Işık gözü aldı mı, etrafı aydınlatıp görmemizi sağlamak için
iken gözümüzü görmez kılar.
Bizim de Kur'ân’a bakışımızla ilgili böyle bir problem var.
Kur'ân, ışıktır (nur) yolu aydınlatır, eşyayı bize gösterir. Ama eşyanın
hakikatini öğrenmek, onun esrarını çözmek kevnî ayetleri ortaya çıkarmak
hidayetin birinci ayağı olarak bize bahşedilen akıl/ bilim ile olur.
Biz tekvini göz ardı ettiğimiz için ne var ne yok her şeyin
cevabını teşride aradığımız için kafamızın çalışması da bir hoş gibi oluyor. Aklımızın
da şaftı kaymış gibi sanki.
Hastanede sıra beklerken kendi aklımızdan umudu kestiğimiz
için acep medet eder mi diye edindiğimiz akıllı cebimimize indirmiş olduğum Makâsıdla
ilgili Ebu Abdurrahman Muhammed b. Abdurrahman el-Buhârî’nin (ö. 546 ) Mehâsinü’l-İslâm
ve şerâi’ul’-İslâm adlı eserinden bazı kısımlara göz atmaya çalıştım. Bu
kitap hikmet-i teşri alanında el-Kaffâl eş-Şâşî’nin (ö. 365) Mehâsinü’şerîa’sından
sonra öncü kitap sayılıyor. Zirvesi de bizi tercüme edip yayınladığımız
Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin Hüccetullahi’l-bâliğa’sı oluyor.
Feraiz ile ilgili başlık altında sözünü ettiğimiz kitapta
müellifimiz şöyle diyor:
“Şeriatın güzelliklerinden birisi de din farklılığının
olması halinde mirasçı olunamamasıdır. Bir Müslüman öldüğü zaman kâfir olan
yakını ona mirasçı olamaz. Çünkü kâfir ölüdür.
Allah şöyle buyurmaktadır: “Ölü iken dirilttiğimiz…”[1]
Ölü, ölüye mirasçı olamaz. Çünkü kâfir ne kadar nesep itibariyle ölüye yakın
ise de din bakımından uzaktır. Biz de
din bakımından uzak olanı, su ve toprak bakımından yakın olana üstün kıldık. Kâfir,
kâfire ise mirasçı olur. Çünkü onların
durumları birbirine eşittir. Ona sebep
onlarda hayatın gerçekliğine itibar ettik. (s. 41)
Müellif yerleşik bir kurala delil getirme ihtiyacı duyuyor
ve sözü edilen ayeti delil getiriyor. Allah, bu ayette kâfiri ölüye ve onun
hidayete ermesini de diriltilmesine benzetiyor. Müellif bu ifadeyi hakikat
anlamda alıyor ve demek ki kâfir ölüdür, ölü olunca da mirasçı olamaz,
deyiveriyor. Oysa ayet bir gerçeklik hükmünü değil, yüklenen bir değeri ifade
ediyor. Kaldı ki ayetin devamı, küfürde ısrar edenleri de karanlıkta
bocalayanlara benzetiyor. Buna göre onlar demek ki ölü değiller.
Yani nereden baksan bu ayetin delil olacağı yok. Ama bizim
her şeyi Kur'ân’da bulacağımız inancı bize bu kabil yaklaşımları hep
yaptırıyor. Uydu ise ne ala! Uymadıysa: O zaman da “Uysa da uymasa da!”
diyoruz.
“Peki, senin yaptığın ne?” derseniz?
Valla biz de taş yuvarlıyoruz.
Yerini bulsa da bulmasa da!
Dua ile!
14.10.2017
GARİBCE
[1] اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ
وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي
الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ
كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar
arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp
ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere yaptıkları
böyle süslü gösterilmiştir." (En'âm
6/122).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder