-Derdin var mı?
-Var.
Bu demektir ki sen varsın,
varlığının farkındasın ve haliyle de derdin var.
Ya da oğlun var kızın var,
torunların var… Onların derdi senin de derdin.
Oğlun kızın olmasaydı bu kez
onu dert ederdin.
Onlar iyi ki varlar, lakin sen şükür
bilmez, onu bunu dert edersin.
Ayağına taş değdi, canın acıdı,
dert edersin. Ya ayağın olmasaydı, ayağına değen taşı hissetmeseydin… belki
canın yanmayacaktı ama bu kez derdin daha büyük olacaktı.
Dertsiz kul yok vesselam.
İnsan bütün bunlara rağmen
şükretmesini bilmeli.
Ahmet Abi, hanımının vefatına
tekaddüm eden o zor günlerinde çocukların tahammülde zorlanmalarını gördüğünde
onlara demiş ki: Oğlum, kızım! Gidin rastgelen bir apartmanın yukarıdan aşağı
zillerini çalın ve deyin ki: Arkadaş, ben size derdimi anlatmaya sonra da sizin
derdinizi dinlemeye geldim. Eğer üç kişiden ikisinin derdi sizinkini
bastırmazsa gelin şöyle şöyle deyin… Yüce Allah yeminle “Elbette sizi türlü
türlü belalarla… sınayacağız” buyurmuyor mu?
Hakikaten de öyle.
Adam canı burnuna gelmiş,
derdini sizinle paylaşmaya gelmiş, bu vesile ile biraz hafifleyeceğini
düşünmüş. Ama sizin ağzınız bir açılınca adam bütün derdini unutmuş ve sizin
derdinizi dert edinmeye başlamış.
Böyle bir dünya ve böyle bir
hayat işte.
Dertsiz adam olur mu?
Cuma sonrası sohbet sırasında
Sadreddin Hoca anlatmıştı: Padişahın biri hastalanmış. Ne kadar doktor varsa
hepsini saraya çağırmışlar, hiç kimse derdine derman olacak çareyi bulamamış. Sonunda
bir hekim çıkagelmiş ve:
-Padişahım ben sizin derdinizin
devasını biliyorum, demiş.
-Peki, ne?
-Hiç derdi olmayan birinin
gömleğini giyeceksin, Allah’ın izniyle ifakat bulacak, iyileşeceksin.
Demiş:
-Bundan kolayı ne?
Hemen tellallar çıkarmış,
ülkenin her yerinde askerler araştırmaya koyulmuş. İlk anda kolay gibi gözüken
çare için insanlar seferber olmuşlar ama dertsiz diye başvurdukları kim varsa
hepsi de dertli çıkıyormuş. Umutlarını kesecek iken bakmışlar bir evden güzel
konuşmalar, tatlı tatlı gülüşler geliyor. Kapıyı çalmışlar içeri girmişler. Çok
yoksul bir ev. Yaşlı bir kadın ve yaşlı bir adam güzel güzel sohbet ediyorlar,
neşeleri yerinde. Demişler:
-Tamam bulduk. Yaşlılar:
-Hayırdır, derdiniz ne? diye
sormuşlar. Askerler:
-Valla durum böyle iken böyle.
Padişahımız hasta oldu, tek çaresi derdi olmayan birin gömleğini giydirmekmiş.
Gördük ki siz çok neşelisiniz ve hiç derdiniz yok gibi gözüküyorsunuz. Ve de
siz son umudumuzsunuz.
Askerlerin bu sözlerini duyunca
yaşlı çift gülmeye başlamışlar ve:
-İyi de, bizim hiç gömleğimiz yok ki! demişler.
-İyi de, bizim hiç gömleğimiz yok ki! demişler.
İşte böyle!
Bizim Toroslarda “Her kulunun
bir derdi var, değirmencinin de su derdi” derlerdi.
Allah, altından
kalkamayacağımız dertler vermesin. Derdi olmanın nimete biçilen bir fatura gibi
olabileceğini de akledelim ve biraz olsun halimize şükredelim.
Beterin beteri vardır diyelim.
Allah’a sığınalım, işlerimizi O’na
havale edelim. Hele O’nun işine sebep olur olmaz şeyi dert etmeye de
kalkışmayalım.
Adam: “Bugün şöyle kaygısız bir
uyku çekelim dedik, komşunun eşeği kuyruksuz kunnadı[1]!”
demiş.
İyi de sana ne komşunun
eşeğinin kuyruksun kunnamasından.
Her şeye ayar çekmek gibi bir
işimiz mi var?
Bu kafa ile dert biter mi?
Ve ufüavvıdu emrî illallah.
Lâ havle velâ kuvvete illâ
billah.
Allah yar ve yardımcımız olsun.
Dertlerimizin dermanını da lütfetsin.
Dua ile!
07.010.2016
GARİBCE
[1] Toroslar’da
bizim oralarda eşek, at, it gibi eti yenmeyen hayvanların yavrulamasına “kunnamak”
denir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder