kalmazdı…”
Katılıkla değil, yumuşaklıkla, nefret ettiren değil,
sevdiren bir söylemle, ürküten değil, bağlayan bir bakışla, göğünse de yüreğin,
etrafa konursu salsan da bir şey yokmuş gibi bir davranışla… yola çıkılmalı,
yol tutulmalıydı.
Sezai Karakoç’un bu şiiri bu maksada çok uygun düşmüş,
onu dillendiren de ta dilden dile ulaşacak şekilde emaneti yerine, taşı
gediğine koyar gibi koymuştu. Bilen de ağlamıştı,
yüreğinde duyan da ağlamıştı.
İşte o
şiirin Şairi hakkında Tarık Tufan özetle şöyle diyor:
İsminin
hemen yanıbaşına, büyük bir özenle, iki özelliğini eklemeliyiz; şair ve düşünce
adamı.
Hiçbir
kuşku cümlesine yer vermeksizin, şu yargıyı da apaçık ve anlaşılır bir dille
ortaya koyabiliriz; Sezai Karakoç, Türk şiirinin yirminci yüzyılda yetiştirdiği
en büyük şairlerden biridir.”
Ve
arkasından soruyor:
Böylesi
önemli bir sanat ve fikir adamının “ortada” görünmemesinin, yeteri kadar
bilinmemesinin sebebi nedir?
Onun bu
soruya cevabı ise yerinde bir tespitle şöyle:
Bu soruya
pek çok yanıt verebiliriz ve fakat en önemlisi, Sezai Karakoç gündelik
siyasete, çıkarlar üzerinden kurulu sisteme, pay ve statü kapmak üzerinden geliştirilen
müsamereye dâhil olmamıştır.
Bu soru bana el-Muvâfakât adlı muhalled eseri
tahkik ve neşreden Abdullah Dıraz’ın tespitini aklıma getirdi.
Bizim Şark dünyasında insanların kaderiyle kitapların
kaderi aynıdır. Nice müptezel, adi adam vardır; herkes tanır. Nice de değerli,
erdemli insan vardır; kimse bilmez. Kitaplar da öyledir. On para etmeyecek nice
kitap vardır meşhur olmuş, herkesin kütüphanesinde yer almış, elden ele, dilden
dile dolaşmıştır. Nice de kitap vardır ki –el-Muvâfakât onlardan biridir- o
kadar değerli, fikrî düzeyi yüksek olmasına rağmen kimse tanımamış, asırlar
boyu tozlu raflarda kalmış ve gün yüzüne çıkarılacakları zamanı beklemişlerdir.
Sezai Beyimiz de işte öyle biridir. Onun tanınmasına
kendisinin ihtiyacı yoktur, ama galiba bizim onu tanımaya ihtiyacımız çoktur.
Onun bir kitabı yüzünden vaktiyle rahmetli babamdan
bir de zılgıt yemiştim. Ama haklı olan babamdı. Rahmet olsun. Ona ne
okuyacağını baştan ben kendim belirlemeliydim. Aydın sorumluluğu bunu
gerektirirdi. Ama biz insanlarımızı kendi hallerine bırakmayı alışkanlık
etmişiz. O da gitmiş raftan Sezai Beyin “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü” kitabını eline almış ve tabii anlamamış. Demek
ki o onu Garib Ali okusun diye yazmamış, geleceğe ışık taşıyacak olan ilim ve
fikir adamı namzetleri okusun diye yazmış. Biz bunu bile bilemedik.
Sonra Tarık Tufan, Mülkiye Mektebi’nden sınıf arkadaşı
olan Cemal Süreya’nın onun hakkında “Bulgucu
adam” nitelemesine atıfta bulunmuş ve daha iyi anlayabilmemiz için yine onun “Çok daha yetenekli bir Mehmet Akif’in tinsel
görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl’ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir
Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz.” tespitine yer vermiş.
Bir ömür boyu “Diriliş”in amentüsünü ortaya koymaya
çalışmış olan Sezai Bey, mülkiyet sahibi
olmayan bir Mülkiyeli imiş. Bu demek ki Türkiye’de yadırganacak bir durum.
Tarık Tufan ayrıca şu tespitlerde bulunmuş:
Kurucusu olduğu Yüce Diriliş Partisi’nin çıkış
programı Türkiye’de benzeri olmayan bir siyasi parti manifestosu olarak kabul
edilebilir. Bir partiyi sadece bu metin için kurmuş olmak da kafidir
diyebiliriz.
2007 yılında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Sezai
Karakoç’a verilmiştir. Ancak yapılacak töreni kabul etmeyen şair, para ödülünü
de nazik bir dille reddetmiştir. Aynı nezaketle ödül plaketinin postayla
gönderilebileceğini iletmiştir.
Sezai Karakoç, derin iç dünyasıyla ve sarsılmaz inanç
yapısıyla, tek başına bir varoluşu temsil eder. Kalabalıkların, törenlerin,
alkışların, ödüllerin adamı olmayı en başından elinin tersiyle itmiştir.
Yalnız bir direniş adamıdır. Aşk ehlidir, aşkın olanın
peşindedir.
Bir medeniyetin kapısında, bitmek tükenmek bilmeyen
bir sabırla durup, gelen geçene Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun ve İslam milletinin ve tüm dünyanın yaşadığı
bunalımlara karşı, diriliş çarelerini anlatmıştır.
Tarık Tufana teşekkür, Üstada da hayırlı uzun ömürler
diliyoruz.
08.10.2012
GARİBCE
herdogan@.
YanıtlaSilDedim ya Garibce,her yazın bir gediği kapatıyor.Berhudar ol..Sezai KARAKOÇ'un,kitaplarını set olarak almıştık,okuduğumuz zaman anlamadığımız yaşlarda..Şimdi de okuyacak yaşta değiliz..Bahsettiğiniz şiirdeki güzeller güzeline ait o güzel ifadeleri 'Kutlu Doğum'lar da duymuş,okumuştuk da Sezai'nin olduğunu bahsettiğiniz münasebetle öğrendik..Herkese selam olsun..Ölünce anlarız onun da kıymetini..Muammer olasın...
Allah rahmet eylesin
YanıtlaSil