4 Ekim 2012 Perşembe

KOMŞU TAVUĞU


 
Efendim, bendeniz oturmakta olduğumuz evin arkasına, bizim balkonun baktığı tarafa vaktiyle üç tane selvi fidanı dikmiştim. Bu ağaçlar kavak gibi hızlı ve dikine büyüyor, söğüt gibi etrafa fazla yayılmıyor. O yüzden fazla yeri olmayanlar için uygun bir ağaç. Sonra baktım bu üç ağaç buraya fazla gelecek, ortadakini söktüm. Diğer ikisi büyümeye devam etti. Bir kış günü baktım, ikiden birisi yağan karın ağırlığına dayanamamış ve kırılmış. Üzüldüm. Sonra da fark ettim ki vaktiyle ağacın dibine dayanak olarak diktiğim dikeçi tutturmak üzere bağlamış olduğum çelik çamaşır ipi ağacı boğmuş, üzerine fazla yük binince de o zayıf kalan kısımdan kırılmış. Sonra o da etraftan yeni sürgünler verdi ve o da yeniden büyümeye başladı. Kök güçlü olunca, gövdedeki bazı arızaları vücut telafi edebiliyor.

Öbür ağacımız ise maşallah büyüde de büyüdü. Şimdi bizim dördüncü katı da aştı. Balkondan seyrine doyamıyorum. İçeriden salınışını izliyor, güzellere neden “selvi boylum” dendiğini daha iyi anlıyorum.  İki tane karga da yuva yaptı. Onları izlemek ayrı bir heyecan veriyor.

Bizim karşıda da Malatya’lı bir yaşlı amca var. Bir cesaretle bir ikindi serinliğinde yanına vardım, bahçesini genişletmeye çalışıyor, İSKİ’ye ait yerlere yeni yeni fidanlar dikiyor. Bir iki tane de benim yetiştirdiğim ağaçtan dikmiş. Ona dedim ki:

“-Bizim ağacın fidanından dikmişsin, bunlar hızlı büyüyorlar, iyi etmişsin…” O bana:

“-Sizin ağaç nere, onun güzelliğine baksana. Bizimki ondan değil?” dedi. Ben:

“-Yok! Yok! O komşu tavuğu!” dedim. Adam bir türlü inanmadı.

“-Yok!” dedi “o başka,  o güzel bir ağaç!”. Yanında torunu vardı. Ona,

“-Git!” dedim, “şu bizim ağacın dalından bir parça kopar da getir”. Çocuk gitti ve getirdi. Tabii her ikisi de aynı ağaçtı.

Eh, ne de olsa komşu tavuğu…

İnsan kendi özdeğerlerine komşunun tavuğuna baktığı göz ile bakmıyor… Kendine ait olanı yeterince değerli görmüyor.

Ben doktora tez savunmasında şöyle bir eleştiriyle yüzleşmiştim.

“Doktora tezinde Halil Günenç’in kitabına yer vermişsin!”

“Verdim… dedim. Çünkü o benim hocamdır. Bir vefa borcu olarak onun adını anmam benim için hem bir şeref hem de bir vazife telakki edilmelidir. İkincisi ve daha da önemlisi, benim tezimde kaynak olarak gösterdiğim bir sürü Arapça eser var. Eğer Halil Günenç’e ait eser seviyesinde olanlar bir teze yakışmıyorsa, o zaman bir iki değil pek çok eserin aynı şekilde eleştiri konusu yapılması gerekir. Oysa onlar için bir şey denmiyor!”

(Tabii bunlar demek istediğim idi. Ne kadarını diyebildim bilmiyorum! Ama gayretime dokunmuştu, o yüzden epeycesini söylediğimi ve buna sebep ısınan havanın yumuşatılması için danışman hocam Hayrettin beyin devreye girdiğini hatırlıyorum.)

Niye denilmiyor? Çünkü onlar komşu tavukları, uzaktan kaz görünüyorlar. Ben eminim ki benim kaynaklarım arasında klasik eserler dışında Sabri Ülgener’in  Darlık Buhranları ve İslam İktisat Siyaseti (Ankara 1984) ayarında Arapça belki de tek bir eser yoktu. Ama gel gör ki bizim kendi öz değerlerimiz yeterince takdir görmedi, görmüyor.

Şu anda yapılmış, kimi yayınlanmış kimi merhun vaktini bekleyen nice tezlerimiz, çalışmalarımız var. Ama bunlar Türkçe’nin kuytu kucağında iki kapak arasında tutsak kılınmış vaziyettedir. Bunlar sirke değil ki eskidikçe kıymete bine. Oysa fikirlerin gün yüzüne çıkarılması ve diğerleriyle çarpışması ve hakikatin işte bu müsademei efkardan düşünce ufuklarımızda şakıyıp dünyamızı aydınlatması gerekiyor.

Dua ile!

04.10.2012

GARİBCE
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...