21 Nisan 2012 Cumartesi

Bizi eşsiz bırakma!

Bizim üstadın eşi memleketine gitmiş, bir mazerete sebep. Oh diyor, ne rahat!
Hakikaten de rahat! Kendimizi dinleriz, yalnızlığın tadını çıkarırız. İstediğimizi yapar, istemediğimizi yapmayız. Yemek hazırlarken çöpler etrafa dağılmasın diye kaygımız olmaz. Fazla bulaşık olmasın diye pişirdiğimizi tavada yeriz. İcabında akşam bulaşığını sabah kahvaltısınınki ile birleştiririz. Nasıl olsa akşam gene yatacağız diye yatağı usulen düzeltir geçeriz. Varsa bir iki çöp halının altına ittiriveririz.  Üzerimizi değiştirmeden aşağı bahçeye ineriz, toprakla oynarız…
Bu ve benzeri pervasız tavırlar hoşumuza gidebilir. Duyduğumuz sükûnet de iyi gelebilir. Fakat düşünüyorum da bu yalancı huzur, eşlerimizin ayrılıklarının geçici olmasını bilmemizden… Eğer bilseydik ki artık onlar yoklar, o zaman durum çok farklı olurdu.
Ben evde yalnız kaldığım zamanlar çiğsidiğimi hatırlıyorum. O da ne demek derseniz, hani bir tür  ürperti hissi duymak. Evimde eşim varken bir ses, bir tıkırtı duysam, aldırmam. Ama yalnızken bir ses duysam çiğsirim.  Sessizlik ise sükuneti kemiren bir kemirgen gibi ayrı bir derttir. Bir hasrettir kendini hissettirir. Bir özlemdir, yüreğimi titretir.
Babam rahmetli dua ederdi: “Hanım sen hasta olma ben olayım, ben ölmeyeyim sen öl!” diye. Sonra kendince izah ederdi. “Sen hasta olursan ben eve bakamam, çor çocuk perişan olur. Ama ben ölürsem sen evlenirsin, yuva yıkılır, çocuklar ziyan olur.”
Onların zamanında öyle idi. Kadının hayat sigortası nikahtı. Kadın ancak birinin kanatları altında varlığını sürdürürdü. Sosyal güvencesi, dulluk maaşı vb. yoktu. Varsa yoksa güvence kerameti müsellem nikahtaydı. O yüzden de kocası ölen kadın çoğunlukla bağrına taş basarak, arkada bıraktığı çocuklarının sevgisini kalbine gömerek  “çıkar” ve evlenirdi.  Ama kadın ölürse baba başka bir kadınla aynı ocağı tüttürmeye devam edebilirdi.
Şimdi onun oğlu olarak ben diyorum ki “Hanım sen ölme ben öleyim!” Biliyorum ki onun ölümü benim büyük kıyametim. Benim ölümüm ise artık küçük kıyamet. Hoca Nasreddin bile bizi ifadeye yetmiyor artık. Onun hikmetinde hatun ölürse küçük, kendisi ölürse büyük kıyametti.
Değişim dedikleri demek işte bu. Şimdi ben ölsem eşim eminim ki yuvasına sahip çıkacak. Sosyal devlet nikâhın kerametine maddî anlamda ihtiyaç duyurmayacak. O çocuklarını bir anaç gibi toplamaya devam edecek. Babaları olmasa da baba ocakları yanmaya devam edecek.
Ama o ölür de ben geride kalırsam, ben nasıl edeceğim.
Sen olsan şimdi ağlayıp yanmaz mısın?!
Allah’ım bizi eşsiz eyleme!
Eşlerimizden ayrı eyleme!
Âmin! Âmîn!
Bi hurmeti Tâhâ ve Yâsîn!
Lâtife bir tarafa bunlar bir gün gerçek olacak, zahir!
Allah’ım şimdiden bize rahmetinden bir yer ayır!
Dua ile!

 21.04.2012
Garibce

3 yorum:

  1. Kaleminize saglik Hocam.
    Esinize duydugunuz guvene hahran olmamak elde degil!
    Selam ve dua ile,
    Tezcan

    YanıtlaSil
  2. herdogan38.
    Duana amiin de..İpin ucunu fazlaca kaçırmış gibisin..Vakıa velev ki hissettiğin gibi de olsa,durumu bu kadar alenîleştirmen istismara vesile olmaz mı? Dediğin kap kacak,çepel melep tamam da başkasının yerine ölmeye lazı olmayı da el-âleme duyurmak...Yo yo..Aynı sofrada tarhana çorbasına ayın babanın gölgesinde kaşık sallamamıza rağmen hayatın fazlaca kitabîleşmiş gibidir..

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...